Bu ayıp bize yeter de, birine ne kadarı yeter bilemiyorum?

~ 23.10.2012, Bülent SOYLAN ~
Bilirsiniz, bizde bir laf vardır; bazen “bu ayıp da bize yeter” deriz ve devamını getirmeyi kendimize zul (kendimizi aşağılama) sayarız.

Gazetelerden okuduğumuz şu haber de işte tam bunu dedirtecek cinsten:
İngiltere’deki “Financial Times” gazetesine konuşan İDO patronu Bay Souther, İDO’nun geleceği hakkında endişeli olduğunu dile getirmiş ve “İDO’nun en fazla kar ettiği hat olan Topçular-Eskihisar arasında rakip bir firmanın faaliyete başlaması halinde, İstanbul’un ulaşım sistemini yeniden yapılandırmayla ilgili planlarını tekrar gözden geçireceklerini” belirtmiş.
 
Souter, ayrıca “Firmanın aynı hat üzerinde zararına devam ettirdiği bazı hizmetleri vermeyi bırakabileceği yönünde uyarıda” bulunmuş.
Souter bir de, “İstanbul Belediyesi tarafından verilen belgelere inanmak istediklerini” dile getirmiş.
Yanlış anlaşılmasın diye önce şunların altını çizelim:

Biz daha işin başında iken İDO’nun fiilen bir deniz ulaşımı tekeli olduğunu söylemiş ve bunun iki nedenden dolayı satılmaması gerektiğini belirtmiştik:

Bunlardan birincisi, bu işin “bir kamu hizmeti olduğu”, denizin tam ortasından ikiye böldüğü bu 15 milyonluk şehrin vapur işletmeciliğinin bir ticari şirkete verilemeyeceğini, verilirse bunun kamu hizmetinden vazgeçmek olduğunu, bu durumda İstanbul halkının topluca bir tekelin “müşterileri” haline getirileceğini söylemiştik.

İkincisi; Mevzuatımıza göre Türk karasularında deniz taşımacılığında kullanılan gemilerin yüzde 49’u yabancı yatırımcıya verilebilir ama bunların” işletmeciliği” verilemez; çünkü Kabotaj Kanunumuz bunu yasaklamıştır. Özelleştirme kanunu bile “Kabotaj ile ilgili hükümlere dikkat edin” diyor ve buna aykırı hareket eden işletmecilerin gemilerinin derhal “bağlanması” gerekiyor.
Bunu yapmayanların da elbette ki bir gün gelip görevlerini yapmadığı ileri sürülebilecektir.
Maalesef ne bu işin içindeki, İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu ikazlara aldırdı, ne liman idaresi veya herhangi bir merci buna karşı bir işlem yaptı. Bize en azından “Yahu o Kabotaj Kanunu Cumhuriyetin ilk yıllarının heyecanıyla yazılmıştı, şimdi devir değişti; bunu şu-şu nedenlerle bu günün koşullarında yorumlamalı” diyebilirdi, kimse onu bile demedi, bu yanlışı adeta görmezden, duymazdan geldi.

Neden?
Bu işin daha ilk aylarında bilete zamlar yapılıp millet yabancı sermayeye daha fazla para ödemek zorunda bırakılmadı mı? İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın başkanlığında görev yapan  UKOME yani bu işlere bakan kurul, şimdi Bay Souther’in, bir süre önce de yerli ortağının “bu zamlar yanlıştı” dediği gibi bu zamlara onay verip “münasiptir” demedi mi?

Aynı vapura İstanbul’dan binenler her nedense ses çıkarmaz ya da çıkan sesler İstanbul medyasında yer almazken, aynı hattın Bursa iskelesinde gösteriler yapılıp bu işin yanlışlığı protesto edilmedi mi?

Bu durumu gören başta aynı partili Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı olmak üzere değişik meslek odaları biz tekelci uygulamaya karşıyız, halkımızı söğüşletmeyiz, gerekirse kendi vapurumuzu çalıştırırız demedi mi?

Bizim vatandaş olarak hukukumuzu korumakla görevli Rekabet Kurulu “İnceleyip inceleyip ben burada tekelcilik falan göremiyorum” derken şirketin yerli ortağı “bizim bu tekelci uygulamamız yanlış oldu” demedi mi?
Şimdi de İskoç ortak “piyasaya başkasını sokarsanız siz bilirsiniz” deyip tekelinin devamında israr etmiyor mu?
Bunlara evet diyorsanız, İngiliz ortağın sözleri bizler için, İstanbullular için ve hatta Türkiye için “zul” değildir de nedir?

