Ankara hâlâ demokrasi demedi

~ 31.01.2011, Aslı AYDINTAŞBAŞ ~

Orta Doğu’da devrim rüzgârları eserken Ankara sessiz. Hükümet burada dilinden düşürmediği “demokrasi” ve “milli irade” söylemini Orta Doğu’ya ihraç etmeye niyetli değil. Ancak Başbakan Erdoğan’ın Salı günü Meclis konuşmasında Mısır’da demokrasi vurgusu yapması beklentisi var…

İlginçtir ki, Türkiye’de her fırsatta “demokrasi”, “milli irade” ve “değişim” sloganlarıyla ortaya çıkan Ak Parti hükümeti, iş Orta Doğu rejimleri olunca oldukça ürkek ve temkinli.
Mısır’daki olayların beşinci gününde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “taraflara şiddetten kaçınma” çağrısı yaptığı açıklama, çekingen bir üslupla “Toplumların talepleri olur. Şeffaflık, hesap verilebilirlik, uluslararası toplumda kabul gören değerlerdir” diyordu.
Davutoğlu ne dememişti? En basitinden “demokrasi”, “insan hakları”, “reform.”
30 yıldır “Batı’nın müttefikiyim” bahanesiyle ülkesindeki baskı perdesini aralamayan bir diktatöre karşı her şeyi göze alıp sokağa dökülen Mısır’lılara “şeffaflık”tan söz etmek, en basit ifadesiyle sağınızda adam bıçaklanırken ıslık çalarak havalara bakmak olur.
Ama Dışişleri Bakanı bu anlamda istisna değil.

Statükonun cazibesi
AK Parti hükümeti (ve genelde Türkiye’de devlet mekanizması) Orta Doğu’da son dönemde baş gösteren demokrasi rüzgarına hep “temkinle” yaklaşıyor, içerde “milli irade” sloganıyla “Beraber Yürüdük Biz Bu Yollarda” türküsü çalarken, iş diğer Müslümanlara gelince “statükocu” kesiliyor. (Bu anlamda Ankara, yıllardır Mübarek’i Mısır halkının başına bela eden Washington’unkinden farklı değil.) Mısır olaylarında Ankara’nın tutumunu “ihtiyatlı” olarak aktaran yetkililer, Mübarek rejiminin isyanla gitmesinin istikrarsızlık yaratacağından, İslami Cihat ve Müslüman Kardeşler gibi köktendinci grupları iktidara getirebileceğinden endişeleniyor.
Olabilir. Ama demokrasiyi korkular ve paranoyalar yüzünden askıya almak ne zamandan beri meşru?

Bu  film size tanıdık gelmiyor mu?
Sadece Mısır değil, Ankara tüm Arap coğrafyasına aynı refleksle yaklaşıyor.
Tunus’da son yaşanan olaylarda Ankara neredeyse tamamen sessiz kaldı.
İran’da halkın sokaklara dökülüp günlerce demokrasi mücadelesi verdiği 2009 seçimlerden sonra telefona sarılıp Ahmedinecat’ı ilk kutlayan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan olmuştu. O dönem yaklaşık iki hafta boyunca İran halkı sokaklarda, hapishanelerde eli kanlı Besiç milisleri tarafından dümdüz edilirken, tek bir itiraz  gelmedi Ankara’dan.
Türkiye, benzer bir şekilde bölgedeki en yakın dostu olmasına karşın Mübarek’den daha da kapalı bir rejim sayılan azınlık diktatörlüğü Suriye’ye herhangi bir demokrasi telkininde bulunmuş değil. Beşir Asad’la yakınlığımız, Suriye halkına Türk dizileri ve Türk bisküvileri olarak geri dönüyor; ancak ifade özgürlüğü ve siyasi yasaklar namına “tık” yok.
Sudan’ın soykırımcı lideri Ömer el-Beşir, bütün dünya kendisine sırtını dönerken burada sıcak bir karşılama görüyor. Reform değil petrol ve ihale konuşmak için.

