Sefaletin medyası mı, medyanın sefaleti mi?

~ 02.07.2012, Merdan YANARDAĞ ~

Türk basının durumu içler acısı… Zaten dar kafalı bir milliyetçilikle malul olan, kendisini devletin ve kurulu düzenin yerine koyan, dahası onlar adına “değer”, davranış kalıbı ve “trend” üreten merkez medya, tam bir mesleki, ahlaki ve entelektüel sefalet içinde. Suriye krizi bu sefaleti bütün yönleriyle bir kez daha gözler önüne serdi, o kadar.
Geride bıraktığımız haftanın en vahim olayı, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la röportaj yapmak için başvuran ve kendilerine randevu verilen bazı gazetecilerin, Başbakan Erdoğan’ın devreye girmesiyle bu geziyi iptal etmeleriydi.
Düşünebiliyor musunuz; bütün dünyanın gözlerinin üzerinde olduğu bir ülkenin lideriyle görüşme ve söyleşi yapma olanağını yakalıyor, ancak bunu başbakanınız istemedi diye geri çeviriyorsunuz. Dünyada hiçbir gazeteci böyle bir şansı geri çevirmez, çeviremez! Eğer, bir üçüncü dünya diktatörünün isteğiyle bunu yapıyorsa gazeteci sayılmaz.
Olay özetle şöyle; aralarında Hürriyet’ten Ertuğrul Özkök ve Kanal D’den Mehmet Ali Birand’ın da bulunduğu beş gazeteci Beşar Esad ile röportaj için randevu alıyorlar. Kendilerine Suriye kökenli gazeteci Hüsnü Mahalli yardımcı oluyor. Ancak Başbakan Erdoğan'ın bir danışmanı Doğan Grubu yöneticilerini arıyor. Bunun üzerine Birand ile Özkök geziyi iptal ediyor.
Haber Türk Gazetesi’nin genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı da yazarı Anberin Zaman’a, Esad’la yapılacak bir söyleşiye yer vermeyeceğini söylüyor.
İşte günümüzde Türk basının içinde bulunduğu tablo budur. Neredeyse bütün özel tarihleri boyunca iktidarlar ve güç odakları ile sembiyotik bir ilişki kuran (yani başkalarının enerjisi, kişiliği, statüsü sayesinde yaşayan, onsuz olamayan; bağımlı ve asalak konumda olan) merkez ve renksiz medya, AKP-Cemaat iktidarının ele geçirme operasyonu sonucu iyice kişiliksizleşti.

***

 

Bilindiği gibi AKP-Cemaat iktidarı, geçmişte “merkez medya” diye nitelendirilen, bu konumu ve satış kaygıları nedeniyle görece tarafsızlık görüntüsü veren kurulu düzenin gazete ve televizyonlarının yüzde 80’ni ya ele geçirdi ya da rehin alarak etkisizleştirdi. Bu nedenle kitle iletişim araçlarının büyük bölümü doğrudan ya da dolaylı olarak iktidarın ve yükselen yeni egemen güçlerin ideolojisini, siyasetini, kültürünü ve ahlakını yeniden üretiyor. Kamuoyu oluşturuyor, toplumu yönlendiriyor.

 

Burada asıl dramatik olan durum, yandaş medyanın konumu değil, yukarıda sözünü ettiğim sembiyotik ilişki nedeniyle iktidarlar ve güç odakları karşısında eğilip bükülen “yanaşma” medyanın verdiği görüntüdür. Öyle küçültücü bir zavallılık içindeler ki, iktidarın gerici politikalarını, yaşadıkları hayatlara esastan karşı olsa bile, utanmazca çok özgürlükçü gerekçelerle savunuyorlar. Hatta daha da ileri giderek bu faşizan politikalara siyasal, felsefi ve teorik arka plan üretmeye çalışıyorlar.

 

Su içtikleri kuyuya tükürüyorlar. Aydın sorumluluğu, tutarlılık, entelektüel haysiyet onlardan Tanrı Dağları kadar uzak.

 

Egemen medya, adeta AKP iktidarının basın ve halkla ilişkiler departmanı gibi çalışıyor. Onun bozulan fiyakasını toparlıyor, imajını yenilemeye çalışıyor, yenilgilerinin üstünü örtüyor. Suriye’nin TSK keşif uçağını düşürdüğü son olayda olduğu gibi,  Türkiye açıkça küçük düşürüldüğü ve bu durumdan AKP hükümeti sorumlu olduğu halde, sanki zafer kazanılmış gibi başlıklar atılıyor.

