PKK'nın stratejik derinliği

~ 27.08.2012, Kadri GÜRSEL ~

PKK ile Türkiye Cumhuriyeti devleti arasında 1984’te başlayan çatışmada bu yaz yeni bir dönüm noktası geçildi. Artık başka bir periyoddayız.
Kesin bir tarih vermek de mümkün. Bu yeni döneme işaret eden gelişme, PKK’nın 23 Temmuz’da Şemdinli’de saldırdıktan sonra çekilmeyip üzerine gönderilen güvenlik güçlerine mevzi tutarak karşılık vermesidir. Müteakiben, bölgedeki savaş ortamının neredeyse süreklilik kazandığını gösteren bir manzara ortaya çıktı.
AKP iktidarı döneminde PKK’nın şiddeti tırmandıran ikinci makas değişikliği bu...
İlki, 99’da Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesi sonucunda PKK’nın mecburen başlattığı tek yanlı ateşkes dönemini 2004’te sona erdirmesi olmuştu.
Her iki durumun da PKK açısından fırsat ve zeminini hazırlayan, AKP yöneticilerinin bölgesel gelişmeler karşısındaki karar ve tepkileridir.
İlkini özetleyerek geçelim; 2003’te malum, Amerikan birliklerine Türkiye üzerinden Irak’ı işgal izninin, iktidar tarafından istenmesine rağmen Meclis’ten çıkarılamamasıdır. Bunun sonucunda Türkiye, Amerikan işgalindeki Irak’a müdahil olma hakkını yitirmiştir. Böylece PKK’nın Irak’ın Kürt bölgesindeki varlığı bir nevi dokunulmazlık kazanmış ve örgüt ara vermek zorunda kaldığı şiddet eylemlerine yeniden başlamak için uygun zemini bulmuştur.
İkinci şiddet sıçramasında rol oynayan karar ve tercih, AKP dış politikasını tayin edenlerin artık iç savaşa dönen Suriye’deki isyanda, “Müslüman Kardeşler enternasyonalizmi ve dayanışması” rehberliğinde saf belirlemesi oldu.
Türkiye’nin dış politikasına eylemde ve üslupta ideolojik aşırıcılık hakim olmuştur. AKP Türkiye’sinin büyük hatası, kendisini Tahran-Bağdat-Şam ekseninin gözünde bir “stratejik tehdit” haline getirmesidir.
Neticede, meydana gelmesinde AKP’nin gafletiyle rol aldığı konjonktür PKK’ya büyük fırsatlar sunuyor.
Ve PKK’nın bu fırsatları değerlendirirken harcamak için elinde yeterli insan kaynağı var çünkü Türkiye’nin dağlarına sürekli insan kışkırtan bir Kürt sorunu ve hükümetinin de bu sorunu sürekli büyüten baskı politikaları var.
Endişeyle gözlemlediğim diğer bir husus, Kandil’dekilerin yeni konjonktürde bir Türk-Kürt çatışmasından çekinmedikleridir. Gerçekten de böyle bir kavgada akacak kandan siyasi fayda elde edecek olanlar da sadece onlardır.
Diğer taraftan, temmuzdan bu yana Hakkari bölgesinde artık sıradanlaşan PKK saldırıları Tahran’ın desteği göz ardı edilerek açıklanamaz.
PKK’nın Gaziantep’teki sivil katliamı da yeni konjonktürün eseridir. PKK Gaziantep’te o bombayı vekaleten patlatmıştır.
AKP Türkiye’sinin bölgesinde kışkırttığı yeni düşmanlıkların kendisine PKK üzerinden geri dönüşü, ana parametrelerin değiştiğine işaret ediyor.
Birincisi, AKP hükümetinin 2009’un sonbaharından bu yana Kürt hareketine karşı, onu tasfiye etmek, o olmazsa gelecekteki herhangi bir müzakerede masadan en azını alarak kalkmaya zorlamak için sürdürdüğü baskıcı/güvenlikçi strateji çökmüştür.
İkincisi, yeni konjonktürün ikram ettiği destekler PKK’ya bugüne kadar sahip olmadığı bir stratejik derinlik sunuyor.
Kandil’dekiler Suriye’de kendi liderlikleri altında oluşan fiili Kürt özerkliğinin kendilerine sonunda ne getireceğini görmeden barış için acele etmeyeceklerdir. Hareket tarzları ve söylemlerini okuyarak bu sonuca varabilirsiniz.
Neticede Başbakan Erdoğan’ın önünde üç seçenek var.
Bir: PKK’ya daha baskıcı, daha kıyıcı bir karşı saldırıyla, büyük ve uzun süreli sınır ötesi harekatlarla cevap vermek. Sorunun çözümüne hiçbir katkı sağlamayacağı gibi büyük riskler ihtiva eden bir seçenektir bu.
İki: Kürt sorununu çözüm yoluna sokmaktan ziyade vahametini idare edilebilir bir seviyeye indirgeyebilmek için PKK’nın bölgesel desteklerini yok etmenin niyet ve eylemliliği içinde olmak. Mesela İran’da sonu rejim değişikliğine de varacak bir Amerikan ya da İsrail saldırısı için duacı olmak. AKP açısından çelişkili, komik ama maalesef böyle. Çünkü PKK’nın dış desteklerinin tasfiyesini konuşmaya başladıklarında tartışmanın varacağı nokta orası.
Üç: Bütün bu sıraladığımız olumsuzluklara rağmen bir paradigma değişikliğine çalışarak, ne yapıp edip Kürt sorununu çözüm yoluna sokmak. Ama bu arada başkanlık hesaplarını falan unutmak ve bir siyasi bedel ödemeye hazır olmak.
Tercih ne olursa olsun, Türkiye’yi çetin günlerin beklediği kesin.

(Milliyet)

Kadri GÜRSEL | Tüm Yazıları
Hits: 1413