Hamas tek istisna
Libya’dan Katar’a Türkiye’nin bu coğrafyada “oyun kurucu” ve “bölgesel güç” olma iddiası var; ancak “demokrasi” ve “değişim” derdi yok…
İlginçtir, Ankara’nın son yıllarda Arap coğrafyasında demokrasi ve “milli irade” olgularına sahip çıktığı tek yer, 2005’de Hamas’ın seçim kazandığı Gazze oldu. Başbakan Erdoğan hem o meşhur Davos konuşmasında, hem de batılı liderlerle ikili görüşmelerinde uluslararası camianın Gazze halkının demokratik seçimine saygı duyarak Hamas’ı muhatap alması gerektiğini söyledi. Bu anlamda Ankara,  Hamas’ı Batı’da en güçlü savunan ülke oldu.

Ak Parti tabanı farklı
Tabii, hükümet Mısır ve diğer Orta Doğu diktatörlükleri konusunda statükodan vazgeçemezken, Ak Parti tabanındaki hissiyat tamamen farklı. Türkiye’de muhafazakarlar, yıllardır istikrar ve laiklik adına her türlü demokratik hakkı askıya alıp ülkesindeki İslami muhalefete büyük baskı uygulayan Mübarek rejimini öteden beri sevmiyorlar. Bu yüzden de Mısır’daki ayaklanmalara büyük sempati var. Muhafazakar medya da Mübarek rejiminin çatırdayışına alkış tutuyor.
Dün konuştuğum bir Ak Partili,  “Türkiye’de Ak Parti’nin sandık yoluyla yürüttüğü demokrasi mücadelesiyle Mısır halkının sokaklarda yürüttüğü mücadelenin aynı demokrasi mücadelesi” olduğunu söyledi.
Bu anlamda tabanın hislerini en iyi yansıtan, Mısır konusunda heyecanını gizlemeyen Bülent Arınç oldu: “Diktatörlerin en fazla bir seçim ömrü vardır. Seçim yapmazlar, yapmazlar, sonunda gümleyip giderler. Çünkü halk iradesi üzerinde hiçbir güç yoktur.”
Orta Doğu’da devrim rüzgarları bu kadar sert eserken “bölgesel güç” olma iddiasında olan AK Parti’nin bu kadar sessiz kalması, demokrasi yerine istikrar vurgusu yapması, hem ciddi bir çelişki hem de halklar nezdinde Türkiye’nin küresel iddiasını zayıflatan bir durum.

Erdoğan ne diyecek?
Bu durumun farkına varılmış olmalı ki, Erdoğan da Mısır’ı gündemine almış durumda. Erdoğan ve Mübarek rejimi arasında  kadar büyük bir aşk olmadığını herkes biliyor. Fakat Başbakan, rejimi sevmiyor olsa da şu zamana kadar Mısır denkleminde ağırlığını koymadı.
Sanırım bu tutum, bu hafta değişecek. Erdoğan’ın Salı günü Meclis’teki grup konuşmasında Mısır’a değinmesi ve demokrasi vurgusu yapması bekleniyor. Umarız Erdoğan, Dışişleri’nin “şeffaflık” açıklamasından öteye gider ve Mısır halkının haklı isyanına güçlü bir destek verir. (En azından ABD Başkanı Obama’nın gerisine düşmez.) Çünkü bölge halkının gerçek kahramanı olmak için, o halka sahip çıkmak lazım.

ABD elçisinin Kahire rötarı
ABD’nin  yeni büyükelçi Frank Ricciardone, aylar süren bir rötardan sonra geçen hafta Ankara’ya geldi.

