Balyoz kime indi?

~ 24.09.2012, İlker BELEK ~

Türkiye’de yaşananları hala askerlerin egemenliğindeki vesayet rejiminin yıkılması ve yerine demokratik bir düzenin gelmesi olarak görenler varsa, siyasi mücadele alanında alınacak epey yol var demektir.

Oysa gerçeklik tümüyle farklıdır ve mücadele askerlerle AKP arasında değil, kapitalist iktisadi zeminde iki farklı rejimi savunan ve dünya emperyalist sistemini ve bu sisteme tutunma mekanizmalarını farklı okuyan güçler arasındadır.

Bu nedenle, askeri vesayete karşı demokrasi savunuculuğu yapanların kaderi, kaçınılmaz olarak, iç yüzü gün be gün deşifre olan AKP’nin yeni rejimini savunmak olmaktadır.

* * *

Sorun esasen daha önceden ve ontolojik düzlemden başlamakta ve askerin parlamenter sistem içindeki işlevi noktasına işaret etmektedir.

Eğer kurulu bir rejimin koruyucu unsurları söz konusu edilecekse, bunların içinde askerin ve polisin yer alması kaçınılmaz görülmelidir.

Hatırlanacağı gibi Sovyetler Birliği’nde ta devrim günlerinden beri söz konusu olan ve seçimle belirlenen siyasi sistemin adı İşçi, Köylü ve Asker Vekilleri Sovyetleri şeklindeydi.

O halde önemli olan askerin ve polisin siyaset sahnesinin içinde yer almaları değil, bunun nasıl, kim-hangi sınıf adına, kime karşı, hangi mekanizmalarla ve hangi hedef için kurumsallaştırılacağı konusudur.

Bugün artık çok net görüldüğü gibi AKP rejiminin de arkasında kendi askeri ve polisiye güçleri vardır.

* * *

Askerin, burada yapıldığı gibi, rejimin siyasal mekanizmaları içinde bir biçimde işlevlendirilmesinin darbecilik, darbe savunuculuğu anlamına gelmediği ortadadır.

Ortadadır, çünkü komünistler, işçi sınıfı haklarının darbeyle korunamayacağını, sınıf ile asker arasındaki ilişkinin, askerin darbeci olarak nitelenecek kertede karşıt olduğu koşullarda, askerin halkçı rejimin korunması işlevini yerine getirmekle ilişkisinin olamayacağını gayet iyi bilirler.

Asker rejimin koruyucusudur. Her rejim koruyuculuk ilişkisini farklı biçimde tanımlar. AKP’nin Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı Genel Kurmay için bundan farklı bir tanımlama olanağı var mıdır?

Askerin siyasi mekanizma içinde yer alması rejimin demokratik olmadığının kesin kanıtı olmayacağı gibi, askerin seçilmiş siyasi mekanizmanın daha fazla denetiminde bulunması da rejimin demokratikliğinin kanıtı sayılamaz.

* * *

Kısaca, Balyoz davası sanıklarının ağır cezalar almış olmaları demokratikleşme yönündeki bir gelişmenin göstergesi değildir.

Değildir de nedir?

Anlaşıldığı kadarıyla dava hukuki bir zeminde gelişmemiş, evrensel hukuk sisteminin gerekleri dava sürecinde çiğnenmiş, savunmanın sunduğu deliller görmezden gelinmiş, kaybedilmiş, avukatların savunma hakları kısıtlanmıştır, vb.

Ne olursa olsun, hukuki yargılanma herkesin hakkıdır ve bu davada tamamen yok sayılmıştır. Birinci görev, bu sorunu saptamaktır. Çünkü, şimdi, AKP’nin “yaptık, oldu” “hukuku” tesis edilmektedir ve bundan böyle herkes kurban edilebilecek konumdadır.

Davanın bu hukuk dışı seyri, sanıklar arasında AKP hükümetini bir darbeyle devirmek niyeti taşıyanların bulunmadığının kanıtı olmayabilir. Böyle düşünenler, düşüncelerini yaşama geçirmek için daha ileri organize çaba içine girenler belki de olmuştur. Böyle düşünmemizin nedeni, 1924’ten beri askere yüklenen anayasal misyon ve misyonun gereği olarak askerin üstlendiği pratik işlevlerin bolluğudur.

Ancak, Balyoz davası süreci (eğer gerçekten varsa) sanıklar arasındaki darbecileri ortaya çıkarmak amacını taşımamıştır.

* * *

Bu dava, AKP’nin kendi rejimini tesis etme sürecinde, karşısında yer alan geleneksel rejim güçlerini tasfiye amacıyla planlanmış ve o planın gereği gibi sonuçlandırılmıştır.

Aynı anda da yeni rejimin operasyonel güçleri yeni baştan oluşturulmuştur.

* * *

Bu sistematik operasyonun bir tarafına geleneksel Cumhuriyetçi güçler, öte tarafına da Kürt hareketinin meşru ve parlamenter sistem içinde seçilmiş unsurları yerleştirilmiştir.

Balyoz-Ergenekon bir tarafta, KCK öte tarafta, AKP’nin kendi rejimini kurmak için önünde engel oluşturan iki esas kuvvete karşı başlattığı saldırı ve yok etme harekatlarıdır.

Bir zamanlar birbirlerinin doğrudan karşısında yer alan bu kuvvetlerin AKP’nin zulmüne uğramış olması Türkiye coğrafyasının hangi emperyalist planlara maruz bırakıldığının açık kanıtı iken, bu iki kuvvetin birbirlerini halen bölücülük ve faşistlikle suçluyor oluşları da tam bir ironidir.

Üstelik şimdi, Cumhuriyetçi kanat hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına, Kürt hareketi ise birlikte yaşamaya vurgu yapmaktadır.

* * *

İroninin ötesinde burada ancak komünistlerin görebilecekleri bir ders de vardır:

Bu toprakları aydınlanma, bağımsızlık, eşitlik ve özgürlük idealleri adına ancak komünist bir hareket kapsayıp, yüceltebilir.

Buna hayal diyenlerin, Türkiye için bir felaketin çağrısını yaptıklarını söylemek, bizim bilimsel öngörülerimizden birisi olarak kaydedilsin.

(SolHaber)

İlker BELEK | Tüm Yazıları
Hits: 1181