Neden mi 'Demokratik Cephe' yok?

~ 11.06.2012, Aslı AYDINTAŞBAŞ ~

Türkiye'de herkes kendi mağduriyetini görüyor. BDP'liler Balyoz'daki usulsüzlükleri, CHP'liler BDP'lilerin sıkıntılarını, solcular İslamcı muhalifleri duymuyor. Ortak ve tutarlı bir demokrasi cephesi yok

 

DAHA yeni depremle yerle bir olan Van’da, bu sefer de kentin popüler belediye başkanı tutuklandı. Üstelik sadece Van belediye başkanı değil, civar ilçelerin belediye başkanları ve BDP’nin il başkanı da haftasonu hapsi boyladı.
Demokrasi açısından vahim bir durum. Seçilmiş Tayyip Erdoğan haksız yere hapse atıldığında isyan edenler, bu kez sessiz. Kamuoyu da öyle. Toplamda BDP’den yüzlerce muhtar, belediye başkanı, il başkanı zaten tutuklu. Bir yandan Arap Baharı’ndan söz ediliyor, Suriye gibi baskıcı rejimlere karşı çıkılıyor, diğer yanda iş sivil siyaset yapan seçilmiş belediye başkanlarını “terörist” diye yargılamaya gelince memlekette pek ses çıkmıyor.
Gerçek şu ki, Kürtler dışında pek az kimsenin umurunda BDP’nin yargı yoluyla adım adım etkisizleştirilmesi.

Van’da BDP’li belediye başkanlarına yönelik gerçekleştirilen operasyonda gözaltına alınan ve mahkemeye çıkarılan Van Belediye Başkanı Bekir Kaya (önde) ile Belediye Başkan Yardımcısı İhsan Güler (arkada) örgüt üyeliğinden tutuklandı.
Fotoğraf: DHA

 

Demokraside ortaklık yok
Başka tarafa bakalım. CHP’li belediyelere yönelik baskın üstüne baskın var. Ne hikmetse memlekette tek bir Ak Partili belediyeye yönelik operasyon olmuyor, ama İzmir’den Bodrum’a CHP’lilerin sürekli topun ağzında. Laik kesim ver yansın ediyor. BDP’lilerin ise derdi değil.
Örnekleri çoğaltabiliriz. Balyoz davasından yargılananların aileleri, uzunca bir süredir sosyal medyada çok etkin bir kampanya götürüyor. Balyoz’da delil üretildiğini, adil yargılama yapılmadığı konusunda haklı olarak seslerini yükseltiyorlar. Ama yakınlarını yargılayan sistemin aynısı KCK davasında devreye girince, sus puslar. Günlük siyasette muhalif, Kürt meselesinde ise otomatik olarak milliyetçiler.

‘Kök söktüren derin devlet?’
Kürtler ise tam tersi, Ergenekon veya Balyoz gibi davalardaki hukuksuzlukları hiç umursamıyor, hatta bu davaları kendilerine ‘kök söktüren’ derin devlet ya da ordunun burnunun sürtülmesi olarak görüyor, içten içe seviniyorlar. Bir defasında Kürt siyasetinde mühim bir figür, Balyoz davasında adli hataları sorgulayan yazılarımdan dolayı bana sitem dolu laflar etmiş, hatta işi ”askerci” olduğumu ima etmeye kadar vardırmıştı işi. İşin komiği, şimdi o arkadaşın kendisi hapiste, yazdıklarından dolayı ”terörist” sayılıyor, muhtemelen de aynı mahkeme tarafından yargılanıyor...
OdaTV davasında gazeteciler tutuklanıyor; ancak Nedim Şener ve Ahmet Şık konusunda itirazlarını yükselten liberaller, ‘ulusalcı’ saydıkları Soner Yalçın, aynı davada aynı deliller ve aynı iddianameyle tutukluyken kıllarını kıpırdatmıyor.
Solcular, medyadaki tek ses düzeninden sürekli şikâyetçi. Ama ne hikmetse şikayetleri Ali Akel’in Yeni Şafak’tan atılması ya da Zeynep Kuray gibi onlarca genç muhabirin KCK’dan tutuklanmasını kapsamıyor.
Burada ‘post-modern dikta’ tartışması açan Türk solu, Suriye’deki hakiki diktaya karşı halk isyanı ve genel anlamda Arap Baharı’na ‘emperyalistlerin oyunu’ deyip işin içinden çıkıveriyor. Maalesef solda, Arap coğrafyasındaki özgürlük talebine kulak veren az sayıda yorumcu var. İşin ilginç yanı, burada özgürlük mücadelesi verdiğini iddia eden BDP ve Kürt hareketi de bu konularda sus pus.

