Cüreti cehaletten mi azametten mi?

~ 14.05.2012, Nihat BEHRAM ~
‘Cüret’ sözünün anlamı kullanıldığı yere göre iki yönde derinleşir. Biri, ‘cesaret, yüreklilik, yiğitlik’, diğeri, ‘küstahlık, haddini bilmezlik’...Türkçe Sözlük’te açıklaması böyle. Yani ‘cüretkâr’ kişiyi, ya ‘yürekli, cesur’ diye niteliyorsunuz ya da ‘küstah, haddini bilmez’ diye.  
Bir de ‘azamet’ var! ‘Büyüklük, ululuk, kibir, gurur’ gibi anlamlarda kullanılır. Kimin nerede, kim için, hangi anlamıyla kullanacağı kendi sorunu! Bu iki sözün benim aklıma getirdiği ilk kişi Başbakan’dır!
‘Cüreti cehaletten’ mi? Ne malum? Sözgelimi, tiyatro sanatçılarına efelenirken, “Gelişmiş ülkelerin hemen hemen tamamında devlet eliyle tiyatro olmaz!” dedi. Önüne gelen “Başbakan cahil!” diye başladı konuşmaya. Kimi, “Başbakan yanlış bilgilendiriliyor, bütün Avrupa ülkelerinde devlet ve şehir tiyatroları, operaları var!” dedi; kimi, “Bırakın şehirleri, Avrupa’da  devlet ve belediye destekli tiyatrosu olmayan kasaba bile yoktur!” diye Başbakan’ın bu çıkışını cehaletine bağlayan açıklamalar yaptı. İyi de, “gelişmiş ülkeler” derken, Başbakan’ın kastı acaba Avrupa ülkeleri miydi? İngiltere, Almanya, Fransa falan diye isim mi veriyor? Sözlerinde ülke adı yok. Malezya’yı, Bahreyn’i, Dubai’yi, Katar’ı kastetmediği ne malum? 
Başbakan bence işinin ehli ve söylediğinin, yaptığının farkında! Sözgelimi ölülerle derdi yok! Erdal Eren için kürsüde ağladı, Ahmet Kaya’yı, Yılmaz Güney’i anarken eli kalbinin üstünde, sesi titredi! Nâzım Hikmet, hatta Sebahattin Ali’nin çektiği acıları vurgularken ha keza! 
Derdi dirilerle. Hele ki dipdiri olanları, Başbakan’ın şiddetinden ‘Allah korusun’!
İşte en son Bekir Coşkun. Durudan duru, yufkadan yufka yürekli; içtenlikli yurtsever; inceden ince insan bu yazarımıza “Kaleminden pislik akıyor!” diye saldırdı. Bir Başbakan tarafından bir yazara bu düzeyde saldırının tarihimizde bir örneği daha yok! Yani ‘sivil’ giyimli olarak! O, ağzını “pislik” diye açtı ya, ‘İmam cemaat’ misali, partisinin bir milletvekili de “Ağzından lağım akıyor!” diye pekiştirdi! Aynen, Fazıl Say’a efelenmesini, bir başka milletvekilinin “Hangi kerhanede doğdun?” diye pekiştirmesi gibi. 
Halkına, insanlığa, aydınlığa, demokrasiye, bilime, hukuka, kültüre dipdiri bağlı, yani gericiliğin muhalifi olup da saldırıya, hakarete, tehdide uğramamış, hedef kılınmamış aydın kaldı mı? Kendisinin ya da milletvekillerinin diliyle: karikatürist ‘şaklaban’, heykeltıraş ‘ucube yontan’, müzisyen ‘kerhane doğumlu’, gazeteci ‘lağım ağızlı’, tiyatrocu ‘asalak’.... 
Ümit Kocasakal, Ömer Faruk Eminağaoğlu, E. Ülker Tarhan, İlhan Cihaner gibi dirinin dirisi en değerli hukukçulardan, bilim adamlarına; deresine sahip çıkan köylüden, “Halimiz ne olacak, anamız ağladı!” diyen çiftçiye; özgür eğitim isteyen öğrenciden, hakkını arayan işçiye kadar say ki say!
‘Yiğitlik’ ya da ‘haddini bilmezlik’; ‘cehalet’ ya da ‘ululuk havası’! Sonuçta  cüret, “dincilik ve kincilik” yakıtıyla rampada freni patlamış ‘halk otobüsü’ gibi! Bizden de sabır, sükûnet, itaat, teslimiyet, kısacası ‘el pençe divan’ durmamız isteniyor. Gel de gülme! 
Felaketin karşısında suskun, eylemsiz seyircilik insan olana yakışmaz!
(Yurt Gazetesi)
Nihat BEHRAM | Tüm Yazıları
Hits: 1970