Hatırlarsınız Ricciardone’nin ataması, Türk-Amerikan ilişkilerinde sert rüzgârların estiği bir dönemde Kongre engeline takılmış, ABD Senatosu elçiye bir türlü onay vermemiş, sonunda Obama nadiren kullandığı bir yetkiyle Senato’yu by-pass ederek elçiyi yollayabilmişti.
Ancak hatırlatmakta fayda var. Kongre’nin, Türkiye’den önce Mısır ve Afganistan büyükelçisi olarak görev yapan Riccardone’ye olan asıl itirazı, elçinin Kahire’de görev yaptığı 2005-2008 dönemiyle ilgiliydi.
Diplomatı aylar boyu veto eden Kansas’lı senatör Sam Brownback, çekincelerini sıraladığı mektupta, Riccardione’yi Mübarek rejimine fazla yakın olmak, oradaki insan hakları ihlallerini önemsememek, demokratik muhalefeti hiçe saymak ve ABD’nin Mısır’da sivil toplum ve demokrasiyi geliştirmek için ayırdığı yardım fonlarını hükümete kanalize etmekle suçlamıştı. (Gerçi Mısır’ın en önemli insan hakları savunucu Saad Eddin İbrahim, bu iddiaların “abartılı”  ve haksız olduğunu, kendisinin sık sık büyükelçiyle görüşebildiğini söylüyor.)
Ricciardone’yi eleştirenler, elçinin bir televizyon röportajında Mısır’da azınlıklara karşı ayrımcılık “olmadığını” söylemesine (ki var) ve “Mısır’da da ABD gibi ifade özgürlüğü var” demesine (ki yok) takmışlardı.
Kısacası senatörler Amerikalı diplomatı “fazla yandaş” buluyor ve Türkiye’de de Ak Parti’ye yakın davranarak “laik muhalefeti” hiçe sayacağından korkuyordu.
Duyduğumuz kadarıyla ABD elçisi Mısır’da kamuoyu ve rejim nezdinde oldukça popülermiş. Ancak Türkiye’de sadece popülerite değil Kongre, Obama yönetimi ve Ankara arasında hassas dengeleri gözetme gereği hissedecektir. İşi zor.
Kongre’deki bu acı tecrübeden sonra Ankara’ya güç bela varan Ricciardone’nin Türkiye’deki mesaisinde iktidar ve muhalefet arasında denge kurmaya çalışacağına, sadece Ak Parti değil CHP ve diğer partilerle de görüşeceğine, insan hakları ve demokrasi konularına hassas olma gereği hissedeceğine şüphe yok. Çünkü Mısır’ı geride bırakmış olsa da belli ki Mısır’daki ünü peşini kolay bırakmayacak- Kongre’nin gözü hep üzerinde olacak.

BATI NEDEN DESTEKLİYOR?
Başta Washington olmak üzere Batı, 32 yıldır Mısır’da Mübarek rejimini desteklemekte. Bugün bile rejimin tamamen devrilmesini değil, Mübarek gitse bile Muhaberat başkanı Ömer Süleyman nezaretinde “kontrollü demokratikleşme” istiyorlar.  Peki Batı neden insan hakları ihlallerine rağmen yıllardır Mübarek’den vazgeçemedi?
* Yılda 1 milyar doların üstünde askeri yardım alan Mübarek rejimi, ABD’nin bölgedeki en yakın müttefiki.
* Mısır’da Müslüman Kardeşler ve İslami Cihad, Batı’nın gözünü korkuttu; Mısır’da rejim giderse Arap coğrafyasında “ikinci bir İran”dan çekindiler.
* Mısır İsrail’le kurumsal ilişkisi olan tek Arap rejimi.
* Mübarek’in laik oluşu ve İslamcılardan nefret etmesi, Avrupa ve ABD’de dost kazanmasına neden oldu.
* ABD Kongresi’nde Mısır lobisi var.
* İyi İngilizce konuşan Mübarek, esprileri ve rahatlığıyla Batılı liderlerle sıcak ilişkiler kurdu.
* Mübarek rejimi hiçbir zaman Saddam kadar eli kanlı bir diktatörlük değildi. Düşük dozlu sivil toplum ve muhalefetin varlığı, Batılıları rahatlattı.
* Mısır’da dönem dönem reformlar ve açılımlar oldu. Mübarek hep kendi kamuoyu ve Batı’yı “kontrollü demokratikleşme” vaadiyle oyaladı.

(Milliyet 31.01.2011)

Aslı AYDINTAŞBAŞ | Tüm Yazıları
Hits: 1748