Oynamaya niyeti olmayan gelin ve asgari ücretin vergisini anayasaya bağlamak

~ 24.09.2012, Bülent SOYLAN ~

Bilirsiniz, bizde bir şeyi yapmaya istekli olmayıp mazeret üretenleri anlatmak için hoş bir laf vardır:
Oynamaya niyeti olmayan geline “oyna” demişler; yerim dar” demiş; yerini genişletmişler bu sefer de “yenim dar” demiş.

Bilmeyenler için söyleyelim “yen”, elbisenin kol kısmı”dır.
“Yen”i dar elbise ile oynamak isterseniz kollar açıldığında elbise hareketinize engel olur yani “kasar”.
Bu günlerdeki gazete haberlerine göre partilerimiz asgari ücretin vergi dışı bırakılması konusunda mutabık kalıp haydi biz bunu yeni anayasaya koyalım demişler.

“Aman ne güzel!”.
İnşallah böylece “güzelliklere vesile olacak” anayasal değişiklik konusunda “asgari ücretlilerden” de epeyce destek gelir de bu düzenin en alttakileri önlerine konan bu “mama”nın cazibesi karşısında öyle federasyondu, idari özerklikti falan gibi bazı “anlaşılmaz” anayasa hükümleri üzerinde pek kafa yormak durumunda kalmazlar.
*
Bu satırların yazarı, asgari ücret üzerinden vergi alınmaması gerektiğini; bunun istihdam üzerinde bir baskı yarattığını, “İşçilik üzerinde fiyat etkisi yaratması dolayısıyla” ekonominin gelişmesinin önünde engel olduğunu, vergi dağılımının aslında ülkedeki gelir paylaşımı meselesi olduğunu, devletin yükünün fakir fukaraya yıkılmaması gerektiğini… Cumhuriyet Gazetesi’nin 28 Ocak 1980 tarihli sayısında yayınlanan “İstihdam Vergisi Azalırken ” başlıklı makalesinde söylemiş ve o günlerden bu günlere yaklaşık 32 yıldır da çeşitli ortamlarda aynı tezi savunagelmiştir.

Bizim bildiğimiz kadarıyla şimdi çokça kullanılan “İstihdam Vergisi” tanımlaması da ilk defa bu makalede yapılmıştır.
Orada ileri sürülen görüş kısaca şudur:
Ücretler üzerinden alınan vergiler, göründüğü gibi ücretli çalışan kişilerin değil, istihdam olayı üzerinden alınan vergilerdir.
Ücret bordrosu üzerinden alınıyor olsa da bu verginin yükü işçi ve işverenin her ikisini de yani sonuçta “istihdam olayını” baskı altında tutar.

İstihdam vergisi bu niteliğiyle ülkede işçilik maliyetlerini arttırır.
İşçilik maliyetlerinin vergi yükü dolayısıyla yükselmesi ise Türkiye’nin pahalıya üreten, ihraç edemeyen, ithal malını nispeten ucuz hale getiren ve sonuçta yetersiz / verimsiz bir ekonomik yapının oluşması sonucunu doğurur.

İstihdam vergisi adım adım azaltılmalı, hele asgari ücretlerden tamamen kaldırılmalıdır.
Bu durum aynı zamanda vergileme yoluyla gelir dağılımını etkilediği için bir ekonomik paylaşım, milli gelir dağılımı konusudur, devletin finansmanında alt gelir guruplarına daha az yüklenilmesi için bu paylaşım alt gelir grupları lehine değiştirilmelidir…
*
Türkiye’nin bu günkü anlamdaki vergi düzeni 1949 yılında şekillenmiştir.
Bu şekillenmede etkili olan bazı uluslararası kurumlar ve OECD, daha o zamanlardan maalesef Türkiye’ye, istihdamı ve dolayısıyla üretimi kısan bir elbise “giydirmiştir”.

O günlerden bu günlere gelene kadar neredeyse bütün hükümetler ücretler üzerinden alınan vergileri indirerek ekonominin önünü açacaklarını “vaad etmelerine” rağmen iktidara geldiklerinde bu çemberi kırıp dediklerini yapamamışlardır.

İşin ilginç yanı, istihdam üzerindeki vergiler hem işverenin hem işçinin üzerinde yük olmasına ve hükümetler bunu programlarında vadetmelerine rağmen bu iş olamamıştır.
Bu da göstermektedir ki, bu konu ciddi bir “düzen” hatta “malum dünya düzeni” meselesidir.
*

Türkiye, şu kimilerince yetersiz bulunup beğenilmeyen anayasasının değiştirilemez 2. maddesine göre bile bir “sosyal hukuk devleti”dir.
73. Maddesine göre “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır.”

