Kürt Sorununda Çözüm Mümkün mü?

~ 10.07.2012, Fatih YAŞLI ~

Şöyle bir tespitle başlayabiliriz sanıyorum: “Kürt sorunu, eninde sonunda, ulusal bir sorundur.” Bu tespit, sorunun sınıfsal bir boyutu olduğunu ve sınıfsal bir çözüme kavuşturulabileceğini inkâr etmek anlamına gelmez. Kastettiğim esas olarak şudur: Kürt sorunu, (sosyalist bir iktidarda dahi) Kürtlerin bir ulus olarak statülerinin ne olacağına ilişkin bir sorundur.

Bu sorun, güçlendirilmiş yerel yönetimlerden bağımsız bir devlete uzanan geniş bir yelpazede çözüme kavuşturulabilir. Bunlardan hangisinin seçileceğini, yani ne tür bir çözümün söz konusu olabileceğini ise tarafların alacakları pozisyonlar, ülkedeki siyasi atmosfer, sınıfsal ilişkiler, uluslararası konjonktür, yapılacak müzakereler vs. gibi çok sayıda parametre belirleyecektir.

İster bir tür özerklik, ister bağımsızlık, hangisi hayata geçirilirse geçirilsin, nihayetinde çözüme kavuşturulacak olan şey, tekrar etmek pahasına söylemek gerekirse, bir ulus olarak Kürtlerin siyasal statüsüdür.

Peki günümüz Türkiye’sinde “çözüm”den bahsedildiğinde ne kastedilmektedir? Örneğin Leyla Zana “bu meseleyi Erdoğan çözebilir” dediğinde, “Erdoğan, Kürt ulusunun siyasal statüsünün ne olacağını belirleyebilir” mi demek istemektedir?

Zana’nın söylemek istediği, kanımca bu değildir. Zana, “çözüm” derken, Kürtlerin siyasi statüsünün Erdoğan ve AKP tarafından bir netliğe kavuşturulmasını değil, Erdoğan’ın siyasal gücünün fiili savaş halini bitirmeye yetebileceğini kastetmektedir. Üstelik Zana, bu bağlamda, hiç de hayalî bir şey söylememektedir. Çünkü gerçekten de, teorik olarak bakıldığında, Erdoğan ve AKP, Zana’nın kastettiği çözümü gerçek kılabilir ve savaş halini sona erdirebilir.

Böyle bir çözümün mümkün olması, sadece Erdoğan ve AKP’nin gücüyle değil, Kürt hareketinin de şiddeti öncelikli siyaset yapma biçimi olmaktan çıkartmak istemesiyle ilgilidir. Söz konusu istek hem Öcalan’ın hem de Karayılan’ın açıklamalarıyla defalarca ortaya konulmuştur ve devletin atacağı kimi adımlarla sahiden de bir “barış” durumu tesis edilebilir.

Peki akan kanı durdurmanın ötesinde, yukarıda sözünü ettiğim anlamda, yani Kürtlerin siyasi statüsünün ne olacağına ilişkin bir çözüm, AKP iktidarında ya da herhangi bir kapitalist iktidarda mümkün müdür? İlkine kıyasla daha düşük bir olasılık olmakla birlikte, böyle bir çözüm de teorik olarak mümkündür. Türkiye’de, bölgede ve dünyada öyle dengesel altüst oluşlar yaşanır ki, ya da öyle dönüşümler gerçekleşir ki, özerklik, federasyon, tam bağımsızlık gibi seçeneklerden biri Kürtlerin siyasal statüsü olarak belirlenebilir ve taraflar da buna razı olabilirler.

Tekrar Zana’ya dönelim. Zana’nın Erdoğan’ın meseleyi çözebileceğine ilişkin açıklamalarını, yaşanan birtakım gelişmelerden bağımsız olarak okumak, elbette ki mümkün değildir. Türkiye’nin ABD ve Barzani’yle beraber, henüz ayrıntıları netleşmemiş olmakla birlikte, PKK’nın silah bırakması ve bunun karşılığında atılacak adımları içeren bir çözüm planı üzerinde çalıştığı tahmin edilebilir.

Burada daha kritik olan ise kuşkusuz, Öcalan’ın konumudur. Yine bir tahmin olarak, Zana’nın Öcalan adına konuştuğu ya da Öcalan’ı da bu plana dâhil etmek istediği söylenebilir. Cemaatin değil ama AKP’nin medya organlarında, son bir haftadır Öcalan’la ilgili yapılan haberler, bu tahmini güçlendiren argümanlar olarak görülebilir. Sanki Öcalan ve Zana’ya, Erdoğan’ın da arkasında durduğu Hakan Fidan ve Beşir Atalay’ın “açılım stratejisi” bağlamında, BDP-PKK çizgisinin söyleminin dışına çıkan “yeni” bir şey söyletilmek istenmektedir.

