'Dersimiz siyaset konumuz yargı'

~ 03.07.2012, Ahmet İNSEL ~

Görünen o ki iddia makamını en fazla rahatsız eden, demokratik özerklik konusunda Ersanlı'nın aldığı notlar, yaptığı konuşmalar olmuş.

Birçok kişinin yeni bir KCK dalgası sonrasında tutuklandıkları Kasım 2011’in ilk günlerinde İçişleri Bakanı Şahin demeç verme fırsatını kaçırmamıştı. Büşra Ersanlı’yı kastederek, “Sayın Profesör’ün anladığım kadarıyla bu yapıyla [KCK] bir bağlantısı olduğu. Sanki dersimiz siyaset, konumuz da Türkiye Cumhuriyeti’nde halk nasıl ayaklandırılır, sebepsiz yere, kandırılarak, Türkiye Cumhuriyeti nasıl bölünür derslerinin hocalığını yapmak durumundaymış diye duyuyoruz. Eğer bunlar yanlışsa yanlış hesap bir yerden döner” demişti. Masumiyet karinesini ayaklar altına alan bu ifadeler, hükümetin içişlerinden sorumlu bakanı tarafından yürütülen tutuklama furyasına verilen açık bir destekti. Daha sonra hükümetin başbakan yardımcısı aynı özel yetkili savcı ve mahkemeleri ima ederek “Askeri ve sivil vesayete karşı adımlar atılırken başka vesayet makamlarının oluşmasına izin verilemez” dedi. Özel yetkilerin kaldırılması gündeme geldi. Bu mahkemelerin makbul olmayan muhalefeti bastırma ve sindirme politikasının aracı oldukları kanaati giderek yaygınlaşmaya başlamıştı.
204 sanıklı KCK davasının duruşması dün başladı. Sanıkların üçte ikisi tutuklu yargılanıyor. Profesör Büşra Ersanlı’ya, çevirmen Ayşe Berktay’a, birkaç ay önce tahliye edilen yayıncı Ragıp Zarakolu’na ve onlar gibi birçok kişiye yöneltilen suçlamaların özünü, Kürt sorununda devlet/hükümet politikalarına aykırı tavır almak, faaliyetlerde bulunmak oluşturuyor. Ortada şiddet yok, silah yok, somut yasadışı bir faaliyet yok. Ama terör örgütü suçu var.
Büşra Ersanlı’ya yöneltilen suçlamalar, bu davada sanık sandalyesinde oturan birçok kişiye yöneltilen ‘zihniyet suçu’nu özetliyor. Bir arkadaşıyla telefonda Silvan baskını ertesinde dertleşmek, endişeleri karşılıklı paylaşmaktan savcılığın çıkardığı sonuç şu: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti Güvenlik Güçlerinin [büyük harflere dikkat] ülkenin bölünmez bütünlüğü, vatandaşların huzur ve emniyeti için yaptığı yasal savunma mücadelesinin savaş gibi takdim edildiği, PKK/KCK terör örgütü militanlarının yasadışı mücadelelerinin meşru imiş gibi sunulduğu, devletin bu alandaki faaliyetlerinin toplumu savaşa hazırlama gibi mütalaa edildiği...” AKP hükümetinin seçim sonrası Kürt politikasını ‘Tansu Çiller kafasının’ devamı olarak telefondaki diğer kişinin değerlendirmesi galiba yukarıdaki suçlamanın ana nedenini oluşturmuş! Bir de savcılığın ‘tam anlamıyla terör yuvası’ olarak tanımladığı akademide ders verince, ders verebilecek birkaç isim önerince, akademi açılışlarında bulununca, Ersanlı kendini ‘terör örgütü yöneticisi’ olarak buluvermiş. Hatırlatalım, kendisi BDP üyesi, anayasa komisyonunda çalışıyor ve partisinin yasal eğitim faaliyetinde ders veriyor! Başka hiçbir suçu yok.
Aslında herkesin beş-on dakika ayırıp bu iddianameye bir göz atmasında, örneğin Büşra Ersanlı’ya yönelik suç delillerinin ve suçlamaların yer aldığı 2075-2101 sayfaları arasındaki bölümü okumasında büyük yarar var. Kısıtlı bir yerde anlatılması mümkün olmayan hukuk incileri taşıyor bu metinden. Ragıp Zarakolu’yla (2101-2017. sayfalar), Ayşe Berktay’la (656-660. sayfalar) ilgili olan kısımlar da bir o kadar ilginç.
Büşra Ersanlı’ya yöneltilen suç, ‘BDP tüzelkişiliği altında açılan ancak terör örgütünün şehir merkezleri eğitim kampları olarak kullanılan Türkiye çapındaki tüm Siyaset Akademileri’nin sorumlusu ve koordinatörü’ olmak! Ersanlı’nın telefonda ‘toplumsal cinsiyet’ konusunda ders vereceğini söylemesi, “Hangi günler ders veriyorum?” diye sorması suç delilleri arasında yer alıyor. Görünen o ki iddia makamını en fazla rahatsız eden, demokratik özerklik konusunda Ersanlı’nın aldığı notlar, yaptığı konuşmalar olmuş. Özel yetkili ağır ceza mahkemesi hâkim ve savcılarına, bu bölük pörçük notlarla vakit kaybetmek yerine, Ersanlı’nın iki başka öğretim üyesiyle birlikte derlediği, geçen günlerde yayımlanan ‘Türkiye Siyasetinde Kürtler’ başlıklı kitabı (İletişim Yayınları) ve özellikle Halil Bayhan’la birlikte yazdıkları ‘Demokratik Özerklik: Statü Talebi ve Demokratikleşme Arzusu’ yazısını okumalarını salık veririz.
KCK operasyonlarının, başka amaçların yanında, devlet/hükümet politikasının alternatiflerinin tartışılmasını yasadışı faaliyet kapsamına alarak bu fikirlerin olgunlaşmasını engellemeyi hedeflediği bu dava vesilesiyle daha açık biçimde görülüyor. Bunun adı yargı yoluyla siyaset değil midir?

(Radikal)

Ahmet İNSEL | Tüm Yazıları
Hits: 1376