Erdoğan ve Alevilerin horlanması meselesi

~ 13.07.2012, Sedat ERGİN ~

“CEMEVİ bir ibadethane değil. Cemevi kültürel etkinliklerin yapıldığı bir yerdir. Yani bunları iyi tanımlamamız lazım. Onların zaten ibadethane gibi kurulmasına gerek yok” diye konuşuyor CNN Türk’te Taha Akyol’a Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.
 

Tarih, 7 Ekim 2004. Erdoğan, aynı mülakatta ekliyor: “Alevilik bir din değil ki...”

Görüleceği gibi, Başbakan’ın 8 yıl önceki bu sözleri, Tunceli CHP Milletvekili Hüseyin Aygün’ün TBMM’de cemevi açılmasına ilişkin talebine Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hazırladığı “İslam dininin ibadet yerleri camilerdir” şeklindeki resmi yanıtla aynen örtüşüyor.

DİYANET’İN ALEVİLERLE İLGİLİ YETKİSİ VAR MI?

Sekiz yıl önceki bu sözlerine karşılık Erdoğan’ın sonraki dönemde Alevi sorununa bakışının iniş çıkışlı bir grafik izlediğini söyleyebilmek mümkün.

Başbakan, örneğin, 11 Ocak 2008 tarihinde çok önemli bir adım atarak Aleviler için büyük bir kutsallık taşıyan Muharrem İftarı’na katılmış, burada yaptığı konuşmada onlara “sevgili canlar” diye seslenip, “Hiç kimsenin aklı, iradesi, gönlü başkasının ipoteği altında değildir. Dinin tek bir sahibi vardır, o da yüce Allah’tır. Kimse kimseye din bahşetme, din lütfetme hakkına sahip değildir” demişti.

Erdoğan, bu konuşmasında laiklik anlayışını anlatmak üzere “Cumhuriyetimiz bütün inanç gruplarına, mezheplere, dini inançlara eşit mesafede durmak, hepsinin özgürlüğünü güvence altına almak durumundadır” sözlerini de sarf etmişti.

İlk soru tam bu noktada karşımıza çıkıyor: Madem kimse kimseye din bahşetme hakkına sahip değil ve madem devlet bütün dinlere, dini inançlara eşit mesafede durmak zorunda, bu takdirde devletin kurumu Diyanet’in cemevinin ibadethane olup olmadığına karar verme yetkisi ve hakkı var mıdır?

Sünnilik mezhebini temsil eden bir kuruluşun, bu çizginin dışında kalan bir dini inanca kendi anlayışını empoze etmesi, “eşit mesafede durma” anlayışıyla bağdaşır mı?

‘ALEVİLİĞİ ALEVİLER TANIMLAR’ DİYEN KİM?

Başka çelişkilerden de söz edebiliriz.

Muharrem İftarı’na katılan Erdoğan, 2009 yılında Alevi çalıştaylarını başlatarak herkesi bir kez daha şaşırtmıştır. Alevi kuruluşlarının çoğu, dışında kalıp süreci eleştirse de böyle bir adımın atılmış olması başlı başına önemlidir. Hatta, Erdoğan’ın çalıştaylardan sonra hazırlanan rapora yazdığı önsözde, “belli kesimlerin horlandığını, ötelendiğini, mağduriyet yaşadığını” belirtmiş olması tarihi bir değer taşıyor. Çünkü, Başbakan’ın “Alevilerin durumunu da” bu şekilde gördüğünün çok çarpıcı bir ifadesidir bu sözler.

Çalıştay sürecini koordine eden Devlet Bakanı Faruk Çelik’in bu süreç içindeki muhtelif açıklamaları da ciddi bir özeleştiri çabasını yansıtıyor. Sonuçta hazırlanan raporda, Türk toplumunda “önyargılar ve dışlanma stratejileri ile oluşturulmuş bir Alevi algısının bulunduğu” gerçeğinin kabul edilmesi, bu saptamanın Başbakanlığa bağlı bir web sitesinde yayımlanmasının önemi yadsınamaz.

Bu raporun kanımızca bugünkü güncel tartışmalara ışık tutan yönleri de var. Bunlardan biri “Aleviliğin çerçevelendirilmesi ve tanımlanması bütünüyle Alevilerin uhdesinde olmalıdır. Devlet herhangi bir inanç alanının içeriğine müdahale edemez ve onu düzenleyemez” ifadesidir.

Keza “Ayrımcılığa yol açan uygulamaların bir an önce kaldırılması” da raporda talep ediliyor.

Cemevlerini ibadethane olarak kabul etme noktasına gelmese de raporun “Cemevlerine hukuki bir statü kazandırılmalı, bu çerçevede gerekli ihtiyaçlar eşitlik ilkesine uygun bir şekilde karşılanmasıdır” önerisine yer vermesi, yine doğru yönde atılmış bir adım olarak görülebilir.

ÖTELENMEYE VE EŞİTSİZLİĞE DEVAM

Başbakan “horlanma”, “ötelenme” ve “mağduriyet”ten söz ediyor. Hazırlattığı ve kendisinin önsöz yazdığı rapor, Aleviliğin tanımlanmasını Aleviler dışında kimsenin yapamayacağını söylüyor ve onlara dönük “ayrımcılığın kaldırılmasını, eşitlik ilkesinin uygulanmasını” istiyor.

Ama “Aleviler cemevi bizim inancımızda ibadethanedir?” dediklerinde işin bütün rengi değişiyor.

O zaman Sünni bir kuruluş, Aleviliği tanımlama hakkını bir kez daha kendisinde görüyor. Raporun dilinden hareket edersek, bu durumda Alevileri Türkiye Cumhuriyeti’nin ayrımcılığa maruz kalan, daha az eşit vatandaşları olarak kabul etmek durumundayız.

(Hürriyet)

Sedat ERGİN | Tüm Yazıları
Hits: 1723