Şarapnel

~ 21.06.2012, Yılmaz ÖZDİL ~

Analar ağlamasın...

Bir “baba” göndermiş:
 

“Oğlum orada. Korkar mı? Bilmiyorum. Ateşlendiğinde başında nöbet tutardım, hasta olursa revire çıkabiliyor mu acaba? Akşam biraz gecikse, evhamlanırdık, gözümüz yollarda kalırdı. Şimdi, haftada bir telefon edebilirse, ne mutlu bize; kötü bir haber gelir mi korkusu ile... Sahi, neden telefon etmek yasak bu kadar? Vatan için ölmesi beklenen evlatlarımız casus mu? Sevdiği kız var mıydı... Bilmiyorum. Hiç söylemedi. Kimbilir, yüreğinde hangi fırtınalar esiyor oralarda... Babalar Günü’nde aradı en son... İyiyim dedi. Her şey güzel, merak etme dedi. Teselli etti. O mu evlat, ben mi, bilemedim. Bildiğim şu... Güle oynaya, seve seve gitti. Oğlumu gönderdiğim gibi canlı, sağ salim geri isterim.”

*

“Bedelliler evlat...
Bizimkiler zayiat mı?”

*

“Bırakın bize insan muamelesi yapmalarını, tekerlekli sandalyemizi yürütecek kaldırım bile yapmıyorlar. Çarşıda, alışveriş merkezinde dolaşan... Dolaşabilen gazi gördünüz mü siz hiç?”

*

Mücadele et dediler, mücadele ettik. Bize mücadele et diyenler, mücadele ediyor mu?”

*

Bir astsubay yazmış...
Her okuduğumda ve size aktarırken bile tüylerimi diken diken eden, mizahi kahrediciliğe, kahraman cesaretine dikkatinizi çekerim: “Bülent Arınç, teröristlerin silahları vardı diyor. Protezime bakarak endişeleniyorum: İster misin bana ateş etsinler!”

*

“Hava Kuvvetleri’nden emekli kurmay yarbayım. Eşimin babası, Kore gazisi... Kendi toprakları için savaşmış gazilerin torunlarına bile sahip çıkıyorlar. İki çocuğumuz var, Güney Kore firmasının gazi torunlarına verdiği bursla okuyorlar. Kore Hükümeti, Türk gazilerin torunlarını her sene yaz kampına götürüyor. Kore üniversitelerinde, burslu, master ve doktora imkânı tanıyorlar. Geçenlerde, Muharip Gaziler Derneği’ndeydim, Kore ve Kıbrıs gazileriyle sohbet ettim. KKTC büyükelçilerimiz bir kez bile gelmemiş. Güney Kore Büyükelçisi ise, eşi ve askeri ataşesiyle birlikte sürekli ziyaret ediyor.”

*

“Eşim askerdeyken bileğini kırdı. Hastane odamızda, bacakları olmayan, yüzünde derin yaralar bulunan bir genç vardı; Cemil... Dokuz ay komada yatmış. Ölür demişler, uyanmış. Öylesine hayat doluydu ki, bileğimizdeki kırıktan utanıyorduk. Boşverin, vatan sağolsun diyordu. İş bulmuştu, çalışıyordu. Zaman zaman yaraları nüksediyor, açılıyormuş... Anacığına tedaviye gittiğini söylemiyor, eğitime gidiyorum diyormuş. ‘Anam yaşlı, üzülmesin, şekeri var’ diyordu.”

*

“Askeri hastanede nöbetçiydim. Gün ağarmak üzere, santral aradı, mayın vakası geliyor. 40 dakika mesafede, kan grubu A RH pozitif... Ameliyat ekibine haber verin, aynı kan grubuna sahip 10 kişi bulun dedim. Helikopter indi. Koşarken, bir er gördüm, çökmüş duvar dibine, hüngür hüngür ağlıyor. Arkadaşın mı oğlum? Değil komutanım, benim kanımı almıyorlar, B miymiş neymiş benimki.”

*

“Bölgede, askerlerin tedavisinde çalışan bir annenin kızıyım ben... Onlarla büyüdüm. Hayatta kaldığına şükretmez, ölmediğine üzülmez, arkadaşlarıyla dağlarda olamadığına ağlar onlar.”

*

“Gelmeseler de olur, bayramda arasalar yeter.”

*

“Kafasına isabet eden kurşunla, iki defa kalbi duran, üç defa beyin ameliyatı geçiren, 111 gün komada kalan gazimiz Fırat’a, ev yaptırıyoruz. Kastamonu Tosya’da kampanya başlattık, iki senede 103 bin lira topladık. İnşaatta kullanmak üzere, manevi temsil için, 81 şehrimizden birer kavanoz toprak getirdik, nihayet temeli attık. Protokolümüz en öne kuruldu, bağışçılara teşekkür bile edilmedi.”

*

“Apo’yu eve çıkarmaya çalışanlar, lütfedip önce bize birer tek göz oda versinler, Apo’nun villasını bahçesini sonra düşünsünler.”

*

“Eşim ve kızımla beraber, Bodrum’daki kampa gittik, emekli hekim asker arkadaşlarımızı ziyarete... Tekerlekli sandalyeyle gazileri gezdiriyorlardı. Rehabilitasyon için getirilmişlerdi. Fiziki görünümlerini anlatmama dilim varmaz ama... Bana en çok dokunan, çok istememe rağmen, onlarla iki kelime konuşamamak oldu. Konuşmuyorlardı. Günaydın’larımıza bile cevap vermiyorlardı. Onları gezdiren arkadaşları, üstelemeyin lütfen diyorlardı, bizimle bile konuşmazlar. Bir insanın, konuşmayarak bu kadar çok şey anlatabildiğini o gün, orada anladım.”

*

“Vatani görevimi mayın arama dedektörü kullanarak yaptım. Mayına basmadım. Çatışmaya girmedim. Hiç yara almadım ama... Sivil hayatıma normal insan gibi devam edemediğimi söyleyebilirim. Aradan üç sene geçti. Yürürken yerinden oynayan bir kaldırım taşının, yüreğimdeki anlamını size tarif edemem.”

*

“Kuş sesleri, hatta sinek vızıltıları bir anda kesilir, makasın kâğıdı kestiği gibi, bir anda... Sırtüstü yapışırsın yere, uğultuların arasında mayın kelimesini ayırt edersin sadece... Masmavi gökyüzüne bakarken bulursun kendini, arkadaşların bi şeyin yok diye bağırır, bilirsin ki, bacağın yok... Hep o soru çınlar aklında, tekrar tekrar, neden ben, neden ben?”

*

“Bastım... Bayılmışım. Helikopterde ayıldığımda dedim ki kendime, kızıma nasıl söyleyeceğim?”

*

Faturayı ödeyemediği için elektriği kesilen mi ararsın, üç kuruş kredi borcundan icralık olan, eşyaları haczedilen mi.

*

Şarapnel gibi yağıyor mesajlar, sağanak şarapnel gibi... Bilmiyorum artık, vicdanımızın neresine denk gelirse.

(Hürriyet)

Yılmaz ÖZDİL | Tüm Yazıları
Hits: 1679