Bu ülkede hukukçu olmak

~ 04.06.2012, Prof. Dr. Erdener YURTCAN ~

Cumhuriyet 24.05.2012

Hukukçu kimdir? Hukuk öğrenimi görmüş, bir hukuk fakültesini bitirmiş kişi. Hukuk nedir? Toplumda yaşanan tüm olaylara çözüm üretme sanatı. Anlaşılan, hukuk çok iddialı bir iş. Öyle ya, tüm olaylara çözüm bulacaksınız, bunun anahtarları da onda olacak. Peki, ülkemizde bugünkü manzara nasıl? Hemen söyleyeyim, hiç de iç açıcı değil. Neden mi? İşte göstergeleri.

Şöyle etrafınıza bir bakın, herkes hukuktan şikâyetçi. Demek ki doğru gitmeyen bir şeyler var. Hem de ne çok. Ülke bir kısır döngünün içinde dönüyor. Bunun başrol oyuncuları yargıçlar, savcılar, avukatlar. Hukuk toplumda düzeni sağlayacak, ama ne gezer. Tam bir kaos yaşanıyor. Herkes derdini anlatamamaktan, hakkını alamamaktan yakınıyor. Oysa hukukun egemen olduğu yerde böyle bir şey olamaz. Boşuna denilmez, hukukun yaptırım gücü vardır. Bu nedenle hukuk gerektiğinde keskin kılıçtır. Keskin kılıç kesecektir, fakat kesilmesi gerekeni kesecektir. Hedefte yanılmalar ve şaşırmalar olursa, ne düzen kalır, ne hak ve adalet.

Geçenlerde yazdığım bir yazımda da şu soruyu sormuştum. Türkiyeyi nasıl bir ülke olarak tanımlarsınız? Suç, ceza, mahkeme, savcılık, yargılama ülkesi. Oysa bu kavramlar düzen içinde yaşanılan bir toplumun baş kavramları olamaz. Yanlış anlaşılmasın. Her toplumda saydığım kavramlar elbette olacaktır. Ancak bizdeki terslik bu kavramların öteki bütün kavramları bir kenara itmiş olmasında.

Böyle bir kargaşa içinde, terimi bağışlayınız, bir itiş-kakış, kavga-gürültü. Sonuç: tam anlamıyla mutsuzluk ve umutsuzluk. Sakın ola ki bu durumun yaratılmasının suçlularını aramaya kalkmayınız, çünkü bulamayacaksınız. Nedeni çok açık: herkes sütten çıkma ak kaşık. Oysa, böyle bir kaos kendi kendine mi doğdu, yoksa dünya denilen evren yeniden yaratılıyor da Türk insanının haberi mi yok.

İçinizi sıktığımın farkındayım. Fakat birilerinin çıkıp doğruları söylemesi de gerekir. Bunun arkasından elbette çözüm önerileri gelmeli.

Yeni bir anayasa yapma ön çalışması sürüyor. Şimdilik çalışma cephe gerisinde. Bu nedenle çok fazla ses çıkmıyor. Ama ortalığın bu nedenle karışmasının zamanı da gelecek. Yeni bir anayasaya ne gerek var, sorusu çok mu anlamsız? Bence hiç değil. 1982 Anayasası bir darbenin ürünüdür. Bu anayasa çok kez değiştirildi; başlıcaları 1987’de, 1995te, 1999da, 2001de, 2002de, 2004te, 2007de, 2010da. Bu değişikliklerin içeriklerini tam olarak kabul etmeyebilirsiniz. Ancak kanımca yöntem doğrudur. Ayrıca bu değişiklikler içinde çağa uygun bir anayasaya yakışan normlar vardır. Şayet daha özgürlükçü, daha eşitlikçi, daha çağa uygun bir anayasa isteniyorsa, tam bir uyuşma temeline dayanan değişiklikler yapılabilir. Bunun için yeni bir anayasa yapmaya gerek yoktur.

Yakın geçmişte ülkemiz Batıda hiçbir ülkenin cesaret edemediği bir girişimde bulundu ve bu halen de sürüyor. Bunun en kısa tanımı, tüm temel yasaları yeniden yapmaktır. Bunu yapıyorsunuz da, amaç elde ediliyor mu? Ne gezer, ceza yasalarının durumu ortada. Öncekilerle sonrakileri köprülemek ve uyarlamakiçin adeta seferberlik ilan edilmiş gibi. Yargıtaya giden bir dosya üç yılda gelemiyorsa, buna neden olanlar Yargıtay üyeleri mi? Bence hiç değil.

Çözüm önerilerimin elbette devamı gelecek. Fakat bu sayfanın sınırlarını da zorlamaya hakkım olmadığını söylemeliyim.

 

Cumhuriyet 04.06.2012

Ülkemizinhukuk resminiçizmeyi sürdürüyorum. Ceza adalet sistemimizin bugün için ana konusu özel görevli ağır ceza mahkemeleridir. Buralarda süren davalar ülke gündeminin baş köşesinde. O kadar ki, açılan tüm davalarda ilk dikkati çeken nokta sanık sayısının çokluğu. Bu bile başlı başına bir güçlük. O kadar çok sanığı yargılamak ve gerçeğe ulaşmak elbette zor. Bu durum ortamı geriyor ve duruşma salonlarını gerçeği bulma değil de çekişme yerleri durumuna getiriyor.

