'Zamanlamaya dikkat' safsatasına artık bir son verin

~ 20.06.2012, Can ATAKLI ~

PKK ne zaman kanlı bir eylem gerçekleştirse, yandaşlar, maskeli liberaller, Türkiye sevgisizleri koro halinde “Zamanlamaya dikkat” diye fetva verdikten sonra şunu söylerler; “Tam barışa doğru adım atılıyordu ki, yine bozdular.”

Peki, kim bozar bu barış adımlarını?

Karanlık güçler.

Kimdir bu karanlık güçler?

İşte orası belli değil. Sizin meşrebinize göre “karanlık güçlerin” tanımı da değişir.

Artık bu yalanı, bu safsatayı bir kenara bırakmak gerekiyor.

Bu yalan ve safsata neredeyse 20 yıldır ağızlara pelesenk olmuş halde.

Neymiş, 1993’te de barış umudu doğmuş ama PKK 33 askerimizi şehit etmiş.

Abdullah Gül “Barışa çok yakınız” demiş, karakol baskınlarında 50’ye yakın askerimiz şehit edilmiş.

Tayyip Erdoğan Apo ile adamını görüştürdü polise saldırılar oldu.

Sonuçta “zamanlamaya dikkat” sözü sadece bir bahanedir.

Çünkü söylendiği gibi ortada “barışa atılan adım” falan yok.

Sadece iktidar adına ekranlarda olur olmaz konuşanların talep ve temennileri var.

Siz hiç bugüne kadar iktidardan somut bir söylem duydunuz mu?

Kürt açılımı adını verdikleri operasyonun başından beri herhangi bir AKP’linin ağzından “anayasada şunları yapacağız, yasalarda şunları değiştireceğiz” türü bir vaade rastladınız mı?

Hayır.

Ama laf çok. Kuru kalabalıktan öte değil.

İktidar böyle de muhalefet farklı mı?

İşte Kılıçdaroğlu kalktı gitti Erdoğan’ı ziyaret etti.

O da somut bir şey söylemedi. “Biz varız” dedi. Elbette o da bir şeydir ama bunca yıldan sonra hâlâ “Önce masaya oturalım sonra öneriler getiririz” demenin de hiçbir anlamı yok.

İktidar da muhalefet de artık halkı kandırmayı, bahanelerle oyalamayı bir an önce bırakmalı.

Terörle mücadele nasıl edilecekse öyle edilmeli, huzuru sağlayacak adımlar neyse atılmalı.

İlle zamanlama deniyorsa “işte şimdi tam zamanı” bunu bilelim.
 

 

*****



Türkiye uluslararası hakkını kullanmalı

Terör acımasızca saldırıyor.

Her gün şehitler veriyoruz.

Her gün nice genç insanımızı yitiriyoruz.

Her gün evlere yüreklere ateş düşüyor.

Türkiye ise çaresizlik içinde şaşkın bir acı çekiyor.

Kürt sorununu çözmek farklı, terörle mücadele etmek farklı.

Türkiye artık bu iki sorunu da mutlaka çözmek zorunda.

Tehdidin geldiği yer belli, teröristler belli.

O halde öncelikle terör batağı tam kurutulamasa bile etkili olamayacak hale getirilmeli.

Bunun için de Türkiye artık uluslararası haklarını kullanmalı, bundan çekinmemeli.

Eski milletvekillerinden Uluç Gürkan, milletvekilliği döneminde çok uğraş verdiği Güneydoğu ve terör konusunda önemli bir öneri getirdi.

Gürkan Kuzey Irak’tan gelen PKK saldırıları karşısında Türkiye’nin, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nde öngörülen “meşru müdafaa” hakkını kullanması gerektiğini belirtti. Gürkan 1999-2002 Ecevit hükümetleri döneminde Kuzey Irak’a bu amaçla girildiğini ve terörün bu sayede durdurulabildiğini kaydetti.

Türkiye bu hakkını 1990’lı yıllarda kullanmış. 3 sınır ötesi harekât ile 30’u aşkın sıcak takip operasyonu gerçekleştirilmişti. Özellikle Bülent Ecevit hükümetleri döneminde Kuzey Irak’a işgal amacıyla değil, güvenlik amacıyla, olumsuz gelişmeleri önlemek amacıyla girilmiş ve 2000’li yıllara gelindiğinde terörün durdurulması sağlanmıştı.getiren Gürkan Iraklı yetkililerin “Türkiye Kuzey Irak’a müdahale ederse uluslararası hukuku ihlal etmiş olur” açıklamalarının gerçeği yansıtmadığını, BM Sözleşmesi 51. maddesine göre,BM’ye üye bir ülkeye karşı silahlı bir saldırı olduğunda o ülkenin meşru müdafaa hakkının doğduğunu belirterek “PKK terör eylemleri bu maddedeki silahlı saldırı kapsamına giriyor. Türkiye’nin tek yapacağı, bu madde uyarınca meşru müdafaa hakkı kullanıldığını BM Güvenlik Konseyi’ne bildirmektir” diyor.

