TUTUKLULUK, AİHM VE 90. MADDE

~ 10.01.2011, Rıza TÜRMEN ~

Anayasa, bir devletin temel düzenini belirleyen kurallar bütünü. O nedenle, tüm hukuk kurallarının üstünde. Yasama, yürütme, yargı organları bakımından bağlayıcı. Yasama, yürütme, yargının tüm işlemleri anayasaya uygun olmak zorunda.
Türkiye, 2004 yılında Anayasa’sının 90. maddesinde değişiklik yaparak şöyle bir tümce ekledi: “…temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.”
Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 90. madde kapsamına giren uluslararası anlaşmalardan belki de en önemlisi.  Sözleşme’yi yorumlayan ve uygulayan AİHM’nin 60 yıllık içtihadı Sözleşme ile bir bütün oluşturuyor. Türkiye, 90. maddeye getirdiği değişiklikle, Sözleşme’yi ve AİHM içtihadını kendi ulusal hukukunun bir parçası yaptı. Normlar hiyerarşisinde, AİHM kararlarına ulusal yasalarına göre öncelik tanıdı. Bu değişiklik şu sonuçları doğurdu:
a. Yasama ve yürütme organları, yasa yaparken AİHM kararlarını göz önünde bulundurmak, bu kararlara aykırı düşecek yasa çıkarmamak zorunda.
b. Yargı organları, kendiliklerinden AİHM kararlarını dikkate almak, verdikleri kararların AİHM kararları ile uyum içinde olmasını sağlamak zorunda.
c. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile ulusal yasa arasında bir çelişki olması durumunda Sözleşme’nin esas alınacağı bir Anayasa hükmü olduğuna göre, Sözleşme’ye ve AİHM içtihadına aykırı bir yasa çıkarılması bir Anayasa ihlali oluşturur.  Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi’nde iptal davası açılabilir. Ayrıca, bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesi önünde, yasanın bir insan hakkı ihlali oluşturduğu ileri sürülebilir.
CMK 102. maddenin yürürlüğe girmesi ile özel yetkili mahkemelerin görev alanına giren suçlarda tutukluluk süresinin en fazla 10 yıl olarak saptanmasının AİHM kararlarına aykırı olduğu kuşkusuz. AİHM tutuklulukla ilgili davalarda, önce tutukluluğun sürdürülmesi için gerekli koşulların yerine getirilip getirilmediğine bakar. Bunlar gerçekleşmişse, tutukluluk süresinin makul olup olmadığını inceler. Tutukluluğun sürdürülmesi koşulları gerçekleşse bile, sadece sürenin makul olmaması nedeniyle Sözleşme’nin ihlaline karar verebilir.
AİHM tutukluluk süresiyle ilgili bir üst sınır saptamıyor. Her olayın özelliklerine göre ayrı bir değerlendirme yapıyor. Ancak, uygulamaya baktığımızda, 2 yılı aşan tutukluluk süresini “makul süre” olarak kabul etmediğini görüyoruz.  Aşağıdaki örnekler de bunu doğruluyor:
Yağcı ve Sargın / Türkiye (1995)  2 yıl 2 ay; Bati ve diğerleri / Türkiye (2004) 1 yıl 8 ay; Ahmet Özkan ve diğerleri / Türkiye (2006) 5 yıl 6 ay; Cahit Demirel / Türkiye (2009) 6 yıl 4 ay; Moiseyev / Rusya (2008) 2 yıl 6 ay; Mansur / Türkiye (1995) 5 yıl 3 ay; Klamecki / Polonya (2003) 2 yıl 3 ay; Kemmache / Fransa (1991) 2 yıl 10 ay; Kudla / Polonya (2000) 2 yıl 4 ay.
AİHM bu davaların tümünde sürenin makul olmadığına ve Sözleşme’nin ihlal edildiğine karar verdi. AİHM’nin daha uzun süreleri makul kabul ettiği tek tük istisnalar da var. Örneğin, W / İsviçre (1993) davasında, AİHM 4 yıl tutukluluk süresinin makul süreyi aşmadığı sonucuna vardı. Ancak, AİHM içtihadında istisnalar bile, bizim 10 yıllık sürenin çok altında.
AİHM ile Türk yargısının kararları arasındaki başka bir çelişki de, tutukluluk sürelerinin hesaplanmasında. Türkiye’deki uygulama, temyiz süresinin de tutukluluk süresine dahil edilmesi yolunda. Oysa, AİHM’ye göre, ilk derece mahkemesinin kararıyla tutukluluk sona eriyor. Karar Yargıtay’da bozulur, ilk derece mahkemesine dönerse yeni bir tutukluluk süresi başlıyor. AİHM, bu süreleri toplayarak toplam tutukluluk süresini saptıyor.
Hükümet’in CMK 102/2 maddeyi yeniden düzenleyerek, en fazla tutukluluk süresiyle AİHM süreleri arasındaki çelişkiyi kaldırması, öte yandan Yargıtay’ın tutukluluk sürelerini hesaplarken AİHM ölçütlerini göz önünde bulundurması Anayasa’nın bir gereği.
Bunlar yapılmadığı sürece, sadece Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ihlal edilmiş olmayacak, aynı zamanda Türkiye’de bireylerin hak ve özgürlüklerini koruyan bir hukuk devletinden söz etmek de güçleşecek.

(Milliyet 10.01.2011)

Rıza TÜRMEN | Tüm Yazıları
Hits: 2534