Türkiye dış politikası yapımı: Akbaba iştahı

~ 29.07.2012, Akın OLGUN ~

Davutoğlu’nun mimarı olduğu komşularla sıfır sorun politikası çok hızlı bir çöküş yaşadı. Ortadoğu siyaset diyalektiğini yeni Osmancılık anlayışı ile yürütmeye kalkmak, zaten denenmiş bir yöntemi tekrar etmekten başka bir işe yaramayacaktı. Sıfır sorun anlayışından kaos üreten, ürettiği kaosu yönetemeyen, beceriksizliğini uluslar arası bir kılıf geçirerek kotarmaya çalışan dış “politika” görüntüsü artık herkesin gözü önünde yaşanıyor. Ortadoğu’ya Türk ayarı vermeye kalkmak ve büyük ağabey pozları ile tehditler savurarak baş aktör-müş gibi davranmak, filmin ucuz ve bol aksiyonlu bir yapım olduğu hissini veriyor.

Türkiye’nin müdahil olduğu komşu ilişkileri bir bir çatırdıyor ve bölge üzerinde uçuşan akbabaların iştahını kabartıyor.

Suriye’yi, kendisi için bir dış politika avantajına dönüştürmeye çalışan ve dönüşümün mimarı olarak bölge üzerindeki etkisini arttırmayı düşünen iktidar, sponsor olduğu iç savaşın faturası ile karşı karşıya kalmış durumda.

İslamcılardan oluşan silahlı ve dış destekli bir Sünni muhalefet örgütleyerek, bölge halkının diğer tüm parçalarını zorunlu itaat’e zorlayan üstenci ulus devlet anlayışı, hızla çok daha kanlı bir iç savaşın yaratıcısı olma yolunda ilerliyor.

Ortadoğu’nun tüm Radikal İslamcı örgütleri tıpkı Irak’ta olduğu gibi hızla Suriye’ye nüfuz ediyor ve kontrolsüz bir güç savaşı, din ve mezhep temelli olarak hızla büyüyor ve büyütülüyor. Bölge’nin en eski halklarından olan Süryani, Asuri ve Kerdani aydınlarının kaleme aldığı “Halkımız ve dünya kamuoyuna” başlıklı bildirinin bu tehlikeye dikkat çekmesi boşuna değil :

“İslamcı, El kaideci, Selefist, Müslüman Kardeşlerden oluşturulacak bir iktidar Suriye’de halkımıza ve Ortadoğu’daki tüm Hıristiyanlara bir felaket olacaktır. Halkımız, uzun ve trajik tarihinde “Allahü ekber ve Muhammed Salavat” nidaları ile defalarca katliamlara ve soykırımlara uğramış -en sonuncu ve büyük soykırım “1915 Seyfo” hatırımızdadır...

• Ortadoğunun en eski ve Hristiyan bir halkı olarak bu tür endişe verici felaketleri daha önce de defalarca yaşamış olduğumuz için, İdlip, Homs ve Deyrizor’da “Allahü ekber” ve “Cihat’a çağrı” “Kafirlere ölüm” gibi sloganlar ile gelen felakete destek olmamız mümkün değildir.

• Özellikle Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerin çabaları sonucu medya organlarını kullanarak yapılan tek taraflı dezenformasyon neticesinde dünya kamuoyunda radikal İslamcı ve gerici cepheyi demokrat gösteren propagandaya karşı sesimizi duyurmak istiyoruz...”(BirGün)

Aslında uyarı niteliğindeki bu bildiri,  içeriden dışarıya taşan sıcak gelişmelere dair önemli bir çıkıştır.  Suriye Özgürlük Ordusu adı altında örgütlenen kaçak paramiliter yapının bölge halkları üzerinde güven veren hiç bir yaklaşımının olmadığının da işaretidir. Esad sonrası dönemin cihat mantığıyla halkları kanlı bir ideolojik yayılmacılıkla yüz yüze getireceğinin ve büyük acıların yaşanacağının da göstergesidir.