Zaman'dan muhalefet
Geçelim sağ cenaha... Zaman gazetesi, son dönemde göze batan bir muhalefet grafiği sergiliyor. Bu durum çok seslilik açısından hoşuma gidiyor çünkü Zaman eleştirince memlekette muhalif söz kurmak isteyenlere meşru bir alan açılmış oluyor. Ayrıca gazetenin haklı olduğu yerler var. Örneğin geçen hafta, bir dizi yazı arasında Şahin Alpay’ın demokratikleşme eleştirisi ve İhsan Dağı’nın akademik bir çerçevede kavramsallaştırdığı “post-Kemalist otoriterlik” yazısı, gerçekten kayda değer.
İyi de, gazetedeki muhalif rüzgar kendiliğinden değil, şike davası ve Hakan Fidan gibi konularda hükümetle görüş ayrılığına düştüklerinde başladı. Üstelik Zaman daha önce KCK tutuklamaları, medyaya yönelik baskılar, uzun tutukluluk ve Balyoz’daki ‘sahte delil’ tartışmaları gibi konularda neredeyse hep özgürlüklerin kısıtlanmasından yana tavır koydu. Bugün de özel yetkili mahkemelerin kaldırılmaması ve illegal dinlemelerin yasaklanmamasını adeta demokratikleşmenin temel şartı sayıyorlar. O konularda uzlaşma olsa, Zaman’daki eleştiri grafiği bir anda yok olacak.
Hükümet derseniz... Şimdilerde kendi kontrolünde olmadığı için özel yetkili mahkemeleri adil yargılama önünde bir engel olarak gören hükümet, daha düne kadar bu düzenden memnundu. Sonunda düğmeye basmalarına neden olan, binlerce BDP’li veya onlarca gazetecinin hapiste olması değil, sistemin MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a uzanmış olması oldu. Bundan tutarlı bir demokrat tavır çıkması mümkün mü?

AB yoksa olmuyor
Gerçek şu ki, Türkiye’de demokratikleşme, dış dinamikler etkisiyle, yani AB eliyle iteklendiği 2000’li yıllarda, İslamcılar, merkez sağ, liberaller ve hatta merkez soldan oluşan geniş bir ‘demokrasi cephesi’ vardı.
Bugün ise herkesin mağduriyeti, muhalifliği, demokratlığı kendine. Kürdün derdi solcuyu, solcunun derdi İslamcıyı, İslamcının derdi yargı mağduru asker ailesini ilgilendirmiyor. Temel hak ve özgürlükler ortak paydasında buluşmak, hatta bunun üzerine bir muhalefet cephesi inşa etmek mümkünken, toplumdaki karmaşık katmanların tümü birbirini düşman algılıyor. Empatiyi falan geçtim, temel siyasi haklarda bile asgari müştereklik kurulamıyor. Ortak ve tutarlı bir demokrasi cephesi, bir türlü şekillenemiyor.
Nahoş ve sürekli vıdı-vıdı içeren bir tablo. Yapısı itibariyle ‘tek adamlaşmayı’ hızlandıran bölünmüş bir muhalefet bloğu. Bu gidişle ne Kürt sorunu biter, ne de ileri demokrasi gelir...