Bu mahkemelerden söz ederken ilk akla gelen tutuklama kavramı. O kadar çok tutuklu sanık bu mahkemelerde yargılanıyor ve tutukluluk süreleri de o denli uzun ki, bu noktayı aşmak büyük başarı sayılacak. Bu konuda yasama düzeyinde yapılan çalışmalardan ne yazık ki bir sonuç alınamadı. Oysa çözüm hiç de zor değil. İlkin tutuklamanın -artık sağır sultanının bile duyduğu ve bildiği- hukuki niteliği dikkate alınmalı ve yeni normlar getirilmelidir. Bunlar, tutuklamanın temelini sağlamlaştırmalı, ilk şart budur.

Sonra, yargıçlar yasadaki sözcükleri tekrarlayarak ne tutuklama kararı ne de tutukluluğun devamına karar verebilmeliler. Bu konuda başka bir sıkıntı da şudur: Özel görevli ağır ceza mahkemelerinde bir yöntem yaratıldı. Buna torba tutuklamadiyorum, çünkü mahkeme çok sayıda sanık için tutuklama kararı verirken ya da tutukluluğu uzatırken tek bir metin kaleme alıyor. Bu metin sanıkların tümünü kapsıyor ve yasadaki sözcükler sıralanıyor. Oysa tutuklama kişiye özgüdür ve kişinin niçin tutuklandığını bilmek hakkıdır. Adil yargılanma hakkını anayasasına yazan bu ülke bu sanıklara bu hakkı vermelidir.

Bir başka konu tutuklu milletvekillerinin durumudur. Bu konudaki girişimleri tekrarlamama gerek yok. TBMM Başkanı Cemil Çiçekin ve muhalefet partilerinin çabası sonuç vermedi. Nasıl versin ki. Parlamentonun bugünkü sayılsal yapısında, iktidar partisinin onayı olmadan bir yasanın noktasına ya da virgülüne dokunulamaz. Bu yalın bir gerçektir. Bu konu tartışılırken iki tez karşılıklı geldi. Muhalefet kanadı diyor ki, bu kişiler milletin seçimdeki oylarıyla TBMMye gelmeye hak kazandılar. Tutukluluk bunu engellememelidir. İktidarın düşüncesinin özü şöyle: Sizler bu kişilerin tutuklu olduklarını ve anayasaya göre yasama dokunulmazlığından yararlanmalarının mümkün olmadığını biliyordunuz. Ona rağmen onlara listenizde yer verdiniz. Onlar da seçildiler. Bu sorunu mahkemeler çözer. Bizim yapacağımız bir şey yoktur.

Bu konuda söylenmesi gerekenler var. İlki, bu sorunu Ceza Muhakemesi Kanununda (CMK) değişiklik yaparak çözeceğine inanan kişilere. Bu sorun öyle çözülemezdi; anayasa değişikliği kaçınılmazdı çünkü engel anayasadan kaynaklanıyordu. İkincisi, hiçbir partiyi hedef almaksızın söylemek durumundayım. Geçmişte de aynı yol uygulandı. Hatta bazı kişilerin yargılanmaları sürerken, bu kişiler aday yapıldılar, seçildiler ve ceza davaları askıya alındı.

Son günlerin güncel bir konusu ceza davalarındaki avukatlık (müdafilik) hizmetiyle ilgilidir. AKP bir yasa değişikliği teklifi ile duruşmada müdafi hazır bulunmadığında dahi yargılamaya devam edebilmeyi ve hüküm kurabilmeyi mümkün kılmak istiyor. Bu konunun doğru yorumunu yapabilmek için, konuyu biraz açmak gerekiyor. İlk belirtilmesi gereken husus şudur. Ceza davalarında müdafilik ikiye ayrılır, seçilmiş müdafilik ve atanmış müdafilik. Kısacası, sanık kendine müdafi seçer ya da seçilmiş müdafi yoksa kendisine baro kanalıyla müdafi atanır. Seçilmiş müdafi görevini yaptığı sürece, istifa ya da azil olmadıkça, müdafi atamadan söz edilemez. Bu yöntem hukuken mümkün değildir.

Öte yandan seçilmiş müdafi duruşmada mazeret bildirmeksizin bulunmadığında, mahkeme yargılamayı sürdürebilir. Buna yasal bir engel yoktur. Atanmış müdafi için durum farklıdır, çünkü CMKnin 188. maddesinde atanmış müdafinin mutlaka hazır bulunması öngörülmektedir. Oysa bu müdafiler de mazeret bildirebilmelidirler. Fakat bu yol kapalıdır. İşte AKPnin açmak istediği yol budur. Burada çekirdek nokta, atanmış bir müdafinin mazeret bildirebilme olanağının kendisine tanınmasında yatmaktadır. Bu olanak tanındıktan sonra, iki sonuç doğar. Mazeret yoksa yargılama sürer; mazeret varsa duruşma yapılmaz. Mazeret kabul edilebilir değilse, baro atadığı müdafi için disiplin hükümlerini işletir. Kanımca konunun özüne inmeden, adil yargılanma hakkı elden gidiyor, feryatlarında haklılık yoktur.

Son söz: Ülkemin hukuk resmini çizerken duvar panoları bile yetersiz kalır. Ama okuyucunun sabrını zorlamamak da kanımca uygun olur.

(Cumhuriyet)

Prof. Dr. Erdener YURTCAN | Tüm Yazıları
Hits: 3345