Çok açık olarak Türkiye, Esad’ı muhatapsızlaştırarak sorunu bilinçli olarak bir çıkmaza süreklemiştir. Suriye Ulusal Konseyi denen ve bölge halklarını temsil etmeyen bir yapı yaratılmış ve bu yapının ilk icraatı, Suriyeli Kürtlerin tüm haklarını Türkiye’nin talebi dogrultusunda Adana Protokolü ile yok saymak olmuştur. Adana Protokolü bu yanıyla, kimi ve neyi temsil ettiğine dair bir turnosoldür.

Kürtler, Ortadoğu gerçeğini çok iyi bilen ve yaşayan bir halktır. Türkiye’nin başarısızlığını kendileri için bir avantaja dönüştürmesini bilmişlerdir.  En başından beri mesafeli duruşları ve bağımsız tavırları ile hem kendilerini korumuş, hem de tüm dengeleri gözlemlemiş ve en önemlisi demokratik çözüm, demokratik özerklik anlayışını adım adım hayata geçirmişlerdir.  Türkiye’nin Kürt ve Kürdistan fobisinin Adana Protokolüne yansıyan yanı, tahlil ve analiz yeteneğinin nasıl sıfırlandığını, ulusalcı şovenizmin kör göze parmak misali nasıl dış dengeleri ahmakça hiçe saydığını da bir kez daha kanıtlamıştır.

İşte bu anlayış, barış sürecini de baltalayan anlayıştır. İnkar ve askeri çözüm kafası her defasında duvarlara toslamasına rağmen, akıllanmamakta hala ısrarcıdır.

Abdullah Öcalan’ın barış için öne sürdüğü yol haritasının Suriyeli Kürtler eliyle sağlaması yapılıyor. Suriye için Kürtlerin önerdiği ve hayata geçirdikleri demokratik cözüm modeli, Türkiye dış politikasının önerdiği ulusalcı İslam cözümün aksine, birlikte yaşayabilmenin alternatifini oluşturuyor. Kürtlerin kendi öz dinamikleri ile geliştirdikleri çözüm Türkiye için de bir örnek olabilir lakin bu örneğin gelişmesinden (moda deyimle) Ankara rahatsız.  Cünkü; A. Öcalan’ın önerdiği modelin Suriye’de hayat bulması ve uygulanabilir olması, devletin dayattığı çözümsüzlüğün nekadar ahmakça ve inkar temelli olduğu gerçegini berraklaştıracak.

Ayrıca Öcalan’ın sadece Türkiyeli Kürtler arasında değil, tüm diğer parçalarda da etkisini hissettirmesi ve belirleyici olması, yıllardır devletin marjinalleştirerek içini boşaltmaya çalıştığı “terrorist başı” propagandasının da  başını yarmış gözüküyor.

Suriyeli Kürtleri “PKK’li terörist” diyerek halkın özgürlük mücadelesine asparagas soslu haberler eşliğinde diş bileyen ama demokrasi ihracatcılığını da elinden bırakmayan yarım akıllılık, beslendiği ulusalcılığın hakkını veriyor gerçekten. Demokrasinin sünni müslüman olanını sevmek gibi bir dert edinmiş olmaları her nekadar sırıtsa da, onlar bunu bir hoşgörü gülüşü olarak sunmaktan asla yorulmuyorlar.

Suriye’ye baktığımızda, Kürt siyasi hareketinin Ortadoğu tahlili ve buna uygun geliştirdiği diplomasi, tatktik duruşu ve stratejik konumlanması, Türk dış politikasının aldığı pozisyondan daha ileri olduğunu söylemek abartılı olmaz.

Ortadoğu tarihi yeniden yazılıyor ve devletin “Zavallı” diyerek aşağıladığı halk bu tarihin yazıcılarından biri olarak yerini alıyor.

Umut edelim ki iktidar, Kürt realitesinin bölge üzerindeki etkisini de hesaba katarak, onurlu bir barışın herkesin çıkarına olacağına dair bir ahlak ve duruş geliştirebilsin.

(Birgün)

Akın OLGUN | Tüm Yazıları
Hits: 1364