“Yeni” olan nedir? “Yeni” olanın, Atalay-Fidan stratejisinin, yani Oslo sürecinin bir kez daha yürürlüğe konulmasına ve bir “AKP barışı”nın Kürt hareketine kabul ettirilmek istenmesine, bu yapılırken ise devreye Öcalan’la birlikte Zana’nın da sokulmasına ve AKP’ye daha yakın bir dilin kullanılmasına işaret ettiğini, elbette ki yine tahminen, söyleyebiliriz. (BDP’nin 14 Temmuz’da Diyarbakır’da yapacağı “Öcalan’a Özgürlük” mitinginin, Öcalan’ı sahiplenmenin ötesinde, biraz da Öcalan’a “burada unutmaman gereken bir siyasi hareket var” mesajı vermek istediği düşünülebilir.)

Peki bu süreçte, Kürtlerin siyasal statüsünün ne olacağı değil ama akan kanın nasıl duracağı anlamındaki çözüm sürecinde, Türkiye solu nasıl bir tutum almalıdır? Geçerken not edelim: Bu iki çözüm birbirini dışlamaz kuşkusuz fakat kanın nasıl duracağına ilişkin süreç kısa vadeli olacak, siyasal statüye ilişkin süreç ise daha uzun vadeye yayılacaktır. Dolayısıyla öncelikle savaşın nasıl sona ereceği meselesi gündeme gelecektir ve solun tutumu da kısa vadede bunla ilişkili olacaktır.

Türkiye solu AKP-C koalisyonuna soldan bir meşruiyet üretmeme sınavını başarıyla geçmiş, liberal sol safrayı bedeninden atmıştır. Dolayısıyla, bundan sonra atacağı adımların böylesi bir meşruiyet üretme anlamını taşımayacağını bilecek bir özgüvene sahip olmalıdır. Buradan hareketle, iktidarın meşruiyetini artıracağı gerekçesiyle silahların susmasından ve akan kanın durmasından söz etmekten çekinmenin doğru bir politik tavır olmayacağı söylenebilir.

Bilakis, Türkiye solunun toplumsal bağlarının zayıflamasında Kürt sorununun ve mevcut savaş halinin ne denli etkili olduğu bilindiğine göre, bir barış durumunun yeniden toplumsallaşmaya ve siyaset yapmanın önünü açmaya hizmet edeceği düşünülebilir. Ülkenin çeşitli kentlerine tabutların gittiği bir ortamda konuşmanın/söz söylemenin hiçbir kıymetinin olmadığı, son otuz senede zaten defalarca tecrübe edilmiştir.

Bir barış durumunda, yeni rejimin “ortak düşman” kategorisine dâhil ederek hegemonyasının dışında tuttuğu ve karşı bir hegemonya oluşturabilme potansiyeline sahip güçlerin, yani kemalistlerin, Kürtlerin, Alevilerin ve sosyalistlerin bugüne nazaran, birbirleriyle “konuşabilir” ve birbirlerini “dinleyebilir” hale gelmeleri daha büyük bir ihtimal olarak görünmektedir. Savaş hali devam ettiği sürece ise ülkenin batı ve doğu yakasını, bağımsızlık, aydınlanmacılık, kamuculuk gibi değerler etrafında bir araya getirebilecek bir siyasi projeyi hayata geçirmek, bir karşı-hegemonya inşa etmek hiçbir şekilde mümkün olmayacaktır.

Akan kanın durması, Kürt sorununun Kürtlerin siyasi statüsünün ne olacağına ilişkin boyutunun nasıl bir çözüme kavuşturulabileceğine dair çeşitli yanıtların artması ve daha yüksek sesle dile getirilmesi anlamına gelecektir. Bizim açımızdan sorunun çözümü bellidir: Türklerin, Kürtlerin ve farklı etnik gruplardan bütün Türkiye halklarının gönüllü olarak bir arada yaşadıkları, sömürünün olmadığı eşit ve özgür bir ülke. Böyle bir ülke için verilecek mücadele, Türk ve Kürt gençlerinin ölmediği bir barış durumunda, bugüne nazaran çok daha etkili olmayacak mıdır? Kanımca meseleye ilişkin bir tartışma, en çok da, bu soruya verilecek yanıtlar bağlamında yapılmalıdır.

(SolHaber)

Fatih YAŞLI | Tüm Yazıları
Hits: 1795