Şemdin Sakık'ın Tanıklığı!..

~ 09.11.2012, Atilla AKAR ~
Öyle anlaşılıyor ki yaşadığımız dönem birçok bakımdan olduğu gibi “Tanıklık” müessesesi açısından da hayli “Problemli” olarak anılacaktır. Sanırım geleceğin hukuk öğrencileri “Tanıklık” olayının nasıl yapılmayacağına dair epey malzeme bulacaklardır. Adalet kefesinin her yöne çekilebildiği koşullarda “Tanıklık” kavramı da deforme olacaktı elbette. 
Bu süreçte tanıklığın adeta içi boşaltıldı ve “Gerçeği arama”nın, bulmanın bir “Aracı” olmaktan çıkıp, iddia makamının boşluklarını kapatan bir ”Unsur”u haline geliverdi. Ayrıca “Tanık”ların profili de bir o kadar garip. (Tecavüzcüsü, “Çakma haham”ı, hırsızı, uğursuzu, lümpeni doluşmuş!) Sıkıntı buradadır!
Ancak hemen belirtmiş olayım; Şemdin Sakık’ın mevcut kimliği beni o kadar ilgilendirmiyor. (Hakikaten özellikle yargılanan komutanlar için çok acı bir durum. Sen yıllarca bu devlet için “Terörle mücadele” et sonra bir “Eski terörist” şefi tarafından üfürükten suçlan. Hatta kurumsal olarak tümüyle hedefe oturtul!) İşte bu açıdan baktığımda itirazlar yanlış noktadan (Hatta “Tuzak”tır!) yapılıyor. 
Bence Şemdin Sakık da herkes gibi “Tanık” olabilir. Lakin çok önemli bir şartla! O da söylediklerinin bizzat ilk elden “Tanığı” olması kaydıyla. (“Sürecin tanığıydı” demek bu anlamda çok yetersiz.) Yani  atıyorum, PKK’nın o dönemki “Önemli adamı” olarak çıkıp şunları dese anlarım; “Efendim, şu tarihte şu kişilerle, şurada Türk Ordusu’ndan komutanlarla buluştum ya da toplantı yaptık. Orada terörü daha da azdırma kararı aldık. Filanca komutan da oradaydı. Bizzat gözlerimle gördüm.” Yahut “Falanca komutanın vurulması aslında ordu içi infazdı. Bunu bizzat gözledim hatta birlikte tuzak kurduk.”, vb.  
Oysa ifadelerden anladığım kadarıyla Sakık bunu yapmıyor. Onun yerine kendi yorumlarını, çarpıtılmış ve psikolojik savaşın bir argümanı haline getirilmiş “Komplo teorileri”ni “Gerçek” diye pazarlıyor.  O kadar ki bunların bir kısmının diyelim ki  “Doğru” olması halinde bile “Geçerli” değildir. Çünkü tanıklık “Subjektif kanaatler” e göre değil bizzat şahit olunmuş somut olaylar üzerinden yapılır. 
Diyelim ki bu adi bir cinayet davası olsaydı ne olurdu? Düşünün, tanık şunu diyor; “Cinayeti görmedim, sanığı da bizzat tanımam. Ama ben o çevrelerin adamıyım. Kulağıma gelen dedikodular ya da mantığım bana falancayı filancanın vurduğunu düşündürüyor. Bana göre kesin o vurmuştur.” Bu durumda hâkimin “Git işine, bunu da kim çağırdı?” demesi gerekir. Bu da o hesap! 
Zaten böyle olsaydı mahkemelere gerek kalmaz ya da “En iyi senaryo” yarışmasına dönerdi. O zaman kanıtlara, doğrudan tanıklıklara göre değil olaya ilişkin en mantıklı, en güzel “Kurgu” yapanın “Tezleri” doğrultusunda karar verilirdi. 
Dediğim gibi, herkes “Tanık” (Tabii eğer yalan söylemeyi huy haline getirmemiş, akli yetileri yerinde, şerefsiz bir geçmişe sahip değilse!) herkes “Sanık” olabilir. Bu açıdan “Terörist” den de tanık “Asker”den de sanık olur. Problem burada değildir. Problem adeta ihtiyaca uygun profilde “Tanık” üretilmesi ve bu tanıkların söylediklerinin somut gözlemlerden çok, kişisel kanaatlere dayandırılmasıdır. 

Bu tarz “Tanıklık”ların “Muteberlik”leri elbette tartışmalıdır. Fakat asıl muteber olmayan kişiliklerin yanında söyledikleri olsa gerek. Şemdin Sakık olayı da bunun bir istisnası değildir!..

(Yurt Gazetesi)

Atilla AKAR | Tüm Yazıları
Hits: 1158