21.yüzyılın yerli yabancıları

~ 07.08.2012, Ahmet İNSEL ~

AKP ve Erdoğan iki büyük toplumsal yarılma ve çatışma hattını etkisiz kılacak bir zihniyet hali, gerçeklik algısı sergilemiyor.

Başbakan’ın, YAŞ toplantısı vesilesiyle yerine getirilen Anıtkabir ziyareti ritüeli sırasında deftere yazdıkları, ağız alışkanlığı türünde bir niyet beyanı olmanın ötesinde, özgüven patlaması olarak tanımlanabilecek bir ruh ve zihniyet halini, algı dünyasını yansıtıyor: “ Türkiye küresel ve bölgesel güç olma yolunda emin adımlarla ilerlerken merkezinde bulunduğu coğrafyada barış, istikrar ve huzurun kalıcı olarak sağlanması için de katkı vermeye devam ediyor.”
Küresel ve bölgesel güç olmanın olumlu bir ideal, mutlak iyi bir şey olup olmadığını sorgulamayı şimdilik bir kenara bırakalım. Bu yolda emin adımlarla ilerlediğimizi kendi kendimize tekrar etmenin hangi ruh halini ele verdiğini de başka bir vesileyle inceleriz. Ele alacağımız sorun, Başbakan’ın Türkiye ’nin “merkezinde olduğu coğrafyadan” bahsederken sergilediği algı yarılması. Türkiye eğer kendinden daha geniş olan bir coğrafyanın merkezinde ise, mücavir alanlardan önce merkezin kendisinin nitelikleri önplana çıkar. Merkezinde olduğunu iddia ettiğimiz bölgede, “halkların barış içinde yaşaması için samimi gayret sarf eden” Erdoğan hükümeti, o merkezin sınırları içinde, Türkiye ’de, birlikte yaşama arzusunun ve olanağının artan bir hızla dağıldığının farkında değil mi? 21. yüzyıl Türkiyesinin barış, istikrar ve huzur açısından ufku iddia edildiği gibi pembe değil.

Sadece Kemalizm mi?
Erdoğan’ın rol modeli olduğu Türk Sünni iktidar başdönmesi bu karamsar perspektifin yakın geçmişteki asli sorumlusu. Elbette daha derine doğru kazıyınca cumhuriyetin kurucu homojen toplum ideolojisi ilk sorumlu olarak karşımıza çıkıyor. Ama bugün toplumun alt katlarında milliyetçi muhafazakâr geniş kitlede artan biçimde kendini gösteren hakim zümre taşkınlığı ve kibirinin yegane sorumlusunun Kemalizm olduğunu söylemek aşırı kolaycılık olur. Hakim millet olma halini yeniden yaşayan, gerçekten iktidar olan Türk Sünni muhafazakârlığı, bugün özgüven patlaması içinde, tahakkümcü davranışlarını kah tasarlanmış biçimde kah parçalı bölüklü refleksler olarak sergiliyor. Bu ise, birikerek derinleşen ve yayılan birkaç toplumsal çatışma hattı üzerinden 21. yüzyıl Türkiyesi’nde yaşanma ihtimali yüksek olan büyük sarsıntıların, çalkantıların koşullarını olgunlaştırıyor.
Bedelinin herkes için ağır olması ihtimali yüksek olan bu çatışma hatlarının biri etnik, diğeri ise dinsel. Yaşam tarzı dayatması ve ahlakçılık üzerinden oluşacak bir üçüncü çatışma hattının bu ikisine farklı biçimlerde eklemlenme ihtimali var.
Etnik çatışma potansiyelinin birikmeye devam etmesinin yegane sorumlusu PKK ’nın silahlı direnişi sürdürmesi ve terör eylemlerine de bu direnişin bir parçası olarak başvurması değil. Mücadelesinin merkezine şiddet politikası ve yöntemlerini koyan ve koymaya devam eden bu örgüt ve onun etkilediği Kürt çevresi, şiddeti araçlaştırarak uzun vadede amaçlarına ulaşacaklarına inanıyor. 30 yılda kat ettikleri mesafe, bugün Mezopotamya coğrafyasında edindikleri fiili siyasal aktör konumu, Kürtlerin bölgede elde ettikleri geri alınması artık mümkün olmayan kazanımlar, yürütülen stratejinin başarısız olduğuna Kürtlerin büyük bir kısmını ikna etmekten aciz. Bu başarıda elbette, Türkiye ’de devlet ve hükümet politikalarının bağnazlığının, ürkekliğinin ve yasadışı şiddet yöntemleriyle yasal şiddet yöntemlerini harmanlamasının payı çok büyük. Türk milliyetçi refleksinin Türkiye ’de yaşayan Kürtleri farklı ama eşit bir vatandaş olarak görmeyi kabul etmemesinin, edememesinin önümüzdeki onyıllardaki toplumsal bedelinin, herkes için son 30 yılda ödenen toplu bedelden çok daha ağır olma riski var.
Arap isyanları, Türkiye ’ye Arap coğrafyasında AKP modeli üzerinden bir çekim merkezi olma olanağı sunduğu kadar, Türkiye ’nin sınırlarındaki siyasal coğrafyanın baştan aşağı yeniden şekillenmesine ve Kürt sorununda geleneksel ezberlerin altüst olmasına yol açacak.
Türkiye ’de ve sınır ötesinde “ PKK yönetimi” hatta “ PKK devleti” kurulacak endişesine bütünüyle teslim olarak, hükümet bir yandan Kürt siyasal aktörlerini başta hapis olmak üzere çeşitli yöntemlerle tasfiye etmeye devam ediyor. En son Siirt Belediye Başkanı’nın İçişleri Bakanı tarafından görevden alınmasını, Danıştay onayladı. İmamın yaptığını cemaat katbekat yaparmış. Türk çoğunluk da Kürt kimliğine karşı öfkesini, nefretini ve korkusunu giderek daha açık biçimde dile getiriyor. Kah bir yerde bireysel bir ihtilaf bahane edilerek, Kürt işçiler pogroma maruz kalıyor ve tehcir ediliyor, kah başka yerde bir Kürdün sahibi olduğu işyeri toplu nefretin hedef tahtası oluyor. Mülki yöneticilerin ve güvenlik güçlerinin “münferit” addettikleri bu linç girişimleri karşısında buldukları yegane çözüm, mağdurların bölgeden uzaklaştırılması, yani pogrom amacının hasıl olması! Arası giderek açılan bu toplumsal yarılmanın toplumsal bellekte izlerinin kendiliğinden silinmesini beklemek safdillik olur.
Belirleyenleri giderek güçlenen diğer toplumsal çatışma hattı, dinsel. Bu kez, 20. yüzyıl başındaki gibi Müslüman ve Müslüman olmayan ayrımı yerine, “gayrimüslim” nüfus neredeyse hiç kalmadığı için, Sünni- Alevi çatışması bir din savaşına dönme potansiyeli taşıyor. Bunun yer yer fiziki şiddetle kendini ifade etmesi, ama ondan daha önemlisi biz ve onlar ayrımının kültürel bir kimlik farklılığından, dinsel bir farklılığa dönüşmesi potansiyeli var. Bu durumda 21. yüzyıl Türkiyesi’nde çoğunluğun gözünde yeni “yerli yabancılar” Aleviler olabilir. Bilindiği gibi, yüksek yargı başta olmak üzere, yakın bir tarihe kadar T.C. yurttaşı “gayrimüslimler”in yerli yabancı veya “ecnebi” olarak tanımlanması olağandı. Suriye’de Baas rejiminden çok Nusayrilere karşı nefret artık Türkiye Sünni sosyal medyasında dile getiriliyor.

