"Bedenim benimdir" mi!

~ 20.11.2012, Rana ULAŞ ~

Kadın bedenin kime ait aolduğunu tartışmak, kadının “bedenim benimdir” demesi kadar saçmadır. Kimin olacakatı ya! Ama öyle demiyen, bu kadar kolay bir yanıt için bile ne mücadeleler verildi ve veriliyor.
Bunun için hemcinslerimi suçlayacak değilim. Elbette, “Bedenim bedenim” demek zorunda bırakanlardır suçlu olan. Kadın bedenine el koymaya sahiplenmeye çalışan devlet ve erkektir. Biz erkek bedenin kimin olduğunu tartışıyor muyuz? Hatta kulağa ne kadar saçma geliyor. Nasılsa erkekler doğurmuyor demek en basit yanıt ve savunma olabilir.

Kürtaj, bir doğum kontrolü değildir. Bunu ısrarla belirtelim ki, hala böyle sananlar erkekler anlasın. Bedenini savunmak zorunda kalan kadının söylemek istediği bu değildir. Kadına özgü durumları anlamak için illa kadın olmak gerekmez. Doğru düşünmek yeterlidir. Bu hepimizin sorunudur, değil mi?

Bir kadın, doğurmak için uygun şartları yoksa ve gebe kaldıysa, kürtaj yaptırmak zorunda olması onu içinden çıkılmaz bir duruma sürükler. Yani keyfi şekilde ve güle oynaya yapılan bir şey değildir kürtaj.

“Bedenim benimdir” sloganı liberal bir söylemdir. Bu yüzden de dikkatli olmak gerekiyor.  Bu söylemin altını doğru doldurmak gerekiyor. Yoksa gerici ve dinci bir beden anlayışa karşı yalnızca liberal söyemi ile yetinmiş oluruz. Siyasetten arındırılmış bir feminist olmak yetmez. Kadının özgürlük ve eşitlik mücadelesini tutarlı bir şekilde yürütmek için sol feminist olunmalıdır. Kadın emeği ve kadın bedeninin yanına konmalı ki feminist söylem havada asılı kalmasın.

“Bedenim” sözcüğü aslında, feminist yazınında tüm bedene ilişkin politikaları kapsar. Biyopolitikle ilişkili bir kavramdır. Estetik kadın biçimi dayatmaları da, cinsellği yaşama biçimine ilişkin baskılar da buna örnektir.


***
Egemen sınıf, kendi dilini de egemen dil diye benimsetmeye çalışır. Ülkemizde de yaşananlar bunu göstermiyor mu? Nice aydınımız da bu tuzağa düşmedi mi? Tıpkı "türban" ve "özgürlük" sözcüklerinin yanyana getirilip genel bir kabule dönüştürülmeye çalışılması gibi... Sözde aydınlar, kadının esaretinin ve ikinci sınıf insan olduğunun kabulü ve tescili anlamına gelen türbanı bir özgürlük sorunu gibi sundular. Kadının aşağılanması İnanç özgürlüğü diye yutturuldu. İşte bu büyük yalanın kabulü ancak liberal söylemin kendi dilini aydınlar arasında egemen dil olarak benimsetmesiyle mümkün olabilirdi, oldu da.


Şimdi bu iki sözcüğün/kavramın üzerinde biraz duralım, hala muğlak kafalar varsa belki aydınlanır; Özgürlük; Türk Dil Derneği’nin Türkçe sözlüğüne göre, herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme ya da davranma, herhangi bir koşula bağlı olmama durumu. Her türlü dış etkiden bağımsız olarak insanın kendi düşüncesine dayanarak karar vermesi durumudur.
 
Türbana gelirsek; kadınların örtünmesinin özgürlük tanımıyla uzaktan yakından bir ilişkisi yoktur. İrade burada dindir, hatta dinin tutucu bir yorumudur. Belirleyici olan dinsel emirleridir, erkek egemen ideolojidir, geleneklerdir, töredir ve toplumsal baskıdır. Bireyin düşüncesine, tercihlerine gereksinim yoktur. Kadın da birey değildir. Erkek ideoloji senin yerine karar verir. Sen sana ait olmadığın yerdesindir. Örneğin bir kadın, "Ben bütün sorumluluğu üstleniyorum, günahları da sevapları da, başımı açacağım" dediği zaman, erkekler ona "hayır" diyorlar, "Sen başı açık olduğun sürece bizi de günaha sokuyorsun, o halde kapanacaksın". Bunun neresi özgür tercihtir!
İktidarın, “mağduriyet edebiyatı” ile türbanı kamusal alana sokmaya çalışması, aslında İslam inançları ile ters düşmüyor mu? İslam dinine göre kadının evde oturması ve kuluçka makinası işlevi görmesi gerekmiyor muydu? Bir erkeğin gözlerine bakarak bile konuşması, yanında birinci dereceden yakını bir erkek (eş, baba ya da kardeş) olmadan sokağa çıkması yasak değil mi?

O zaman nedir bu kadar gürültü!

(Yurt Gazetesi)

Rana ULAŞ | Tüm Yazıları
Hits: 1594