Yargı ve entelektüeller

~ 03.07.2012, Faruk ÖZSU ~

Özel Yetkililerde Cemaat su sızdırmaz biçimde örgütlendi. O alan Cemaat dışı dindar-muhafazakârlardan bile 'temizlendi'

Siyasette haklı çıkmaya çalışmanın bir anlamı vardır. Nihayetinde siyaset, mevcut gerçekliği kendi hakikatinize taşıma eyleminin ta kendisidir. Bununla beraber, gerçeklik ile hakikatiniz arasındaki mesafe her açıldığında “bakın bakın ne kadar da haklıymışım!” hallerine dalarsanız, haklı çıkma çabanız trajikomik bir gösteriden ileri gidemez. Bugün Türkiye ’deki entelektüellerin geneline hakim olan manzara da bu!
Entelijansiya, özellikle de hukuk, yargı ve adalet meseleleri bakımından sadece kendi kişisel dünyaları içinde daralan bir düşünce üretiminde sıkışmış durumda. Bu da ülkede yaşadığımız trajediyi daha da artırıyor. Ne demek istediğimi, konuyu asıl olarak Ali Bayramoğlu ve bir kısım liberal aydınlar meselesine taşıyarak anlatacağım müsaadenizle. 

Dersimiz yargı ve hukuk
Şöyle başlayalım: HSYK’nın yaz kararnamesi 13 Haziran’da çıktı ve her yorumcu “inanmak istediği” gibi yorumladı. Ancak başta yargı-siyaset meselelerinin akil adamı sayılan Ali Bayramoğlu’nunki (Yeni Şafak 15.06.2012) olmak üzere tüm analizlerle toplumun hakikat algısı arasında bir uçurum vardı. Bence sebep Demokrat Yargıçlar’ın ısrar ettiği şu “hakikatin” es geçilmesiydi: “HSYK, adalet komisyonları ve başsavcılıklar ile ÖYM’lerde mutlak ve kesin olarak hakim olan güç ‘Cemaat’tir.”
Bu “net ve yalın” gerçek, yargıya dair sorulara anlamlı cevaplar üretmemizi sağlayan anahtardır. Özellikle de ÖYM’lerle ilgili düzenlemenin konuşulduğu bugünlerde bu hakikati -hele de düzenleme sonrası görev taksiminin havale edileceği HSYK ile ilgili olan kısmını- merkeze almadan yapılan her teşhis ve tedavi acıklı bir çırpınıştan ileri gitmeyecektir. Gelin bu “yalın hakikat” eşliğinde kararnamenin dikkat çeken noktalarına bakalım. Birincisi, “Özel Yetkili üç savcının terfien kızağa çekilmeleri”. Bana kalırsa bu konuda, HSYK 1. Daire Başkanının ettiği kelam başka sözü gereksiz kılıyor: “Bu üç savcı da bu davalarla ilgili kendi üzerlerine düşen süreçleri tamamlamışlar. Yani dere çoktan geçilmiş durumda. Şike ve Balyoz artık karar aşamasında...”
İkincisi ise KCK hakiminin İzmir ’e tayinidir ki, meraklısına “yetki kararnamesini” beklemelerini tavsiye edip geçelim.
Peki Başbakan’ın, “gelin beni alın!” diyerek tepki gösterdiği MİT soruşturmasının savcılarından ne haber? Orada tık yok. Ancak şunu söyleyelim ki, o savcılar değiştirilseydi de değişen bir şey olmayacaktı. Zira ÖYM’lerde Cemaat su sızdırmaz biçimde örgütlendi. Öyle ki, o alan Cemaat dışı dindar-muhafazakârlardan bile “temizlendi”. Yani değişiklik ancak sembolik bir anlam ifade edecekti ki, HSYK bunu bile yapmayarak Başbakan’a meydan okudu.
Özetle: Bu kararname, Orhan Gazi Ertekin’in söyleyişiyle “Bir nevi sükûnet kararnamesidir. Yargıda yeni iktidar merkezinin inşası tamamlandıktan sonra Cemaatin günlük işe doğru talimlere başladığı” anlaşılıyor. Ezcümle, bu kararname yargıdaki iktidar açısından herhangi bir stratejik sonuç doğurmadı. Kaldı ki taktik sonuçları da tartışmalı... 

