Korkularla Yüzleşmek

~ 30.05.2012, Hilmi ŞEKER ~

Hukuk, şarkıların özgürce söylendiği bir yargı dünyası kurmayı hayal eder. Bu uhdenin izini süren, Strasbourg düzeni, lisan özerkliğini görünen adaletin merkezine alarak, yargı dilinin aşkınlıklarıyla savunmayı perdelemesini yasaklar.

Anlaşılır bir dille suçlanma, görünen adaletin idealidir. Anlaşılmayan dil aracılığıyla savunma ve kanun yolunu kullanmaya zorlanma, görünen adaletin umarlarını dışlamak, adil yargılanma hakkını çiğnemektir.
Yargı dilini bilmek, bilinen dilde savunma yapmayı yoksamak tek başına savunma dilinin kötüye kullanılması anlamına gelmez. Kötüye kullanım, gerçekleri yadsımak veya gerçeğin tahrifiyle sınırlı olmayı yeğler. Hukuk niyetlerle ilgilenmez, onu okumaktan hoşlanmaz. Hukukun kapıya koyduğu bir nesnenin, iyi veya kötü arasında hakemlik yapması doğru olmaz.

Savunma dili, yargılama dilinin varlığını benimser, otoritesini yadsımaz. Kuşkunun aşılması için işbirliği yapmayı ya da sırrın hükme dönüşmesi için birlikte çalışmayı amaçlar.

Gerçeğe erişim, imece usulüyle eylemeyi, yolu birlikte kat etmeyi ve engelleri birlikte aşmayı, ahde vefanın gereği sayar. Varlığını gerçeğe borçlu olan veya zulasında sakladıklarıyla gerçeği vaat eden dilin, yöntem yasalarıyla bloke edilmesi, yargı aritmetiğinin etik talepleriyle bağdaşmaz. İşbirliğinin yarını, diyalojinin ahlaki özlemleriyle koşut eylemesine bağlıdır. Seçili hedef, yargı dilinin takıntı ve fetişlerden beslenen kibriyle özgürlüklere hükmetme direnci, küresel değerlerle teması koruyan rasyonel usulün, etik eylemeyi teşvik eden dünyasında beklediği saygıyı görmez.

Dilin, üstlendiği rol ve işlevi gerçekleştirebilmesi, diyalojinin amaçlarına katkı sunması, takıntılardan arınmış insani taleplere çağcıl yanıtlar vermek, ahlaki beklentileri hesaba katan bir ortamın sunduğu araçlarla gerçeği haykırma becerisine endekslidir. Gerçeğin açığa çıkarılmasına endekslenen yargı paradigması, savunma dilinin kadim kişiliği, birikim ve deneyimlerle üstlendiği rolü yadsımaz. Aksine verilen desteği, arama çalışmasının bileşeni olarak görür. Ondan optimum yararlanmanın koşullarını zorlar, böylece kuşkunun, semantik körlüğe yaslanarak, hükmü deforme isteğini engeller.

Gerçek, çoğulcu anlayışla vücut bulmayı, yargılama diliyle eylemeyi tekâmülün koşulu sayar. Böylelikle, duruşma salonlarını ana dille barıştırarak, ana dilin işlerlik alanını, içine yargılama mekanizmasını ve hükmün aritmetiğini de alacak şekilde genleştir. Türkçeden başka dil konuşan uyruğa, yatay ve dikey ilişkide sözlü savunma yapma, ana diliyle eyleme, çürütme, savunma, karşı koyma ve kanıtlama olanağı tanıyarak bireyin, süreci yönlendirme, biçimlendirme ve evirmesine fırsat vererek, savunmasını pekiştirme, kanun yolunun etkinliğini artırma ve yargıyı demokratikleştirme fırsatı sunar.

Demokratik yargı borcunu, ya dilin yakasına yapışan uğursuzluğu bertaraf ederek ya da dili hükümden düşüren engelleri çevreleyerek ödemeli veya savunmayı dille etkisiz kılan ideolojik saplantılarla yolunu ilk kavşakta ayırmalıdır. Bireyin olanaklarının dayatılan dille kısıtlanması, borcun üzerine yatmayı teşvik eden, ideolojik- bürokratik bir açmazdır. Bu tutum; değişim körlüğü yaratarak, toplumsal beklentilerin zamanında ve gerektiği gibi okunmasını önler, oluşan kayıp uyarlamanın ihtiyaç duyduğu aktüel araç ve kaynakları gereksinim olmaktan çıkarır.

Bağlayıcılık, çoğulculukla akrabadır. Çoğu kavrayan bir taban, hükmün kucaklanmasını kolaylaştırır. Hacmin yatay boyutundaki genleşme çoğulculukla, bağlayıcılık arasındaki bağları pekiştirirken, oluşan ittifakın yaygın alandaki etkin ve verimli kazısı, hükme derinlik kazandırır. Katılım olanak ve kolaylığındaki daralma, çoğulculuğun debisinde azalmaya yol açarken, azalan debi hükümde yetmezlik ve vasküler sorunlara yol açar. Sendroma giren gerçeklik, hükmün belini büker, mecalsiz hükmün, egemen ve gözetilir olması mümkün olmaz.