 

***

 

Türk basının büyük bölümü iktidarın “mücahidi” gibi davranıyor.

 

Bu ülkeye ve halkına karşı hiçbir sorumluluk duymayan yandaş ve yanaşma medya, haksız ve hukuksuz bir savaşı, pek “insancıl” nedenlerle ve alçakça kışkırtıyor. Bu ülkenin on binlerce çocuğunun kanı üzerinden yürütülen kirli bir pazarlığın aracılığını yapıyor. ABD, İsrail ve Batılı ortaklarının bölgesel ve küresel çıkarlarının taşeronluğuna soyunuyor.

 

Öncelikle saptanması gereken gerçek şudur; AKP kendisini iktidara taşıyan ve orada tutan güçlere, özellikle ABD’ye diyetini ödemek zorunda olduğunu görüyor. Bu diyetin Suriye’ye müdahalede rol alarak ödeneceğinin de farkında. AKP, rejimi dinselleştirmek ve böylece kendi dar ideolojik hedeflerine ulaşmak için büyük bir ülkeyi ve toplumu feda etmekten kaçınmıyor.

 

İşte bu nedenle iktidarın kontrolü altındaki gazete ve televizyonlar, Başbakan Erdoğan’ın AKP Meclis Grup Toplantısı’nda geçen Salı günü yaptığı konuşmayı öyle başlıklarla verdiler ki, sanki tutmasan askerden önce Suriye’ye girecekler. Çünkü AKP iktidarı ve Erdoğan Suriye politikasında açık bir yenilgi aldığı ve moda deyimle karizmaları çizildiği için onları rehabilite edecekler. Dertleri bu!

 

***


Geçen Salı günü Brüksel’de Türkiye’nin çağrısıyla toplanan NATO, açıkça “Ben yokum” demesine karşı, bu ertesi gün gazeteler tam tersi haberlerle çıktılar. Oysa NATO, ittifak antlaşmasının 5. maddesini gündemine bile anlamıştı. Bu madde, üyelerden birine saldırı yapıldığı taktirde bütün üyelere yapılmış sayıyor ve ortak karşılık verilmesini öngörüyordu.
Toplantıda NATO sadece Suriye’yi kınadı ve Türkiye’nin sırtını sıvazladı. Deyim uygunsa, “Hadi koçum” dedi, “kim tutar seni”!
NATO çok açık şekilde Türkiye’yi yalnız bıraktığı halde, egemen medya NATO’nun “Türkiye’nin yanındayız” dediği ileri sürdü.
Oysa NATO Türkiye’nin yayında olamazdı. Üstelik NATO bu durumu daha önce de ilan etmiş ve Suriye’ye müdahale gibi bir sorumluluğunun olmadığını açıklamıştı.
Ancak bunun ne AKP iktidarı farkındaydı ne de Türk basını farkında.
Rusya’nın, Suriye’ye yapılacak askeri bir müdahaleye karşı aldığı sert tutum ve nükleer savaş uyarısı, İran’ın ‘bölgesel savaşa yol açar’ şeklindeki açıklamaları ve Çin’in tutumu böyle bir müdahalenin önündeki başlıca engelleri oluşturuyordu. Bu neden ABD ve Batı ortakları doğrudan bir müdahale yerine işi taşeron bir ülkeye, AKP’nin yönettiği Türkiye’ye vermişlerdi. Böylece Rusya, Çin ve İran’ı bloke edecekler, müdahaleyi bir Türkiye-Suriye savaşı gibi göstereceklerdi.
Öyle anlaşılıyor ki, Rusya ve İran’la Türkiye’nin, başta doğalgaz olmak üzere büyük hacimli ticari ilişkileri de AKP hükümeti tarafından hesaba katılmamıştı.
Bütün bu olup bitenlere karşı Türk basınında öyle haberler yapıldı ve yorumlar yazıldı ki, insan sanki bu ülkenin değil de başka bir ülkenin gazetelerini okuyor hissine kapılmadan edemiyor.

(Yurt Gazetesi)

Merdan YANARDAĞ | Tüm Yazıları
Hits: 1719