Ah Sinan Ah!

Nadiren haber okurken heyecanlanırım, Pazar sabahı New York Times’da Mimar Sinan’la ilgili uzun seyahat yazısını okuyunca tüylerim diken diken oldu.
Mimar Sinan’ın izinden giden muhabir, arka planda İstanbul’dan Edirne’ye modern Türkiye, ön planda ise sütunlar, kubbeler ve matematik bir zekayla inşa edilen muhteşem binaların olduğu enfes bir yazı kaleme almış.
Ben mimar kızıyım. Mimar Sinan deyince de aklıma babam gelir. Çocuk yaşta tarihi eserleri, ören yerlerini gezerken ”Bak görüyor musun, bu kirişin üzerine şu oluğu yaparak...” gibisinden açıklamalar yapan babamdan, Sinan’la ilgili iki temel şey öğrenmişliğim var. Birincisi, 300’ün üzerinde eser yapan Sinan’ın hiçbir mimarı planı tekrarlamadığı, her binanın orijinal bir mimari planı olduğu. (Bugünkü AVM’lerin, sitelerin, rezidansların aksine...)
İkincisi ise Sinan’ın tam bir Rönesans adamı olduğuydı... Zaten New York Times da Sinan’ı Rönesans’ın sembolü Michelangelo ile kıyaslayıp ”Fakat binaların kalitesi, ölçeği ve sayısı düşünüldüğünde, bu neredeyse Sinan için bir hakaret. Michelangelo Roma ve Floransa’da bir kaç binaya katkıda bulundu. Sinan ise Belgrat’tan Mekke’ye hala günlük hayatta kullanılan yüzlerce anıtsal yapıya imza attı. Bir anlamda, dünyanın ilk Star Mimarı’ydı” diyor.
Sinan’ın Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan’a hafif kesik olduğunu, ilk kez bu yazı sayesinde öğrendim.
Yazıda söz edilmeyen tek detay ise, büyük dehanın aslında Ermeni asıllı bir Kayserili olduğu, 20’li yaşlarda İstanbul’da İslam'ı seçerek Sinan ismini aldığı ve Yeniçerilere katıldığı...

 

Medya Mahallesi Gitmese...

Bu rutin ne zaman oturdu, bilemiyorum. Ama en az iki yıldır eğer evdeysem, sabah gazeteleri okuduktan sonra 11 civarında CNNTürk'de Ayşenur Arslan'ın Medya Mahallesi'ni izlemeye oturuyorum. Yılların gazetecisi Ayşenur, kendine has üslubuyla günlük haberleri, manşetleri yorumluyor. Çoğunlukla muhalif, her zaman esprili bir üslupla. Siyasi tespitlerine tümüyle katılmasam da, ifade özgürlüğünü ve gazetecilik mesleğini korkmadan, çekinmeden sahiplenmesini her zaman gıpta ettim. Ayşenur gerçekten bizim mahallenin ablası...
Sadece ben değiş; sanırım binlerce insan da programı beğeniyor ki Medya Mahallesi kanalın en çok izlenen programları arasında.
Cuma günü Arslan, yüzünden düşen bin parça, Medya Mahallesi'nin ”erken” tatile gireceğini açıkladı. Hafta sonu arayıp konuştum; ani ve kanal yönetimi tarafından son anda deklare edilen bir kararmış. Eylül'de başlayıp başlamayacağı ise meçhul.
Türk basını son yıllarda muhalif seslerin yaprak gibi döküldüğüne tanık oldu. Ancak CNNTürk farklı bir yayıncılıkla dengeli bir düzen iddiasında. Kanal yöneticilerinden ricam, bir kez daha bu kararı gözden geçirmeleri, bizi Medya Mahallesi'nden mahrum etmemeleri...

(Milliyet)

Aslı AYDINTAŞBAŞ | Tüm Yazıları
Hits: 1524