*****



Ne bilirkişiymiş bu böyle

Odatv davasında sadece bir tahliye oldu. Çok şükür Müyesser Yıldız kurtuldu esaretlikten.

Ama diğer gazeteci arkadaşlarımız hâlâ içeride. Üstelik mahkeme yaz tatili yapsın diye taa eylül ayına atıldı bir dahaki duruşma.

Neden gazeteciler hâlâ hapiste tutuluyor?

Çünkü bilirkişi raporu gelmemiş.

Kimdir bu bilirkişiler, neyi bilirler,neyi araştırırlar da günü saati belli bir duruşmaya bir türlü bildiklerini yetiştiremezler?

Ya “şiddetli şüphe” konusuna ne demeli?

Ortada bir kanıt yok, ama mahkeme üyelerinde “suç işlendiğine yönelik güçlü bir kanaat” oluşmuş.

Delil yokmuş ama şüphemiz var ya, kalsın içerde keratalar mantığı.

Bu iktidarın mantığı böyle işte.

Kimini açlıkla terbiye ediyor, kimini susturuyor, kiminin burnunu sürtmek için yandaş yalakalara verdiği talimatlarla karalama, aşağılama kampanyaları açtırıyor, kimilerini de hapse atıp “oh olsun” duygusunu tatmin ediyor.

Ya vicdan? Ya insaf?

Ona ne gerek var ki.

Ayrıca bizden olmayanlara karşı böyle duyguları neden taşıyalım ki?

*****



Kimse inanmıyor

Yüreğimize dün yine ateş düştü. 8 gencimizi daha yitirdik, yaralıların durumunu ise bilmiyoruz, “kurtuldu” diye seviniyoruz belki ama ya bundan sonraki hayatları?

Genelkurmay Başkanı hemen olay yerine koşmuş. İyi, koşsun koşmasına da, daha önce orada olması gerektiğini bilmiyor mu acaba? Şimdi ne fayda?

Bu arada ilginç bir durum daha var. Dün gün boyu sosyal medyada bir dedikodu gezindi. Buna göre şehit sayısının 8 değil çok daha fazla olduğu söyleniyordu. Güya hükümet şehit sayısına sansür koymuştu.

Şehitlerin daha fazla olduğuna inanmıyorum. Ama insanların kendilerine doğru bilgi verilmediğine inanmaları çok daha vahim bir gelişmedir. Eğer halk devletinin açıkladığı “şehit sayısına” bile kuşku ile bakmaya başlamışsa, bu hiç de iyi bir gelişme değildir.

*****



İstifa etmek çözüm değil bir görevdir

Adalet Bakanı Şanlıurfa Cezaevi’ndeki trajediden sonra medyanın karşısına geçip bin dereden su getirdi.

Geçmiş dönemi anlattı, grafik sunumlar yaptı,tutukluluk sürelerini savundu.

Elbette duyduğu üzüntüyü ve ihmalleri de söylemeden edemedi ama istifa da etmeyeceğini açıkladı.

Bakan’a göre “istifa etmek” bir çözüm değil.

Bir sürü gerekçe sayıp sonra karşınızdaki herkesi “kahvehane sakini” olarak kabul edip “bu durumda istifa etsem her şey düzelecek mi?” diye sorarsanız, o ahali “haklı valla” der.

Ama devlet yönetiminde, siyasette kahve kültürü olmayacağına göre Adalet Bakanı’nın söylemi de kayda değer değildir.

Çünkü elbette bir bakan istifa edince işler “şıp diye” düzelmez. Ama demokratik ülkelerde siyasi şahsiyetler işin gereğini yaparlar ve istifa ederler, bu bir görevdir.

Siyasetçinin kendine bağlı birimlerdeki yanlışlardan, hatalardan ve suçlardan sorumluluk duyması gerekir. Siyasetçinin cezası da istifa etmek ve muhtemelen ilk seçimlerde sandıktan çıkamamaktır.

Oysa bizde, nedendir bilinmez, kim daha başarısızsa o daha da yükseliyor.

 

(Milliyet)

Can ATAKLI | Tüm Yazıları
Hits: 1447