'Şemdin Kurbağalı deredir!'

~ 10.11.2012, Nazım ALPMAN ~

Uzun süredir Türkiye Cumhuriyeti’nin güvencesi altında cezaevinde yatan Şemdin Sakık, Ergenekon Davası duruşmalarında ortaya çıkarak bir anda Türkiye’nin en popüler adamı haline geldi.

Ergenekon’da “Gizli Tanık” olarak eklemlenmiş. Şemdin Sakık bir dönem PKK örgütü arasında büyük bir ağırlığı olan hatta Abdullah Öcalan’dan sonra 2. Adam diye bilinen bir şöhrete sahipti.

13 Nisan 1998’de Mesut Barzani’ye teslim oldu. Sonra Türkiye’ye getirildi. Yargılandı, mahkum oldu. Ama bu kadarla kalmadı. 28 Şubat 1997’de askerin ünlü andıçlama operasyonunda başrol oyuncusu olarak yer aldı.

Şemdin’in ifadeleri diye basına dağıtılan yalan ve iftiralardan ibaret bilgiler sonunda pek çok isim için hayati tehlike oluştu. Kimi gazeteciler işlerinden oldular. Ama en ağır bedeli ise İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal önedi. Birdal’ın üzerine iki şarşör mermi boşaltıldı.

Hürriyet’in andıçlama manşetinde Akın Birdal için Şemdin’in ağzından şu satırlar yer alıyordu:

“Akın Birdal benim tabancamdır!”

Sözüm ona Abdullah Öcalan böyle söylermiş Şemdin ile olan konuşmalarında… O haberler yayınlandıktan sonra Şemdin Sakık’ın avukatları acil olarak bir basın açıklaması yaptılar: Müvekkilimiz böyle bir şey söylememiştir!

Şimdi aradan bunca zaman geçtikten sonra Şemdin’in Deniz kod adıyla gizli tanık olarak herkese ok atmasına bakarak denilebilir ki, Şemdin o zaman da bunları söylemiştir!

Çünkü mayası uygun gibi duruyor.

Ben o günlerde tanık olduğum gerçek bir Şemdin hikayesini açıklamak istiyorum.

1998’de Milliyet’te çalışıyordum. Bir haber takibi için Diyarbakır’daydım. Milliyet’ye yazan ve Kanal D için haber program yapan Güneri Civaoğlu ekibi (Namık Koçak, Rafet Ballı ve Örsan Öymen) ile birlikte Diyarbakır’a gelmişlerdi. Civaoğlu, Şemdin Sakık ile röportaj yapacaktı.

Civaoğlu’nun gazeteci olarak ağırlığı ve şöhreti ona bazı avantajlar sağlıyordu. Bunlardan biri de Diyarbakır DGM’nin savcılarıyla yemekli bir ön görüşme yapacak olmasıydı. Güneri Bey nezaket gösterip yemeğe beni de davet etti.

Savcılardan biri Şemdin Sakık ile ilgili olarak kendisini çok etkileyen bir anekdot aktardı:

-İnanır mısınız tam 11 saat ifade verdi. Böyle elleri yanda esas duruşta kıpırdamadı!

Savcı bir hayranlıktan çok şaşkınlığını dile getiriyordu:

-Oturum Şemdin Bey diyoruz, hayır ben böyle iyiyim diyor!

O kadar yıl Türkiye’yi sallamış bir gerilla lideri… Yapmadığı baskın, girmediği çatışma, vuruşmadığı birlik kalmamış… Haliyle suç dosyası bir hayli kabarık… Savcılara esas duruş göstererek, iyi halden yırtacağım diye düşünüyor olmasını hepimiz yadırgamıştık.

O anda bir Deniz Gezmiş’in idam sehpasına attığı tekmeyi düşünüp, bir de Şemdin Sakık’ın ifade verirkenki esas duruş saygısına baktık. Arada dağlar kadar fark vardı.

Adam hiç sıkılmadan gizli tanık olarak “Deniz” adını almış kendisine… 1968 Kuşağından bir DEV-GENÇ’li Şemdin Sakın’ın yeni kod adına bakarak dedi ki:

- O ancak her mevsim lağım kokan Kurbağalı dere olabilir!

***

İfade özgürlüğü

Yıllar geçen dertler kalır

Hazırladığı Türkiye’de basın özgürlüğü raporuyla AKP Hükümetinin tepkisine neden olan merkezi New York’ta bulunan Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) üyesi gazeteci-yazar Kati Marton Türkiye’ye geldi.

Ankara’da Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile görüşme yaptı. Sonra ABD Ankara Büyükelçisi Francis Riccardone’nin onuruna verdiği yemekte gazetecilerle buluştu.

Marton yemekte yaptığı konuşma özellikle İslamcı basındaki köşe yazarları için “ders” niteliğindeydi. Manton dedi ki:

-Eğer siyasetçiler biz gazetecilerden hoşlanıyorsa, işimizi iyi yapmıyoruz demektir! Siyasetçilerin biz gazetecilerden hoşlanmasını beklemeyiz!

Ama AKP merkezli gazeteciler (ağırlığını yöneticiler ve köşe yazarları oluşturuyor) bunun tam tersini yapmakta hiçbir sakınca görmüyorlar. O kadar ki, toplumsal gösterilerde uygulanan polis şiddetini bile savunabiliyorlar!

Kati Marton bu çaba içindeki “meslektaşların” kulaklarına küpe olacak şu sözleri de söyledi:

-Özgür basın olmadan demokrasi olmaz!

Kati Marton 1997 yılında da Türkiye’ye benzer bir ziyaret yapmıştı. O zaman Tekirdağ Saray Cezaevinde yatan Özgür Gündem Yazı İşleri Müdürü Işık Yurtçu’yu cezaevinde ziyaret etmiş, aynı akşam bu satırların yazarına bir röportaj vermişti.

Işık Yurtçu’yu bu yaz kaybettik. Artık o yok. Ama onun hayatını ters yüz eden ve 16 yıl hapis cezası almasına neden olan koşullar hiç değişmedi. Cezaevleri yine gazetecilerin mekanı, Kati Marton Amerika kıtasından kalkıp yine Türkiye’ye geliyor, yine basın özgürlüğü için uluslararası tepkileri iletiyor!

Bir ülke “negatif istikrarda” bu kadar mı tutarlı olabilir?

 

***

Erdoğan gidince…

Başbakan Tayyip Erdoğan hafta içinde 5. Bali Demokrasi Formu’na katılmak için Endenozya’ya gitti… Aslında buna “demokrasicilik” formu denilse daha doğru olabilir. Brunei Sultanlığından İran’a, Türkiye’den Afganistan’a kadar demokrasiyle pek alakalı olmayan ne kadar devlet varsa katılıyor.

Bu toplantıların Türkiye’ye olan yararı ise farklı… Başbakan Erdoğan böylesi uzak mesafelere gidince memleket biraz nefes alıyor. Kimseyi haşlayamıyor. Her geçen gün birbirinden sivri hale gelen ünlü “sert” konuşmalarını yapamıyor.

Kısaca Türkiye biraz nefes alıyor: Erdoğan gidince!

(Birgün)

Nazım ALPMAN | Tüm Yazıları
Hits: 1747