Bu devirde tarihçilik muhalefetin öbür adı

~ 08.12.2012, Selahattin DUMAN ~

Tarihi bir yanlışı düzelttin mi muhalefet yapmış gibi oluyorsun.. Tarih adına “O iş öyle değil böyleydi..” dedin mi senden kötüsü yok..

Dert istemiyorsan “Ne güzel.. Tarih yeniden yazılıyor..” deyip alkışlayacaksın ya da susacaksın..

“Seyrek bıyıklı asabi şahsiyet..” bütün sevecenliği ile iki haftadır sürmekte olan “tarih tartışmalarına” yeni bir nokta koydu..

“Nokta koymak..” vurucu bir tespit yapmaktır.. Son söz mânâsına geldiğinden, tartışmalardaki karşılığı lafın bittiği yerdir..

“Biz atalarımızı böyle bilmiyoruz..” lafı gündeme düştükten sonra her kafadan bir ses çıktı..

İşi “tarih bilimiyle uğraşmak” olan akademisyenlerden tutun, tarih heveslilerine hatta Google’a dalıp bir iki siteye bakanlara kadar herkes lafa karıştı..

Bir de bakıldı ki bizim ataların bilinmeyen tarafları, bilinenlerden daha beter..

Bunlar sayıp, dökülse “Seyrek bıyıklı asabi şahsiyet..” hop oturup hop kalkacak..

O yüzden tartışmaya taraf olanlar gaz kestiler.. Olayı uykuya yatırmayı tercih ettiler..
 

 

***



Buraya kadarı iyi..

Saatleri geri alıp memleketi kış boyunca depresyona sokarak, altı üstü on milyon lira tasarruf yapmak gibi bir şey.. Laftan tasarruf yapıp çene enerjisini “hane içindeki” kavgalara saklıyorsun..

Lakin “Seyrek bıyıklı asabi şahsiyet..” seni rahat bırakmıyor ki..

Tam bitti denen tartışmayı “Tarih haremden ibaret değildir..” deyip, yeniden başlattı..

“Fatih İstanbul’a girdiğine onu Bizans kadınları (Başımızda kardinal külahı görmektense Osmanlı sarığını tercih ederiz) diyerek karşılamışlardı..”

Hoppala Hasan Dayı! Tarih bilgim seyirdi..

GEL DE DÜZELT

Kilisenin yıllanmış papazı, yanına yardımcı olarak verilen genç papazı ilk kez pazar ayinine çıkarmış..

Ruhban Okulu’ndan yeni çıkmış genç papaz hem ayini yönetecek hem de vaaz verecek..

Ayin bitip de cemaat dağıldıktan sonra yaşlı papaza gelip “Nasıldım ama? Beğendiniz mi?” diye sormuş..

Tecrübeli papaz, yüzünde acı bir ifadeyle cevap vermiş..

“Fena değil ama üç önemli hata yaptın..”

“Nedir efendim o hatalar?”

“Birincisi İsa Mesih efendimiz gayri meşru çocuk değildi.. O laf çirkin kaçtı..”

“!!”

“İkincisi İsa Mesih efendimiz göğe kafası kıyak olduğu için yükselmedi.. Onu melekler uçurdu..”

“Anladım efendim.. Ya üçüncüsü?”

“Vaaz bittiğinde oley değil amin diyeceksin ve kürsüden inerken tırabzandan kaymayacaksın..”

Fıkrada varılan sonuç “hangi birini düzelteyim” noktasına getirilmiş bütün akla, mantığa gelmez tartışmalara uyan mizahi bir örnektir..

“Kardinal Külâhı mı Osmanlı Sarığı mı..” tartışması Bizans’ın sonunu anlatan bütün vakanüvis (dönem tarihçisi) yazmalarında vardır..

İhtimal kaynak da Bizans’ın dönem tarihçileridir..

Osmanlı ordusunu güle oynaya karşılayan Bizans kadınları tarafından değil, Vatikan’dan nefret eden Ortodoks papazlar tarafından söylendiği rivayet edilir..

