Siyaset ve Ordu

~ 25.09.2012, Ali SİRMEN ~

Balyoz davası her şeye karşın, bizim yargı sistemine oranla süratle sonuçlandı.

Bunda adaletin gecikmesinden duyulan kaygının etkisi yoktu. Çünkü bu yargılamanın adaletle uzaktan yakından ilgisi bulunmuyordu.

Tıpkı Ergenekon tutuklularının olduğu gibi Balyoz tutuklularının durumlarının sıkça gündeme gelmesi üzerine kapıldığım endişeleri bu sütunda birçok kez dile getirmiş ve şu tehlikeye dikkati çekmiştim: Uzun tutukluluk sürelerinden egemenler de rahatsız, buna karşı şimdi hızla tutuklulukları hükme dönüştürecekler. Balyoz kararlarında hukuk aramak abesti.

Yargılama sürecinde hukuk yoktu ki karar hukuki gerekçelere dayansındı.

Bu bakımdan Balyoz kararını hukuki gerekçelerle açıklamaya imkân yok.

Peki o zaman kararı nasıl açıklayabileceğiz?..

Tayyip Beyin ve Atlantik ötesinin yandaşları olayı, siyaset üzerindeki ordu vesayetinin sona erdirilmesi açısından haklı göstermeye çalışıyorlar.

Demokrasilerde siyaset üzerindeki askeri vesayetin kaldırılması, desteklenecek, yerinde bir girişimdir.

***

Ancak demokrasilerde, zaten sistemin ruhuna uygun olan bu girişimin yasalar çerçevesinde, hukukun sınırları içerisinde gerçekleştirilmesi zorunludur.

Yoksa askerin vesayetini kırıyorum derken ve belki de gerçekten kırarken, hukuku ayaklar altına alıp adaleti çiğnerseniz, asker vesayetinin yerini sivil buyurgan vesayeti almış olur ve sonuçta da askeri vesayetin yaratacağı ortam ne ise aynısının sivil girişimle yaşama geçirilmesi gibi bir durum doğar.

Olayı, askeri vesayetin kırılmasının da ötesinde askerlerle bir hesaplaşma olarak görenler de var. Onlar için de söylenecek şey, demokrasilerde hesaplaşmanın hukuk çerçevesi içinde olmasıdır. Aksine davranışlar, yeni zalimler, yeni mazlumlar doğurur.

Demokrasiler ise, zalimlere ve mazlumlara yer olmayan hukuki güvence rejimleridir.

Tezlerini haklı gerekçelerle destekleyerek, daha ileri gidenler de var. Katıldığım bu görüşe göre, AKP kendine sadık, kendi istediği doğrultuda yeni bir TSK dizayn etmek için bu yolu tutmuştur.

Bu yol, en aşağı askerin siyasete karışması kadar sakıncalıdır. Asker siyasete karışmamalıdır ve sivil iktidarın, anayasanın emrinde olmalıdır.

Ama ordunun siyasete karışması ne kadar sakıncalıysa, siyasetin orduya karışması, ordunun iç işleyişine müdahale etmesi de o denli sakıncalıdır.

Ne ordu siyasete karışmalıdır ne de siyaset orduya.

***

Ordu ile siyasetin birbirlerinin alanlarına tecavüz etmeleri halinde neler olabileceğini, Balkan Savaşında Osmanlının düştüğü trajikomik hali yaşayarak gördük.

Yazılarını Pazarın Penceresinden büyük bir ilgi ve beğeniyle izlediğim Selçuk Erez bu hafta, Sovyet Fin savaşı örneğinde, siyasetin orduya karışmasının olumsuz sonuçlarını inceliyordu.

Siyasi iktidarların orduyla hesaplaşmalarının en çarpıcı örneklerinden birini de II. Mahmut döneminde yaşadık.

II. Mahmut daha iktidarının başında yeniçeriyle hesaplaşmayı aklına koymuş, 18 yıl sabırla beklemiş, sonuçta 1826da kanlı bir operasyonla Yeniçeri Ocağına incir dikmişti.

Ama sonuçta, Osmanlı birbirini izleyen yenilgiler almış, hatta kendi Mısır Valisinin oğlu İbrahim Paşanın kuvvetleri karşısında bozguna uğramıştı.

Türkiye bugün çok çeşitli ve acil tehditlerle karşı karşıyadır. Birliği ve bütünlüğü tehdit altındadır.

Hatta bu devletin sınırlarının ne olacağı bile, kimileri ne kadar duymazlıktan gelirse gelsin, en olmayacak yerlerde dahi tartışma konusudur.

Böyle bir dönemde, ordunun önemi daha da artar.

Böyle bir döneme alt edilmiş, morali sıfırlanmış bir orduyla girmek cinnettir.

Bir ülke, iktidarın meşrebine göre oluşturulmuş değil, milletin emrinde olan ordusu ile çıkarlarını koruyabilir ancak.

(Cumhuriyet)

Ali SİRMEN | Tüm Yazıları
Hits: 2018