Neler olmuş oysa
Hal böyleyken meğer neler olmuş bir bakın: “Yargıda Tayyip Darbesi” (Sözcü), “Özel Yetki Dağıtıldı” (Akşam, Milliyet, Sabah, Star, Vatan), “Özel Ayarı HSYK Yaptı” ( Radikal ) ve “Yargıdaki Taşlar Yerinden Oynadı” (Cumhuriyet)... Aynı şeye mi bakıyoruz gerçekten de?
Medyanın acziyetini -hadi “saflık” bizde olsun- “kurum içi bilgi eksikliğine” verebiliriz belki ama yargının göbeğindeki YARSAV’a ne demeli: “[Kararname] Başbakan’ın yargı sistemi içinde yer tutmuş herkesin malumu bir kesime HSYK üzerinden had bildirmesi olarak değerlendirilmeli” imiş. (“Hükümet yargıyı ele geçirdi.. yargı siyasallaştı!” tekerlemesinden, “yargıda yer tutmuş malum kesim”e!”: YARSAV adına büyük ilerleme.)
Fakat yanlış anlaşılmasın. YARSAV “yargıda yer tutmuş malum kesimi” eleştirmiyor, “malum kesime” HSYK üzerinden “had bildiren” Başbakanı eleştiriyor. Tabii insanın sorası geliyor: “Malum kesim”, yargıya -safça işini yapan- HSYK’nın haberi olmadan mı çöreklenmiş? Peki ya yargıda, belirli bir gündemi olan bir “kesim”in varlığı söz konusu ise, Başbakanın sadece “had bildirmesi” değil, “tasfiye etmesi” de gerekmez mi? 

“Bilge analist”
Başbakanın özel yetkiye müdahale ettiği “gerçeği”, o sırada başka bir yerde sevince dönüşmüştü. Kahkahanın sahibi -son dönemin “bilge analisti”- bu yazının başında bahsini ettiğimiz Ali Bayramoğlu idi. Demokrat Yargıçların bir yıldır adını açıkça koyarak ifade ettiği yargıdaki Cemaat varlığını, aylar sonra, üstelik imâ yoluyla (“polis ve yargıda örgütlü otonom güç”) dile getirerek “bilgeliğe” terfi eden yazar, yazılarından bir “potpuri” sunuyordu okurlarına. Ardından “potpuri”den sızan hakikatin bir bir doğrulanmasından ve Başbakanın, “sözüne gelmesinden” duyduğu keyifle şöyle bağlıyordu sözünü: “Durum ve olan işte budur...”
Bayramoğlu’nun analizlerinin isabetinin takdirini okura bırakıyorum. Ancak kendisine (ve onun şahsında tüm entelektüellere) iki çift lafım olacak izninizle: Türk devlet geleneğinde Sultan sıkışınca vezirinin kellesini kalabalığın önüne atar ve “yeni” bir vezirle yoluna devam ederdi. Gideni “bilen” ama “gelen”le ilgili hiçbir fikri olmayan kalabalık, bu “değişiklikle” yetinir ve mutlulukla dağılırdı.
İrade aynıyken, vasıtanın değişmesinin bir anlamı yoktur ancak burada daha esaslı bir gerçek var: “Siyasette, gidene saplanıp kalana ‘teba’, gelenin ‘kim’ olduğunu bilene ise muktedir” denir. Başka deyişle, bir devlet iradesi “giden”e bakarak değil “gelen”e göre yorumlanmalıdır. Demokratlığın politik gözlem menzili de bunu gerektirir. Diğer yandan, gidene bakarak analiz yapmak sadece görünenle yetinmek demektir. Gerçek bir siyasal analiz görünenin arkasındaki temel iktidar yapıları konusunda dayanıklı bir bilgiyi gerektirir. Bugün “giden”e bakıp atılan sevinç naraları, Cemaat iktidarı için bir eğlence unsuru olabilir ancak. “Gelen” kimdir hiçbir fikriniz var mı peki? MİT krizi de mi bir ders olmadı? 

Entelektüellerin iflası
Türkiye son yıllarda bir iktidar değişimi yaşadı. Bu dönemde tüm kurum ve kavramlar altüst olurken belki de en acınası durumdakiler entelektüeller oldu. Onlar gözümüzün önünde yaşanan en yalın gerçekleri bile teşhis edemedikleri gibi, siyasi mücadelenin bir tarafına asker yazılıp kamuoyunu kendi “hakikatleri” doğrultusunda manipüle ettiler. Ve ülkenin adalet ve demokrasi sorunu kadar yakıcı ve güncel bir “entelektüel sorunu” olduğunu da gösterdiler. Bu “entelektüel hiçlik” yargıya dair bir sorun da değil tek başına. Kürt sorunu başta yargının sahnede olduğu tüm yakıcı sorunlarda kendini var ediyor üstelik.
Bugün hâlâ entelektüel analiz (ve analistlik) iddiasında olanların ilk yapması gereken şey, bu entelektüel iflasın kabulü olmalı. HSYK seçimlerine yükselen itirazları Adalet Bakanı ile yaptıkları bir kahvaltı sonrası bastırma görevi üstlenen Yasemin Çongar ve Ali Bayramoğlu ilk sırada tabii... 

FARUK ÖZSU :   Diyarbakır Hakimi/Demokrat Yargı Yön. Kur. Üyesi

(Radkal iki)

Faruk ÖZSU | Tüm Yazıları
Hits: 1791