Ortodokslar ile Katolikler arasındaki mezhep kavgasının şiddetini özetleyen bir sözdür..

Malûm.. Katolik olan Vatikan’ın kardinalleri külahlıydı.. Ortodoks ruhban sınıfı da katoliklerden ölesiye nefret ediyordu..

***



Gelelim lafın bağlandığı “Birinde zulüm, diğerinde adalet..” lafına..

İstanbul’un fethinden önce askerine ödül olarak şehri üç gün boyunca “istedikleri gibi yağma etme” sözü veren Fatih Sultan Mehmet sınır koymamıştı..

Şehre giren asker istediği eve dalacak.. İstediği malı mülkü, ziyneti alacak hatta insanlara köle olarak el koyabilecekti.. Tabii genç ve doğurganlık çağında olan kadınlar bu ödül listesinin doğal olarak birinci sırasındaydı..

Zulmü atlıyorum.. O devrin savaş şartlarında şiddetin ayarını, bilmem neyi, beş yüz yıl sonra yargılayacak hâlimiz yok..

HANGİ BİRİNİ..

İşgâlci güçlerden, ki bunlar devrin şartlarında İstanbul’u fetheden Osmanlı askerleri oluyor, beklenen adalet ise biraz tartışılır..

Nitekim fetihten sonra başlayan yağma o kadar şiddetli olmuştur ki şehrin elden gideceğini, kendisine bir harabe kalacağını sezen padişah sözünden caymıştır..

Yağmanın ikinci günü akşamı askerine “artık durun” emrini vermiştir..

Yukarıda sözünü ettiğimiz kanlı ve şiddet dolu bir savaş ortamıdır..

Hâl böyle olunca; Bizans kadınlarının başlarına geleceği bile bile Osmanlı askerinin yolunu gözlemesi ihtimalinin hiç olmadığı anlaşılır..

Kaynak televizyon dizilerinden biri değildir.. Dönemin cümle Müslüman vakanüvisleri bunu böyle yazar.. Yine geldik mi “hangi birini düzelteyim..” noktasına..

Bence tartışmayı durmadan kaşımak yerine, burada bırakmakta yarar var.. Daha doğrusu bırakın tarihçiler ile bir avuç gerçek tarih meraklıları aralarında konuşsunlar..

Ahaliyi işin içine katarsanız işin suyu çıkar..

Bizim ahali Mısır piramitlerinin İstanbul’dan bir şebeke tarafından kaçırıldığına inanacak kadar naiftir..

Ahalimize bu bilgiyi (!) pompalayan ve piramitlerin çalınmasında yolsuzluğa alışmış kimi “gümrük memurlarının” rol aldığını ileri süren de bir tarih öğretmenidir..

(İnanmayan adamını bulup YouTube’a girsin, o dillere destan videosuna baksın..)

***



Kulaktan tıkma bilgileri tartışma zeminine servis etmekle, kafanıza göre bir Osmanlı İmajı yaratamazsınız..

Tarih neyse odur..

Ayrıca dönem tarihçileri de bire bir güvenilir kaynak değil.. Padişah hayattayken ve can korkusu varken nasıl yazacak, işin adını nasıl koyacak?

Tahta çıkar çıkmaz, kundaktaki de dâhil, on dokuz erkek kardeşini boğduran Padişah Üçüncü Mehmet de ecdadımızdı..

Olayı nasıl yazacağını bilemeyen Bostanzâde Yahya Efendi işin içinden “Şevketli Padişahımız o kadar merhametliydi ki tahta çıkar çıkmaz on dokuz karındaşını cennet kayığına bindirmişti..” diye zekâ göstererek çıkmıştı..

Bizim öyle bir şansımız da yok.. Tarif tepeden yapıldığından her hâl-û kârda fırçayı yiyoruz..

 

(GazeteVatan)

Selahattin DUMAN | Tüm Yazıları
Hits: 1421