Ne diyor Bay Souther:
-“İDO’nun geleceği hakkında endişeliyim”.
Bunun anlamı, bir gün ticari olarak batabiliriz, İDO zaafa düşer, ulaşım zaafa düşer demek değil midir?
Bu şirket zaafa düşerse olağan işletmeciliğine ya da kibarca söylenişi ile “hizmete” devam edebilir mi? Gerekli yatırımları yapabilir mi? Yeni hatlar açabilir mi? Artan nüfusun ihtiyacını karşılayabilir mi? Yoksa “benden bu kadar kardeşim, ben sizin devlet babanız mıyım, gerisi beni ilgilendirmez deyip milleti körfezden dolandırmaz mı?

- “Rakip bir firmanın faaliyete başlaması halinde, İstanbul’un ulaşım sistemini yeniden yapılandırmayla ilgili planları tekrar gözden geçirebiliriz”diyor.
Bunun anlamı, bana bu tekel hakkını tanımazsanız, ben liberalizm falan anlamam, bu denizlerde bir başkasının daha serbest ticaret yapmasına imkan verirseniz… demesi bu işi ancak bir tekel olursa yaparım; zaten işe girerken anladığım da buydu demek değil midir?

Aynı cümlesinin devamında “İstanbul’un ulaşım sistemini yeniden yapılandırma ile ilgili planları” gözden geçirebileceklerini söylerken; bir düşünün bakalım ey İstanbullular; bu şehrin deniz ulaşım planları hakkında İstanbul’u en iyi ben idare ederim diye ortaya çıkan Sayın Topbaş mı yoksa “İstanbul’un ulaşım planlarını değiştirebiliriz” diyen İskoçyalı Bay Souther mi fiili söz sahibidir?
Bunu mesela önümüzdeki seçimlerde -aday olacaksa- bir punduna getirip Sayın Topbaş’a sorar mısınız?

- “Firmanın aynı hat üzerinde zararına devam ettirdiği bazı hizmetleri vermeyi bırakabileceği yönünde uyarısı”na bir bakın.
Zararına devam ediyor dediği iç hatlarda ben hizmet vermem demek, Belediye’nin “özelleştiriyoruz-güzelleştiriyoruz” dediği deniz taşımacılığını bırakma yani aslında İstanbulluyu denizin ortasında bırakma “uyarısı” değil midir? Bunun ayıbı bize ve tabii en başta bu işi başımıza saranlara en büyük zul değil midir? Lozanda İsmet Paşa bunun için mi kabotaj kavgası vermiştir, Cumhuriyet 1923 yılından bu yana böyle bir “uyarı” ile “te’dip” edilmek (edebe davet edilmek) için mi canını dişine takıp bu kamu varlıklarını meydana getirmiştir? Son yıllarda kalkınan ekonomimizin, “büyük devlet” iddiamızın bu durumla bağdaştırılabilir bir yanı olabilir mi?

Haydi adamın ticaretine taş kondu, kendine göre bunları söylemekte haklı, öfkesini yenemedi. Peki ya bir de “malı alırken yağlım ballım olduğu” İstanbul Belediyesi için söyledikleri yenilir yutulur mu?
Ne diyor İskoçyalı?
-“İstanbul Belediyesi tarafından verilen belgelere inanmak istiyoruz”
Yani “Bana verilen belgeler var ama onlara da pek güvenemiyorum” demeye getiriyor.
Ya buna ne demeli?
Nedir bu inandırıcı sanılan ama sonradan endişe yaratan belgeler?
Bu son söylediği de tek başına “zul” değil mi bu işleri inatla, kararlılıkla başımıza saranlar için?

Biz bu işi başından beri farkettik, itiraz ettik, televizyonlarda, köşe yazılarında anlattık.
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisinde genel görüşme istedik, önergemiz okunmadan reddedildi.
Dinleyin, bu yanlışı söylemek görevimizdir dedik,
Dinlemiyorsunuz ama yazacağız bari okuyun dedik.
Dinletemedik, belki okutamadık bile ama üzerimize düşeni yaptık.
Maalesef haklı da çıktık.
Bakalım şimdi bu işi başımıza saranlar işin içinden nasıl çıkacaklar?
Bir vesile ile İstanbulluların huzuruna çıkarlar ya da çıkartılırlarsa bu işlerin cevabını nasıl verecekler.

Bülent SOYLAN | Tüm Yazıları
Hits: 2020