Neo-optimizm: Hatadan öğrenmek ayıptır diyenlerdenseniz

~ 03.06.2012, Yankı YAZGAN ~

Hayatınızda önemli bir adım atacaksınız; belli bir riski olan bir işe giriyorsunuz. Kaybetme riskinizi yüzde 65 tahmin ettiniz; ama yüzde 50 (tahmininizden daha iyi) çıktı. Bu dikkatinizi çekiyor; şaşırıyorsunuz. Benzer bir duruma ilişkin olarak sonraki dönem için tahmininizi yüzde 50 olarak yapıp, doğruya daha fazla yaklaşıyorsunuz. Önceki hatanızı düzeltiyorsunuz.

Beyin aktivitesinde elektriksel değişikliği saptayan nörofizyolojik araçlar bu şaşkınlığı büyük bir beyin dalgasıyla yansıtıyorlar.

Başka bir seferde, kaybetme olasılığı olsa olsa yüzde 30’dur, dediniz. Yüzde 50 çıktı. Aynı riski bir kez daha almanız gerekiyor, bir daha tahminde bulunuyorsunuz: Yüzde 30. Bir önceki tahmini şaşırmışsınız, doğrusunu öğrenmişsiniz (‘canım, bizde hata olmaz, onlar yanılıyordur’); yine de tahmininizi düzeltmiyorsunuz. Beyin elektriksel dalgalarınıza bakılıyor, yanılsanız, yanlış yapsanız bile, beyninizde pek bir şaşkınlık işareti yok.

Özetle, gerçek risk tahmininizden aşağıdaysa, yeni tahmininizi düşürüyor, ‘yok ya, o kadar da kötü değilmiş’ diye düzeltiyorsunuz. Risk, sizin risk tahmininizden yüksekse, ‘canım hep öyle derler, bakma, bir şey olmaz, bunlar komplo, uydurma’ diyerek ‘iyimserliğinizi’ muhafaza ediyorsunuz.

‘Siz’ kimsiniz? Bu deneylerin uygulandığı toplumsal kesimin yüzde 79’usunuz. Yok, siz genelde iyimser olarak tanımlanan bir tipsiniz, meşhur benzetmeye bakarsak, bardağın boş tarafını görenlerden değilsiniz. Dolu tarafını görür, moralinizi bozmazsınız. İyimsersiniz ya, bir yanlışınız olduğunu kabul etmek size uymaz; yanlış yapmayacağınıza inanmayı iyimserlik olarak öğrendiğiniz bir pop psikoloji kitabı okumuş ya da iş hayatında kendini geliştirme seminerine katılmışsınızdır. Öğretilenleri nedense hızla ve sorgulamadan kabul etmiş, iyimserlik, ‘aslında….’ ile başlayan cümleler kurmak, o an için işine gelmeyen, keyfini bozan, canını sıkan gerçekleri ‘yok öyle şey’ diye kestirip atmak sanmışsınızdır. Ama, üzülmeyin, yüzde 79’luk çoğunluğun içinde yer almaktasınız. Bu bakış açısına ‘neo-optimizm’ ya da ‘Neo-iyimserlik’ diyelim.

Hayır, böyle hissetmiyor ve düşünmüyorum diyorsanız, kalan yüzde 21’densiniz.  Size göre, iyimserlik yanlışın, gerçeğin yadsınması değil; aksine yanlışın düzeltilebileceğine, gerçeğin sadece istemekle değil (emek vererek), gerçeğe sadık kalarak değiştirilebileceğine inanmaktır.

Aynı kanaatteyim. Yine azınlıkta kaldık, ama olsun. Şimdilik.

Peki, beyin dalgası yüzde 21’de nasıl değişiyor? Her iki durumda da, hatanın varlığına olan fizyolojik tepki belirgin; zihindeki işlemci bir süreliğine yavaşlıyor. Düşünce süreçlerine bakarsak, ‘ne yapsam da bu yanlışı düzeltsem, daha doğru düzgün yapsam’ şeklindeki düşünüş, sonucu değil süreci düzeltmeye odaklanıyor.

Sonuca ulaşmak için her yolu mübah gören düşünüş tarzında ise, (neo-iyimser tutum) karnesindeki notu silerek düzelten çocuk aklı ile hareketler (istatistikleri çarpıtmak, başkalarını yalancılıkla suçlamak, alıntılanan cümlelerden ayıklamalar yapmak) çokça görülüyor.


Haftanın en çok RT edilen tweeti (@yankiyazgancom): Duygu düşünceden hızlı koşar: Korku, Öfke ve Zevk başı çeker. Kalan duyguların ve düşüncelerin yakalaması için bekleyebilmek gerekir.

İlkeli ile fanatik arasında fark var mı? Evet. İlkeli, düzgün işleyen bir saat gibidir. Gerçeğe sadıktır. Fanatik ise akrep ve yelkovanı hep aynı saati gösteren bir tutarlılığa sahiptir. Günde iki kez de olsa gerçek saati gösterir.

Bilmeden istemeden kötülük? Bu durumu anlamak için bir örnek, kendini her şeyi düzeltebilecek ve tedavi edebilecek güçte gören doktorlardır. Televizyondan tanıdık gelen bu tiplerin çoğu yaptığı ipe sapa gelmez uygulamaların doğruluğuna inandığı için karşılarındakini (hele çaresiz ya da gerçeği kabul etmekte zorlanan kişileri) kendi doğrusuna inancıyla etkiler. Kendi söylediklerine inanmak karşısındakini inandırmanın etkili yollarından birisidir. Seni kurtaracağım inanç ve vaadiyle hareket eder; ama genellikle zarar verir, bazen de tesadüfen yarar sağlarlar.

Propaganda. Saçma ya da apaçık gerçeğe aykırı görüşler değişik kanallardan tekrarlandıkça inandırıcı gelmeye başlar. Gerçeğe aykırı olanın o kadar da aykırı olmadığına inanmaya başlarız. Hele güvenilir gözüken (isminin başında Prof. vs olunca) kişilerden duyulması, kendinden emin tavırlı insanların gerçeğe aykırı ama gerçeğe yakın gözüken görüşleri telaffuz etmesi inanmamızı mümkün kılar.

Peki, gerçeği kimin söylediğini nasıl anlayacağız? Biz de Prof. unvanlı bir başkasına, Nobel ödüllü psikolog Kahneman’a soralım (sakalımız yok ki sözümüz dinlensin atazösüne uyarak). O da bize bir örnekle yanıt versin:

Bir kentte 100 taksi var. 85 yeşil taksi, 15 de mavi.
Bir adama taksi çarpıyor.
Tanık: Mavi bir taksiydi.
Tanığın durumu doğru görebilmiş olması: Yüzde 80.
Tanığın doğruyu söylüyor olma olasılığı kaç?
“Yüzde 80” diyenler yüzde 80!
Yanılıyorlar. Çok daha düşük. Zira, doğru görme olasılığını etkileyen bir faktör olan bir taksinin mavi olması olasılığını (yüzde 15) unutuyorlar (hesabı bu sayfaya sığdıramıyorum; ama wikipedia’da base rate fallacy diye girebilirsiniz; olmazsa bana yazın haftaya açıklayayım).

(Birgün)

Yankı YAZGAN | Tüm Yazıları
Hits: 1528