Yalan, Dolan ve Efsane

~ 14.11.2012, Mine KIRIKKANAT ~

İftira için Çamur at, izi kalsınderler ya, garip ama gerçek; yalandan iltifatın da bir o kadar izi kalıyor, dedikodunun iyisi de kötüsü de unutulmuyor. Yeter ki uyduruk olsun, iyi ya da kötü; efsanelerin ömrü, sahteliğini kanıtlasanız da Doğru değil!diye tepinseniz de uzun oluyor. Hatta insanlar iyilikten uzaklaştıkça, iyiliğe ilişkin uyduruk öyküler kötülerden bile çok yaşıyor, adeta ölümsüzleşiyorlar!

İşte kıssadan hissesi, iyilik yap denize at, balık bilmezse halik bilir diye özetlenebilecek böyle bir öykü, neredeyse yarım yüzyıldır doğru olmadığı haykırılsa da geçen gün yine mesaj kutuma düştü.

***

Belki biliyor, belki bilmiyorsunuzdur, ama o kadar güzel bir yalan ki, aktarmak çile sayılmaz:

İngiliz çiftçi Fleming, tarlada çalıştığı bir gün yakındaki bataklığa yavaş yavaş gömülen genç bir çocuğun imdadına yetişir. Ertesi gün zarif bir fayton çiftlik evinin önünde durur. İçinden inen aristokrat İngiliz, çiftçiye Oğlumu kurtardınız, sizi ödüllendirmek isterim der. Çiftçi Fleming, İnsanlık görevimdi, bir karşılık kabul edememdiye yanıtlar. Tam o sırada kendi oğlu yanlarına gelir. Aristokrat İngiliz, çiftçiye oğlunu en iyi okullarda okutmayı önerir. Bu kez kabul görür.

Yıllar geçer. Çiftçinin oğlu Alexander Fleming, Londranın en prestijli tıp okulunu bitirir, doktor olur. Tıp alanında devrim sayılan penisilini bulur ve dünyaca ünlenir. Aradan bir zaman daha geçer. Dr. Alexander Flemingin babasının bataklıktan kurtardığı çocuk, artık koskoca adamdır ve 1943 yılında zatürree hastalığına yakalanır. Hayatını bu kez de penisilin ilacı kurtarır.

Çiftçinin oğlunu okutan aristokrat İngiliz, Sir Randolph Churchill olup önce bataklık, ardından zatürreeden kurtarılan oğlu da tarihe Sir Winston Churchill diye geçen büyük devlet adamından başkası değildir.

***

Müthiş bir insanlık dersi değil mi? Ama yalan, baştan aşağı uyduruk bir öykü. İnternet icat edildiğinden beri dünyada binlerce kişi bu öyküyü birbirine gönderip duruyor, iki-üç yılda bir benim posta kutuma da düşüyor. Geçen gün gelen versiyonu, Fransızcaydı üstelik

Bir yalanın efsane olabilmesi için, öykü uyduruk ise kahramanlarının, kahramanlar uyduruksa onlara yüklenen olayın doğru olması, yani kısmen gerçeklik gerekiyor.

Örneğin AKP iktidarı ile Avrupa Birliği ilişkileri, Türkiyenin böyle bir efsanesi.

2004 yılı Aralık ayında AB ile müzakere tarihi alındığında, Ankarada havai fişekler atılıyor, balonlar uçuruluyor, ülkemizi Avrupalılaştırmaya en kararlı Başbakan Erdoğan, Gerekirse Kopenhag yerine Ankara kriterleri der, devam ederiz!diye gürlüyordu.

***

Geldik, dayandık 2012 yılının neredeyse aralık ayına. AKPnin ABye uyum sürecinde yaptığı hukuk reformlarının yargıyı nereye bağladığını, ifade ve gösteri özgürlüğünü polis eli, hardal gazı, su karışımı mayonezle nasıl sağladığını, adaletin süründüğü Silivri davalarını gördük. Yetmedi, Başbakan Erdoğan, Türkiyenin AB yolunda kaldırdığı idam cezasını yeniden koymayı düşünüyor.

Efsaneyi efsaneye benzetmek gerekirse, 2004 yılından 2012ye Türkiye, ne penisilini buldu ne de demokrasi aşısını. Aşı tutmayan iktidar da AB yerine despotluk hezeyanları geçiriyor.

‘G’ NOKTASI

Başbakan Erdoğan, idam cezasının gerekliliğine ilişkin düşüncesini, katil hakkındaki ölüm ya da yaşam kararının maktulün ailesine ait olduğuna bağlıyor. Bu da kıstas hukukudur, evrensel hukukta yeri yoktur, hem çağdışıdır hem de dinsel.

Başbakan kıstas hukukunu referans gösterince, Üsküdar Üniversitesi Rektörü, üstelik psikiyatr Prof. Dr. Nevzat Tarhanın internet ağını fiberoptik altyapı ve sinizoidal dalga boyutuyla Kurandaki kıyamet alameti, yerde debelenen cin türü Dabbetül Arza benzetmesi, 21. yüzyıl Türkiyesine çok yakışıyor!

Ancak Dışişleri Bakanı Davutoğlunun, idam cezası tartışmalarına tepki gösteren AB yetkililerine karşı Başbakanı O açıklamayı Norveçte onlarca kişiyi katleden Breiviki kastederek yaptı!” savunması, bence yerde ya da gökte debelenmenin dik âlâsı.

Çünkü Norveçte 77 kişiyi öldüren Breivik, çarptırıldığı 21 yıllık hapis cezasının tamamını, ne bir gün eksik ne de fazla, hapishanede çekecek.

Oysa Türkiyede 188 insanı domuz diye bağlayıp öldüren Hizbullah canilerinden bazıları ömür boyu hapis cezasına çarptırılmasına karşın 17 katil, on yılın sonunda ve AKP iktidarı sırasında serbest bırakıldı! Daha pek çok hükümlü katil de keza...

Başbakan Erdoğan, Norveçli Breivike kesilen 21 yıl hapis cezasını az bulurken, acaba Türkiyedeki Hizbullah katillerini mi unuttu, yoksa maktul aileleri idam cezası talep edemedikleri için mi serbest kaldıklarını düşünüyor?

Akıllı bildiğini demez,

aptal dediğini bilmez

ATASÖZÜ

(Cumhuriyet)

Mine KIRIKKANAT | Tüm Yazıları
Hits: 2178