Sanat ve Bağnazlık.

~ 17.01.2011, Ahmet CEMAL ~

Prof. Dr. Doğan Kuban, bir yazısında Türkiye’de resim ve heykel sanatlarının durumundan söz ederken, bu sanatların bugüne kadar dünyada ancak ‘dışa dönüktoplumlarda ilerleyebildiği saptamasını yapar. Bu çok yerinde saptamada yer alan ‘dışa dönüksöylemi, toplumların ve onları oluşturan bireylerin doğayı gözlemleme ve sorgulama eğilimlerini dile getirir. İçinde yaşadıkları doğayı ve dünyayı yalnızca o güne kadar kendilerine aktarılmış söylemlerin sınırları içersinde kalarak görmekalışkanlığında olmayan, bunun için bilgi temeline oturtulmuş kendi gözlemlerinin sonuçlarını da en az inançlar ve inanç temelinde aktarılanlar kadar önemseyen toplumlara bugün ‘bilgi toplumuadı veriliyor.

Prof. Kuban, 2007 yılında Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları arasında çıkan “Bir Rönesans Adamı Doğan Kuban Kitabı” başlıklı nehir söyleşisinde, yukarıdaki anlamda dışa dönüklüğü kavramsal düşüncenin gelişmesi için de koşul sayarak, sonucu şöyle özetler: “Türkiyede kavramsal düşünce gelişmiyor, yalnız mimarlıkta değil, hiçbir alanda Felsefe yok, hiç olmamış. Felsefe olmayınca, sorunlara genel perspektifler içinde bakmak alışkanlığı olmuyor. Pratik bir yaşam geleneği kavramsal düşünce geliştiremez Onun için her şey birbirine karışıyor…”

Sanat ile felsefenin en güçlü ortak noktaları, ikisinin de dünyayı akıl yoluyla sorgulayan alanlar olmalarıdır. Fark, kendini sanatın bu sorgulamayı eserler, felsefenin ise kavramlar aracılığıyla yapmasında gösterir. Bu bağlamda, sanatta ve sanat düşüncesinde en gelişmiş toplumların aynı zamanda yaşamlarını bir ‘düşünme geleneğiüstüne oturtabilmiş toplumlar olmaları, rastlantı değildir.

Son günlerin heykel tartışmalarında öne çıkartılan ve tepki duyulan, yine bazı iktidar sahiplerinin eserlere ilişkin söyledikleri oldu. Böylece de Prof. Kuban’ın yukarıdaki alıntıda vurguladığı durumun, yani sorunlara genel perspektifler içinde bakmak alışkanlığının eksikliğinin varlığı bir kez daha kanıtlandı. Ülkemizde bugüne kadar sanat karşısında olumsuz tavır takınanlar, kimi eserleri kaldırtanlar ya da tahrip edenler, yalnızca iktidar sahiplerinin arasından çıkmadı. Bu nedenle yapılması gereken, bu kişilerin söyledikleri veya yaptıkları üzerinde odaklaşmak değil, fakat yüzlerce yıllık geçmişinde –Mustafa Kemal ve Köy Enstitüleri dönemi dışında– felsefeye, düşünme geleneğine hiç yer vermemiş, dolayısıyla sanata da hiçbir zaman bir düşünme aracı ve bilgi kaynağı gözüyle bakmamış, bunun sonucunda 21. yüzyılın başında yeniden bir inanç toplumu olmanın –en iyi olasılıkla– eşiğine gelmiş bir toplumu değiştirmek için hepimizin gerekli çabaları yeterince harcayıp harcamadığımıza bakmaktır. Örneğin bugün sanata ve sanat eserlerine karşı yöneltilen saldırılar karşısında verdiğimiz tepkiyi, on yıllardır üniversite düzeyinde verilmekte olan sanat eğitiminin düşünsel eksikleri karşısında da verebiliyor muyuz? Resim, heykel, mimarlık, tiyatro, sinema vb. bütün bu alanlarda, eğitimin yalnızca ‘işin tekniğiüzerinde odaklaşmadığını, fakat öğrencilerin sanatın felsefe açısından sorgulanması anlamına gelen estetik alanında da yeterince donanımlı kılınabildiğini söyleyebilecek durumda mıyız? Dünyayı sahneye getirmek gibi güçlü bir savı bulunan tiyatronun öğrencilerini ‘yetiştirirken’, o öğrencileri dünya üzerinde yeterince düşündürtmekiçin harcadığımız payların oranı nedir?

Bu ve benzeri soruların yanıtlarını dürüstçe vermeden yalnızca tek tek olaylar karşısında şaşırmak ve tepki vermek, sadece gerçekten acınası bir yanılsamanın ve gafletin ifadesi olabilir!

(Cumhuriyet 14.01.2011)

Ahmet CEMAL | Tüm Yazıları
Hits: 2149