İşte bu hükümler apaçık ortada iken, “her nedense” ama bize göre yukarıda belirttiğimiz “dünya düzeni” dolayısıyla Türkiye’de “yoksulluk sınırı altı” düzeyinde bir geliri ifade eden asgari ücret üzerindeki vergi yükü bu güne kadar kaldırılamamıştır.
Bu yükün kaldırılamaması asla bir anayasa engeline takılmakta değil, aksine kaldırılması anayasayla hükümetlere verilmiş görevdir.
Şimdi, bunun gerçekleştirilebilmesi için sözüm ona yeni anayasa çalışmalarında bir “mutabakat”a varılmıştır.
Peki soruyorum:
Acaba daha önceleri asgari ücret üzerindeki vergi yükünün kaldırılmasına gayret edilmiş de Anayasa Mahkemesi bunu “olmaz öyle şey, madem asgari ücretli de para kazanıyor o da ödeyecek” deyip bu düzenlemeyi iptal mi etmiştir?

Bu işsizlikte, bırakın her gün iş bulabilmeyi, senede sadece birkaç günlüğüne kazma sallayıp dişinin kovuğuna bile gitmeyecek üç beş yevmiye alabilen “talihliler” dahi vergilendirilirken; elindeki hisse senedini iki seneden fazla tuttuğu için birkaç milyar dolar kazananlardan (meraklısına örneğini verebilirim) beş kuruş bile vergi istenmeyen bu ülkede temel sorun acaba bu vergi yükünün adaletli dağılımını engelleyen bu “geri (!) anayasa anlayışı” mıdır?
Yoksa her şeye rağmen hükmünü sürdüren, sürmesine itiraz edilmeyen bir garip “düzen” mi?

Bu ülkede asgari ücret yoksulluk sınırının altında “tespit ediliyorsa”, Bakanlar Kurulu’na bir kararname ile vergi oranlarını sıfıra kadar indirme yetkisi veriliyor ve bu yetki her gerek görüldüğünde bir aşağı bir yukarı kullanılıyorsa, bu düzende asgari ücretten alınan vergiler “adaletli” olma iddiasına rağmen “resmen” yoksulluğun dahi bile bile vergilendirilmekte olması değil midir?
“Ah şunun yetkisini anayasadan alabilsek serzenişi sizce inandırıcı mıdır?
*
Ey bu işlerde kolayca “mutabakat” sağlamış olan siyasi partiler:
Madem mutabıksınız, madem bu konu daha önceki programlarınızda hep vaad edilmiş, madem Anayasa buna engel değil ve hatta “emrediyor”…
Peki siz bu iş için, çıkıp çıkmayacağı; çıkarsa “şimdi mümkün olmayan hangi düzenlemeleri” gerçekleştirmek” amacıyla çıkacağı belli olmayan o anayasayı niye bekliyorsunuz?

Peki neden bu konuda çok değil, üç satırlık bir kanun teklifini şimdi sizinle aynı mutabakat içinde olan hükümetin önüne koyup “haydi bakalım, bir imza da buraya at da asgari ücreti bu günden vergi dışına çıkaralım diyemiyorsunuz?

Elinizi tutan mı var?
Verin teklifi, bu konuda kimin samimi olduğu, kimin bu konuyu yeni anayasa taslağını “süslemek için” koyduğu; kimin Türkiye’nin önünü gerçekten açmak istediği, varsa kimin tıkamak için kıvırttığı, ortaya çıksın.

Ey sendika kökenli, vekilliğini emeğin örgütlerine borçlu milletvekilleri, ey “işçi dostu” milletvekilleri; partinizin mutabakatı böyleyse peki ya siz arkanızdaki emekçileri neden bekletiyorsunuz?
Taşıdığınız “vekalet”iniz öncelikle bu işler ve onlar için değil mi?
Önerdiniz de “parti disiplininiz” mi önünüzü kesiyordu?
O zaman şimdi önerin.
Nasıl olsa mutabakat tamam; şimdi önerin de onların samimiyetlerini sınayın; bakın bakalım o konuda diğer partilerle olduğu gibi sizinle de mutabakatları olacak mı?

Başta sosyal demokratlar olmak üzere bütün siyasi partiler ve milletin ve de emek örgütlerinin vekilleri için söylüyorum; merak edilmesin, siz milletin istediği havaya göre oynayın, size “yer” de açılır, mevcut anayasa elbisesinin “yen”i de dar gelip kasmaz.

Kasacak olan taraf belki önünüze gelecek yeni anayasa elbisesi olabilir.
Yarın önünüze böylesi “kurular” ile bir kısım “yaşların” aynı tertipte getirildiğinde “yen”leriniz her halükarda biraz “kasacağı” için kollarınızı şimdiki kadar rahatlıkla kaldıramayabilirsiniz.
Bence gün bu gündür.
 

Bülent SOYLAN | Tüm Yazıları
Hits: 2141