Minervanın Çığlığı, Athena'nın Mızrağı

~ 24.11.2012, Bilge Seçkin ÇETİNKAYA ~

Bin dokuz yüz kırklı yıllardı. Bin dokuz yüz otuzların başından beri Dominik Cumhuriyeti’nde tek parti hükümeti hüküm sürmekteydi. Bir diktatör bir komplo sonucu –tabii ki seçimle(!)-elegeçirdiği devlet başkanlığını yürütmekteydi. Rafael Trujillo, 1931-ki kendisinin iktidarının ilk yılı idi bu yıl-başkanı olduğu Dominik Partisi’ni ülkenin tek resmi partisi haline getirdi. Bir de devlet işlerinde çalışmak isteyenler gelirlerinin yüzde onunu devlet hazinesine-trujillonun kesesine diye okuyun siz bunu- aktarmak zorundaydılar. Eh tabii bu durumda parti kartı olmayanlar, partiye katılmayanlar, para ödemeyenler olağan şüpheliler durumuna geldiler. Ufak tefek(!) ortadan kaybolmalar oldu.

Mirabal Kardeşler
Aynı yıllarda Mirabal ailesi ve ailenin üç kızı da bu memlekette yaşıyor ve memleketin kaderini diğerleri ile paylaşıyorlardı. Varlıklı Mirabal ailesinin üç kızından biri Minerva diktatörlük karşıtı harekete dahil oldu. 1949 da diktatörün kadınlarından biri olmayı reddetiğinde tüm ailesini ciddi bir risk altında bıraktı. Zira diktatör elde edemediği kadınların ailelerine musallat olmayı bir alışkanlık haline getirmişti. Minerva düşündü. Kendini ancak bir avukat olursa savunabilirdi. Hukuk okudu, diploma aldı ancak kadın olduğu için avukatlık yapmasına izin verilmedi. Minerva diktatörü devirmek için pek çok erkeğin cesaretinin ötesinde bir işe girişti. Diktatörlük karşıtı 14 Temmuz Hareketi’ni örgütlemeye başladı. 14 Temmuz kızkardeşinin tanık olduğu bir katliamın adıydı. Bu hareket diktatörün yok ettiği kaybettiği insanların kimilklerini tespit ediyor ve bu konuda bildiriler yayınlıyor ve rejimin yapıp ettiklerini herkesin gözünün önüne seriyordu. Açıkça diktatöre savaş açacakları günler için de silahlanıyorlardı. Minerva’nın kardeşleri de ona katıldılar. Hareket kısa sürede büyüdü ve kardeşler bu hareketin içinde “kelebekler” olarak anıldılar.  Bu sırada kocaları tutuklanmış ve hapse tıkılmışlardı.  Kendileri defalarca tutuklanmış gözaltına alınmış ve işkence görmüşlerdi. Ne Minerva ne de Maria ve Patria’nın bir adım geri adım atmaya niyeti yoktu. Tüm kadınlar gibi kolay karar vermemişlerdi ama bir kez karar verdikten sonra onları kararlarından vazgeçirmek neredeyse imkansızdı.

25 Kasım
1960’ın ortalarında yine hapiste olan kocalarını ziyaret etmeye gitmişlerdi, ancak görüşemeden dönüyorlardı. Arabaları Trujillonun en has adamları tarafından durduruldu. Arabadan indirildiler. “Kelebekler” vurulmadılar. Can verene kadar sopalarla dövüldüler. Haddini aşan tüm kadınlara ibret olsun diye. Sonra tekrar arabaya konulup bir kayalıktan aşağıya atıldılar. Tarih 25 Kasımdı. 1960.
Turjillo Mirabal Kardeşlerin katlinden sonra yalnız altı ay kadar 30 mayıs 1961’e kadar hayatta kalabildi. Yoluna çıkanlar onu hayır sopalarla döverek öldürmediler yalnız kurşunladılar.

Çığlık ve Mızrak
Trujillo taraftarları derlerdi ki bu diktatör Dominik Cumhuriyeti’nde devleti ve ekonomiyi yeniden organize ederek memleketin gelmiş geçmiş en istikrarlı ve refah içinde günlerini yaşatmıştır. Biz ise bu aşağılıklar iktidarının 50.000 insan evladının katlettiğini hatırlıyoruz. Bir de Mirabal kardeşleri. Maria Patria ve Minerva. Tecavüz sonucu doğan bebeklere devlet adının verildiği, kürtajın devlet insafına bırakıldığı, ana olanlarımızın yıllarca ellerinde çocuklarının resimleri ile direndikleri için zulmedildiği, kadınların gün be gün tecavüze uğradığı, taciz edildiği en yetkili ağızlarca açık açık aşağılandığı ve katledildiği bu ülke bize bir cehennemdir. Mirabal Kardeşlerin içinde yaşadığı türden bir cehennem. Şimdilik sadece bir baş ağrısı olabiliriz kendini tanrı makamına taşımışların başında. Ama bu cehennemin içinden ya Minervanın çığlığı ile çıkacağız ya da Athena’nın mızrağı ile. Nasıl olsa her ikisi de bir ve aynı şey.

(Birgün)

Bilge Seçkin ÇETİNKAYA | Tüm Yazıları
Hits: 1521