İslamcı Jakobenizm

~ 29.04.2012, Akın OLGUN ~

Babam sakıncalı her şeyi yakardı evimizde ve sakıncalı olan şeyler hep kitaplar ve dergiler olurdu. Korkardı babam kitaplardan, dergilerden. Eline alır evirir çevirir ve yoksul ısıtan sobamızın sönmek üzere olan küllerinin üzerine bırakıverirdi.
Bu korkunun 12 Eylül cuntasının bir ürünü olduğunu çok sonradan anladım. İnsanların evlerinde var olan kitaplarını sobalarda külleştirmesi ve yanan ateşin gürleşerek tüm evi sarması gibiydi korkunun yayılışı. Korkuyla ısınan bir dönemin çocuklarıydık biz.
Evlere artık sadece ansiklopediler giriyordu. Babam yakılan kitapların yerini resimli bilgiler ansiklopedisiyle kapatmıştı. Kütüphanemizi işgal eden bir güç olarak gördüm bu ansiklopedileri. Onları her gece alıp okuyan babam ertesi gün okuduklarından bilgiler verirdi bize. Ansiklopedik kültür zararsızdı çünkü.
“Sakın olaylara karışma” nasihati 80 sonrası kuşağın kulağına küpe yapılan tek söz oldu. Bu söz, korkunun kuşaktan kuşağa nasıl aktarıldığını ve cuntanın toplumun üstüne nasıl bir kör felaket gibi çöküp, nasıl kendisini kurumlaştırdığını da özetliyordu.
Okumak, düşünmek, sorgulamak… Hepsi içimizde yakmamız gereken sakıncalı şeyler olarak kaldı. Okumayan, sorgulamayan bir nesil olarak ansiklopedileştik. Edebiyattan ve sanat, içi boş kalabalık olarak mavra konusu, entelektüel yaşam ise “entel dantel” faaliyet olarak aşağılanan toplumsal bir kabul oldu.
Tüm toplum sosyal sorumluluklarından ve duyarlılığından arındırılarak tek tipleştirildi. Artık gözlerimizi, kulaklarımızı, ağzımızı kapatarak yürüyorduk hayatın içinde. Hızla milliyetçileşen ve bunu devletle karşı karşıya gelmemek için bir korunma yöntemi olarak benimseyen toplumsal psikoloji, kendi çocuklarını yiyen devletin bekasının gönüllü bekçisi olmuştu maalesef.
80 kuşağının devrimcileri sonraki dönemin en ağır bedellerini ödeyerek bir imkânsızı başardılar. Hak ve özgürlükler mücadelesinin en önünde kelle koltukta yer aldılar. Ölü toprağını yeniden yeşerttiler. Öldürüldüler, kaybedildiler ve katledildiler. Bugün eğer demokrasi, hak ve özgürlükler mücadelesinden bahsedilecekse, bunu en çok da onlara borçluyuz.
Korku bugün yeniden yanı başımızda.
Daha sistematik ve daha zekice örüyor ağını. Gazeteciler korkuyor, biliminsanları korkuyor, yazarlar, sanatçılar korkuyor. İktidarın toplumun en ilerici kesiminin üzerinde saldığı bu korku herkesi sararak çeperini genişletiyor.
Sakıncalılar şimdi iktidarın sobasında yakılıyor. Şimdi ev kütüphaneleri İslam ansiklopedileriyle yer değiştiriyor. Tıpkı medyadan “sakıncalılar”ın uzaklaştırılıp yerine konanlar gibi. Cunta döneminde sakıncalı sayılarak yakılan tüm klasiklerin yerine geçen Nutuk ve resimli bilgiler ansiklopedisi gibi. Dün, cuntayı alkışlayarak kurumlaşmasına el verenlerin bugün anti cuntacı kesilmeleri gibi.
Söz, yetki ve karar gücünü elinde bulunduranların tahakkümüne boyun eğmeyen herkes artık potansiyel suçlu sayılıyor. İktidarın yaşam koçluğunu yapan gazeteciler, yazarlar eliyle muhalif duruşlarından ödün vermeyenler bir bir yok ediliyor.
“Gücünü göstermekten bu kadar hoşlanan bir iktidarın olduğu ve suçun mağdura yüklendiği bir ülkede tabii ki korkuyorum” diyen Nuray Mert bu tarifi özetliyor.
Gerçek aynı zamanda bu kadar basit çünkü…
Gücü, havada bir kırbaç gibi şaklatmaktan haz duyan siyasi tacirlik o kadar geniş sırıtıyor ve bu sırıtış o kadar çok alkışlanıyor ki korkmamak elde değil.
Korkuyu profesyonelleştiren ve bunu iktidarın merasında besleyen geniş bir kesim var. O kesim güç merasını Osmanlıcı bir yayılmacılıkla ve talan kültürüyle besliyor. Hiçbir şey üretmeyen ama her şeyi tüketen bu kesimin, şimdi de gözünü şehir tiyatrolarına dikerek ağzını şapırdatması en son örneklerden biridir.
İktidarın sobasında yakılacaklar olarak yeni belirlenen bir alan sanat ve sanatçılar. Yıllardır üretilen koca bir emeğin üzerine oturmak ve onu yok etmek için sabırsızlanıyorlar. Karşısındakini düşman sayan ve ona göre konumlanan duruşları demokrasiden ne anladıklarını veriyor bize. Doydukça parmaklarını boğazlarına sokup kusuyor ve sonra boşalan midelerini yeniden doldurmak için aç gözlerle bakıyorlar ortalığa. Zapturapt altına alınmadık tek bir yaşam alanı bırakmamayı ideolojinin stratejik adımı olarak görüyorlar.
Bu İslamcı jakobenizm artık hayatımızın her alanında karşımıza çıkıyor.
İktidar tüm ülkeyi bu İslamcı jakobenizm ile yönetiyor ve daha da kötüsü bunu kurumlaştırarak tüm toplumu buna uyumlu hale getirmeye çalışıyor.
Sendikaların, öğrencilerin, yazarların, gazetecilerin, akademisyenlerin bu kadar baskı altına alınması ve susturulmaya çalışılmasının önemli bir nedeni de bu İslamcı jakobenizme karşı bir duruş geliştirmeleri olmuştur.
Şimdi herkes bu tehdidin altında…
Korkmamız gerekiyor mu? Evet.
Çünkü bu korku onları tarif ediyor.

(Birgün)

Akın OLGUN | Tüm Yazıları
Hits: 1402