İçtenlik karinesinden yargı yönetiminin yararlanması, mahrumiyet ve güçlüklerle karşılaşan savunmaya ek külfetler yüklemek, ağzı var dili yok savunmayı iddianın merhametine terk ederek, Roma’nın itham yargısını veya Engizisyon’un savunmaya kapalı ruhunu çağırmak demektir.

Dezavantaj eşitsizlikten nemalanır. Palazlanan eşitsizlik, diyalektik dengenin genetiğiyle oynayarak, çelişme prensibinin, çalışma düzen ve alışkanlığını bozar. Rol ve işlevini yitiren eşitlik ilkesi, “çelişme çarkını” yavaşlatarak, onun çürütmeye özgülenmiş mantığının kurgulanan haliyle işlemesini önler. Yavaşlayarak raydan çıkan yargılama veya kürsüden inerek varlığını yadsıyan yargı yönetimi, duruşma salonunu, başat olanın inisiyatifine terk etmekte sakınca görmez. Yargının çekilmesiyle, boşluğu dolduran iddianın öncülüğünde vücut bulan hüküm, hedefini ıskalayarak başka amaca hizmet eder.

Aktüel dinamikler, savunmanın gereksinim duyduğu çağcıl araç ve yöntemlerden yararlanma umarını, şımartılmış, şişirilmiş ve ömrünü tamamlamış dünün yapay gücüyle yarıştırmayı denemez. Aksine; yerel/öznel/savunma diliyle eylemeyi, adil ve güvenli yargılamanın paha biçilmez kaynağı ilan ederken, ifadeye özgülenen lisanı, art niyetli kişi ve kurumların sömürü vasıtası olmaktan çıkararak, görünen çelişkiyi, kadim değerlerin hakemliğine bırakır.

Standartlar, yargı dilini bilenin, savunma dilinde diretmesini istisnai de olsa ihtiyatla karşılar. İhtiyat, duruşma dilini anlama ve konuşma haliyle mahduttur. Anlayamama ve konuşamamanın gizemli ve göreceli doğası, ihtiyatın amaç dışı parametrelerle tatmin ve tahkimine fırsat verir. İhtiyatı belirleyen parametrelerin, meşru ve hukuki olmayandan beslenen gerçekliği, patojenlerin istilasını kolaylaştırır. Sürece sızan kaygılar, çok geçmeden ihtiyatı kaşıyan amillerin biçimlendirdiği, nevi şahsına münhasır bir kamu düzeni anlayışı veya torba hassasiyetleri havi bir geri dönüşüm düzeneği inşa etmeyi ihmal etmez.
Obsesif kaygının şekillendirdiği sakınma düzeni, kuşkucu doğasıyla sıradan bir savunmayı kendinden menkul ölçütlerle sınayarak, hükmün gerçeklerden ve çağcıl değerlerden yararlanmasını başka amaçlara hizmet olarak telakki ederken, küresel savunma anlayışının önerilerinden nasiplenmeyi, ayrılıkçı çabalarla özdeşleştirir.

İvme kazanan bu akıl, tercih edilen dille ifade edileni yok, söyleneni yaşanmamış farz etmekle kalmaz, bir adım daha atarak, savunmanın kullanmakta ısrar ettiği lisanı, “anlaşılmayan bir dil” olarak lanse eder. Böylece, ona inanan ve vicdanına sığınan özne ve nesneyle etik ilişkisini olmadık bir zamanda ve gereği yokken askıya alır.

Olup bitenleri izleyen gözler, ara kararların yarattığı yan etkileri, ya sivil itaatsizlik ya da pasif direniş gibi çözümlerle aşmaya çalışırken, ısısı dinmeyen siyaset kullandığı kışkırtıcı dille, çözümsüzlüğü konsolide etmeyi fırsat bilir.

Küresel değerler, etkili dille savunmayı saltık bir söylemle dışlamak yerine, aşkınlıkları yargılamanın erekleriyle sınırlayarak, savunma dilini hukukun içinde tutar. Böylece, gereklilik-zorunluluk-ihtiyaç üçlemesinin, “anarşizm” ve “üniter” gibi kavram ve değerlerle yaşadığı gerilimi, dilin diyalektiğe vereceği katkıyla sınırlar.

Bilmemenin kapsamına, meramını yeterince veya gerektiği kadar anlatamamayı alacağı muhakkaktır. Bilmeyenin anlaması, anlamayanın, kavraması, kavrayamayanın etkin bir savunma stratejisi belirlemesi beyhudedir. Yargı yönetiminin bilmediği veya anlamadığı bir dilin gücünü hesaplaması, potansiyelini tartması ya da yetkinliğini tartması güçtür.