Alevi kimliği
Alevilerin tanınma taleplerinin Sünniler tarafından sistemli biçimde reddedilmesi, Alevi kimliğinin savunmacı biçimde daha katılaşmasına, Kürt kimliğinde olduğu gibi, yeni kimlik milliyetçiliğinin kemikleşmesine neden olabilir. Bu çatışma devlet içinde mevzi tutma çatışması biçiminde son on yılda yaşandı. Başta AKP sözcüleri olmak üzere, geniş bir muhafazakâr Sünni kesimin “yargıyı kurtarma” hedefinin acil amacı “yargıda Alevi hakimiyetine son vermek”ti. Bu Alevi hakimiyeti algısı, sadece yargı için değil, yüksek rütbeli subay grubu için de Sünni muhafazakâr basında geniş olarak yer aldı. Ergenekon davaları bu cenahta “ordudaki dinsizlerin – ki genellikle Aleviyle eşanlamlı olarak kullanılır- hakimiyetine” son verme operasyonu olarak da sunuldu.
“Buradan gitsinler” sözünü yakın geçmişte birçok kez duymuş ve kanlı biçimde yaşamış Alevilerin tanınma taleplerinin reddi ve dışlanma karşısında daha fazla Alevi kimliğine sarılmaları şaşırtıcı olmayacaktır. Sünni çoğunluğun bu “nifak”a vereceği tepkide, çoğunluk olma güveninin güçlendirdiği saldırganlık önplanda olacaktır.
Bu iki büyük toplumsal yarılma ve çatışma hattını etkisiz kılacak bir zihniyet hali, gerçeklik algısı sergilemiyor AKP ve Tayyip Erdoğan . Tersine bir yandan kaba Türk milliyetçiliğinin sırtını sıvazlayarak, diğer yandan Türkiye toplumunu daha fazla Sünnileştirme amacını giderek açık biçimde sergileyerek, Alevileri de Sünni tahakkümüne karşı direniş odağı olmaya zorluyor. Bu ise demokrasi mücadelesinin kimlik çatışmalarının dar çemberi içine hapsolması riskini güçlendiriyor.
21. yüzyılda Türkiye ’nin merkezinde bulunduğunu iddia ettiği coğrafyaya benzemesi ihtimalini, bir an soluklanıp, durup dinlenip düşünsek derim.

(Radikal İki)

Ahmet İNSEL | Tüm Yazıları
Hits: 1604