İçimizden Bir Fazlası

~ 27.01.2013, Mine KIRIKKANAT ~

“ABD ile Türkiye arasındaki tüm bağlantıları kuran köprü kim, biliyor musun? İçimizden biri. Adam avukat, avukat… Hem de başbakanla istediği an görüşebilecek kadar yakın bir avukat. İnançlıdır. Fethullahçı sanılır, oysa İskenderpaşa dergâhındandır. Onun için rahmetli Turgut Özal’ın da yakınında olmuştu.
Önemli bir araştırmacının suikastında etkin rol üstlendiği bile yazıldı. Ama o kimseye bu konuyla ilgili dava açmadı. Tetikçiyi adım adım maktule götürdüğünü yazdılar, adıyla sanıyla; ama o ses etmedi. Zaten ne vakit gönül yorgunluğuna düşse, Sapanca Gölü’nün kıyısındaki konutunda inzivaya çekilirdi.
Her ne kadar başbakanın kurmayları, kabinesi, dostları, hısım akrabası varsa da, herkes onlarla ilgilense de perde gerisinde bu avukat ve beş kişilik ekip asıl beyin takımıdır.
Ekipte kilit konumdaki kişinin kod adı Pontiac’mış. Diğerleri Kıvırcık, Suskun, Vekil... Her birinin kendi uzmanlık alanları varmış. Başbakanın dostu avukattan gelen bilgilerle istekleri değerlendirip mutfağa aktarıyorlarmış. Belirlenen isim ya da isimler üzerinde dosya hazırlıklarıyla fiziki, teknik izlemelere girişiliyor. Oluşturulan bilgi, belge, fotoğraf ve dijital verileri de içeren dosya, savcılığa iletiliyor.
Polisler savcının resmi talimatını alıyor. Gözaltı kararı çıkan ismin evinin ve işyerinin önünde öğleden sonra yerlerini alan sivil ekiplerin izlemeye başlamasıyla düğmeye basılmış oluyor. Adım adım, ne bir eksik, ne bir fazla.”*
*İLHAN TAŞCI’nın romanı “Ömrümün Son Hükmü”/Cumhuriyet Kitapları, 2012

 

***

“...Manzara içler acısıydı. Daha sonra medyaya ‘Donanma’daki zuladan çıkan dokuz çuval belge’ olarak servis edilecek olan çöp torbaları, ameliyat eldivenleri giymiş savcı tarafından bir cerrah titizliğiyle tasnif edilerek kayıt altına alınıyordu.
Torbalardan birisi zaten boştu. Büyük çoğunluğu da tamamen eski kitap ve dergilerden oluşan çöp yığınından ibaretti. Neden bugüne kadar saklandığına anlam veremediğim, üzerinde İKK yazılı DVD’ler, ses kasetleri ve video kayıtlarının resmi belgeler olduğu anlaşılıyordu.
Ama bir torbanın içinden çıkan beş adet eski hard disk ile birkaç adet CD midemi bulandırmıştı. Bunlarda casusluk soruşturmasıyla ilgili arama kararında adı geçen subayları suçlayan sahte dijital belgeler olabilirdi. Bugüne kadar hep böyle olmuştu. Daha sonra kayıtlara 5 numaralı hard disk ve 1 numaralı CD olarak geçecek olan dijital depolama aygıtlarına, aralarında benim de bulunduğum Balyoz Davası sanıklarının hayatlarını değiştirecek sahte dijital belgelerin, içimizdeki hainler tarafından konulmuş olabileceği o an aklıma bile gelmiyordu.”*

*SEMİH ÇETİN “Bir İhanetin Öyküsü: Hasdal’da Bir Amiral”/Kaynak Yayınları, 2013

G NOKTASI

En cahil halk bile seçim şansı olduğunda demokrasiyi yeğler, çünkü cehaletine rağmen sağduyu sahibidir, diye düşünürdüm. Yanılmışım. Osmanlı dahil tüm varlık tarihinin en büyük komplosuna kurban giden Türkiye’de halkın böyle bir sağduyusu yokmuş. Ne Türklerin varmış, ne Kürtlerin ve hatta ne de militan ya da aydın, halk yönderlerinin.
Cumhuriyet’ten geçtik, azımtrak demokrasi ve özgürümsü yurttaşlık yıkıldı, yerine istibdat (zorbalık) ve müstebite (zorbaya) kulluk rejimi kuruldu. Sonuçta ne özgür Kürt kalacak, ne de Türk. Halkımızda tık yok. Kimi müstebitin ayaklarına kapandı, elini yalıyor, parsayı kapıp efendisine iltifatlar şakıyor. Ayaklara kapanmayan da zaten sanal kanallardan sahte kanıtlarla zindana kapatılıyor.
Türkiye’nin rejimini değiştirelim derken varlığının sonunu getirecek komplo, içerdeki adamları ve dışardaki planlamacılarıyla, çağın belki de en büyük dünya komplosu. Son iki darbeden biri, insan hakları savunucusu ÇHD avukatlarının tutuklanması oldu. Önce altı boşaltılan
“hukuk devleti”nin üstü de böyle çizildi. Hukukçuların da “kul” oldukları dünya âleme ilan edildi.
İkinci ve nihai darbe hazırlık aşamasında: CIA Başkanı
Petraeus’un özel istemi, “Terörizmin Finansmanının Önlenmesi” tasarısı TBMM Adalet Komisyonu’nda kabul edildi. Yasalaştığında, önce içerdeki istibdata biat etmeyen muhaliflerin, ama sonra… Küresel “efendileri”ne mırın kırın eden yerel müstebitin de mal varlığına, “terör örgütü kurmuştu” diye el konulabilecek! Ülkenin hemen tüm kamu malının şimdiden satıldığını düşünürseniz, gerisini tahmin zor değil.
Ben bunları öngörmüş ve
“Destina” başlıklı romanımda Türkiye’nin 22. yüzyıla varmadan çöktürülüp büyük dünya güçleri arasında paylaşılacağını yazmıştım.
Elim kalem tutalı beri yurdumda azınlık olmaya alışık ben, artık işgal altında bir ülkede yaşadığımı düşünüyorum.
Asıl işgalciler ufukta göründüğünde, içerdeki işbirlikçileri nasıl ödüllendirecek ya da dolandıracak, çok görmek istiyor, merakla bekliyorum.

“Doğru pabuçlarını giyene kadar, yalan dünyayı dolaşır.” MARK TWAIN

27 Ocak 2013 - Cumhuriyet

Mine KIRIKKANAT | Tüm Yazıları
Hits: 2192