Acı ve Acı

~ 26.12.2012, Mine KIRIKKANAT ~

1980 Haziran sonu, Kâğıthanede sabaha karşı afişleme yaparken jandarma tarafından yakalandım. Bataklık bir yer olan Cendere Deresi yakınında, altı arkadaştık. Elimizde kovalar ve afişler vardı. Jandarma geliyor! dediler, koşmaya başladık, ateş açılınca kendimi bir ağacın arkasına attım.

Yakalandığımda seyyar börekçiydim. Toplam 9 sene yattım.

12 Eylül sabahı, dayak yiyeceğimizi düşünerek çok kalın giyindik. DİSK yöneticilerini gördüm, gözleri bağlı, birbirlerine tutunmuşlardı. Önümüzden tek sıra halinde geçirildiler. Öyle bakakalmıştık. Hâlâ o manzarayı düşündükçe dehşete kapılırım.

O yıllarda, sadece on dakikalık bir arkadaşlıktan sonra, insan bir diğeri için kendini ölüme atabilirdi.

Hapishane bir anlamda özgürlük alanı. Dışarda konuşmadığım şeyleri, içerde konuşabilirsin. O yıllar benim bugünkü kimliğimi oluşturdu. Davutpaşa Orta 3, anılarımda hâlâ canlı. Oradaki arkadaşlıkları unutmuyorum.

O yıllarda çok temel insani konuların üzeri, kahramanlık efsaneleriyle örtüldü.

Hapisten çıktığımda çok bunaldığım dönemler oldu. Bir gün, Maltepeden yürüyerek yola çıktım, Sirkeci, Karaköy, Haliç ve Kasımpaşaya kadar uzandım. Haliçin kıyısında çay içtim.

Evimizde bir piyano var, kızım çalıyor. Kızımın konserine gittiğimde çok mutlu oldum. Aslında mutluluk anlık bir şey. Gökyüzünde takla atan güvercinler de mutlu ediyor beni. Kendimi hâlâ bir çocuk gibi hissettiğim oluyor.

Bir daha afişe çıkar mıyım? Bir amaca ulaşacaksa, evet! (Sefer Atalay)*

*Ahmet Sel, Davutpaşa Orta 3 / Aras Yayıncılık, 2012

***

Onun eşyalarını toplayışı gözünün önünden hiç gitmiyordu. Görmemek, bu sahnelere katlanmamak istemiş, ama paralize olmuş gibi evden çıkıp gidememişti. O hazırlanırken seyretmişti hiçbir şey söylemeden. O çıkıp giderken salonun ortasında yapayalnız, kalakalmıştı. Arkasından kapıyı bile kapatmamış, onun çekip kapamasını beklemiş, sonra durduğu yere yığılıp kalmış ve bayılmamak için derin derin nefes almaya çalışmıştı. Evi dolaşmıştı ardından. Birlikte uzanıp televizyon seyrettikleri divan. Yemek yedikleri küçük masa, paylaşamadıkları büyük berjer koltuk. Boşalmış CD rafları, ikisinin gülümseyerek baktıkları fotoğraf. Güneş vurmuştu gözlerine, yüzleri kocaman çıkmıştı, biraz deforme, ama o kadar güzel gülüyorlardı ki bu fotoğrafı yerleştirmişti evin baş köşesine. Yerinden alıp okşadı yüzünü, sonra hırsla çarptı halının üstüne. Çerçevenin camı kırılmadı. Öyle kalakaldı yerde.

Onun kendisini yapayalnız bırakıp gittiği bu evde, beraber buldukları, beraber döşedikleri, beraber yaşadıkları, seviştikleri, kavga ettikleri, uyudukları, okudukları, güldükleri bu evde o şimdi tek başına, gözlerinde akmayan yaşlar ve yerdeki kırılmamış çerçeve, romantik bir film karesi gibiydi.

İşte o an, o evde bir saniye daha kalamayacağını, o evde uyuyamayacağını, o evde yaşayamayacağını anladı Şafak.*

*Yazgülü Aldoğan, Ve Güneşi Göremedi Şafak / Alfa Yayıncılık, 2012

***

Ahmet Sel, Fransa ve Rusyada yaptığı fotoğraf röportajları dünyanın saygın medya organlarında yer alan bir sanatçı. Davutpaşa Orta 3 adlı çok vurucu eseri, 12 Eylül 1980 darbe sürecinde Davutpaşa kışlasının Orta 3 diye adlandırılan dört koğuşta sorgulanan, işkence gören ve uzun süre tutuklu kalanların portreleriyle birlikte kısa tanıklıkları. Vurulan, kırılan umutlara ilişkin bir acının, hem kişisel, hem ortak anlatımı.

Yazgülü Aldoğan da 12 Eylül darbesinin başka türden sillesini yemiş bir akademisyen, gazeteci ve yazar. Fransa Sorbonnedan iletişim sosyoloji doktoralı yardımcı doçent olarak görevlendirildiği Ankara SBFden YÖK yüzünden ayrılıp gazeteciliğe başlamış. İkinci romanı Ve Güneşi Göremedi Şafak, kişisel bir umut kırılmasından yola çıkarak, hiç bitmeyen ortak acıyı, aşk acısını anlatıyor.

Yazgülü Aldoğanın tarif ettiği aşk acısı, dünya durdukça dinmeyecek, insanlık varoldukça tekrarlanacak. Ama Ahmet Selin aktardığı haksız ve hukuksuz zulüm acısını artık tekrarlamamak olanağı vardı Türkiyenin. Oysa dün Davutpaşa, bugün Silivri. Kurbanlar değişiyor, zalimler değişiyor, ama acı sürüyor, sürdürülüyor.

 

‘G’ NOKTASI

Okurlarım, çok yönlü sanatçı şair eşim Daniel Colagrossiyi uzun yıllar köşelerimi süsleyen fotoğraflarından tanırlar. Ama Daniel, aynı zamanda profesyonel bir şefve Alafranga Türk Sofrası (Boyut Yayıncılık, 2011) yemek kitabının yazarıdır.

Fransız şef Daniel Colagrossi, 28 Aralık Cuma günü saat 16dan 19a kadar Kanyon Macrocenterda hazır bulunacak ve Alafranga Türk Sofrası kitabını imzalayacak.

Tanıdık tanımadık tüm dostlarımızı ve güzel yemek meraklılarını, mutfağımın efendisinin her birini beğenerek yediğim için Türkçeye çevirdiğim kitabının imzasına bekleriz.

 

Acına yenilmek istemiyorsan, onunla yüzleşmen gerekir.

LANZA DEL VASTO

 

26 Aralık 2012 - Cumhuriyet

Mine KIRIKKANAT | Tüm Yazıları
Hits: 2135