Lozan’ı dilinden düşürmeyen akıl, onun öğretisine kulak vermek, hiç değilse jenerik anlamına, üslup ve sözüne bağlı kalmak zorundadır. Söz ile sözleşme arasına başkalarının girmesine, süreci aşkınlıkların yönetmesine fırsat verilmemelidir. Yargı, sözleşmenin bu özlemini, yüceltilmiş, kutsanmış, romantik nostaljik ve ideolojik nedenlerin itkisiyle, ertelemeyi tutku olmaktan çıkarmalıdır.

Susturulmuş seda ile susmayı yeğlemiş dil farklı olgulardır. Biri tazyikle susmaya zorlanmışken, diğeri özgür iradesiyle sessizliği tercih etmiştir. İlkinde, meram ile iradenin birlikteliği meşru olmayanın itkisiyle sonlanırken, diğerinde irade ve söz ittifakla susmayı seçmektedir. Hukuk, zorun etkisiyle oluşana meşruluk atfetmez. Sağırlar diyaloğunu kutsamak, basmakalıp olanla hükme yürümektir.
Küresel metinlerle onları yorumlayan kurumlar; koridorlarda gelişi güzel mütercim aramayı, kürsünün uzantıları aracılığıyla tercümeyi, yoğunluk ilkesinin arzularını görmezden gelerek kişi ve şeylere dokunmayı tutkunun tetiklediği tutuculuk olarak algılar.

Çok dilliliği dışlayan anlayıştan neşet eden hükmün çoğulcu olması, dâhil edici, özgürleştirici, müzakereci, kucaklayıcı, tartışmacı olması, yarınları hazırlaması, yaratıcı ve egemen olması mümkün olmaz. Onu etkisiz kılan, çoğulcu ve demokratik değerlerden yoksun yanı, katılımcılığı hor gören söylemi, konvansiyonel beklentilerle inatlaşan doğası ve konuşmaya zorlayan kompülsif genetiğidir. Arzuları teğet geçen, umarları ıskalayan veya güçle ortaklık yapan bir dilin yarattığı yargı zayıf ve kırılgandır. Tökezlemeye müsait hükmün herkesi bağlaması ya da patroniyal etki ve sonuç doğurması mümkün olmaz.
Kaybedecek çok şeyi olan hüküm, saflaşmak için tartışma alanını genleştirir, kullanacağı araçların portföyünü zenginleştirir, tartışacakları özgürleştirerek, tarafları yarıştırır. Çoğun aklını öteleyen, kültürünü ve kadim deneyimlerini hafife alan bir hükmün, yargı dilinin teşvikiyle tartışmadan ayrık tutulan yanı bağlamasına, usulün uyanık genleri onay vermez.

Hapsedilmiş söz, saklanmış söylem ve kenetlenmiş dişler, gizlenen veya engellenenin, duruşma salonuna dönmesine göz kırpar. Kuşkunun dondurularak atiye bırakılması, gerilimin bir süreliğine daha teleklerde tutulmasına rıza göstermektir. Zamanla dalga geçen gerilim, ortaklaşa ve birlikte çabayla barışı kaosun maharetli ellerine bırakır.

Kaos, yargılanan nesne ve öznenin yazgısını belirleyenin lokal ve likit olmaması manasına gelir. Sınırsızlık ve belirsizlik yarattığı korku, kuşku ve duraksamayla bireysel barışın önünü tıkar. Muğlâklığın esir aldığı hüküm, palazlanarak toplumsal barışa geçit vermeyen bir duvara dönüşür.
Realite, vakitlice hak ve özgürlüklerin kullanılabilmesine yarayacak bir sofranın hazırlanmasını salık verir. Yasa dilini anlamak, kelamı algılamak, inancı özgürce açıklamak, anlayarak tartışmak görünen adaletin temennisidir. Anlamadan konuşmak, anlamı seçili dille çevrelemek savunmayı yenilgiye hazırlamak, sanrıların standartları esir almasına göz yummak, dilin bilgisini yok saymak, yetenek ve vaatlerini hafife almaktır.

Yargının övünce tahvil ettiği binlerce sayfa iddianameyi okumak, yüzlerce nesne ve özne arasında lazım olanı bulma, yanıtlama, değerlendirilmesini isteme, oluşan değeri adalete dönüştürmek veya hükmün aritmetiğine katmak emek, zaman, maliyetten başka bireyin, ustası olduğu dilin sağladığı avantajlara gereksinim duyar. Aksini söylemek, dikey dilin ağırlığıyla beli bükülen savunmayı, dizleri üzerine çökertmektir.

Çökmeye zorlanan dil, düzeni reddeder. Düzeni yoksamak, adli mekanizmayı yerle bir eder. Dağılan adli düzenek, sanığı kopuş savunmasına sürükler. Kaybetme olasılığı artan savunma, masayı devirme olanağı bulur. (Verges) Masanın devrilmesi, kürsünün son sözle vedalaşması manasına gelir. Sözün kürsüye dönmesi, yargının korkularıyla yüzleşmesine bağlıdır. Demokrasi, korkularla yüzleşmenin adıdır.

Hilmi Şeker
Yargıç İstanbul

Hilmi ŞEKER | Tüm Yazıları
Hits: 2245