'Muhafazakar sanatçı'ya açık mektup

~ 24.04.2012, Mustafa KARA ~

İlah aşkına; nedir bu kendini kanıtlama aşkı! Nereden çıktı bu “Biz de sanatçıyız” yakınması... Oyuna alınmayan “ezik” çocuklar gibi mızmızlanmalar... Biz size “sanat yapamazsınız” demedik ki; “Yaptığınız sanat bir halta yaramaz” demiş olabiliriz en fazla...

Haksız mıyız?

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mustafa İsen’in “Muhafazakar sanat ve estetik normları oluşturulmalı” sözünün ardından, İskender Pala “Muhafazakar sanat manifestosu” yazdı diye, sorun çözüldü mü sanıyorsunuz?

Ahmet Hakan karşı bir hamleyle “Muhafazakar sanat olmaz, çünkü sanat devrimcidir” yazınca, karşısına “gelenek” kozunu öne sürmenize hiç gerek yok Sayın Taha Akyol! Geçmişe, geleneğe sahip çıkmama halinizin bir “beceriksizlik” olmadığını anlayabilecek haldeyiz çok şükür. Geleneğe bakınca da “gerçek sanat” görüp ürkersiniz çünkü!

Geçmiş deyince “saray şiiri”nden başka bir şey gelmez aklınıza, şüphe yok... Bir Pir Sultan’ı, Kaygusuz Abdal’ı hatırlamanızı da beklemiyoruz zaten. Osmanlı dönemi Karagöz metinlerini; hatta Nasrettin Hoca fıkralarını “müstehcen” bulup yayınlamayan zihniyet ile aranızdaki fark ne ki?

İstanbul Boğazı’nın sularının dibinde katledilmiş bir şair yatar; bildiniz mi? “Muhteşem” Osmanlı saraylarınızda hicivlerinin sesi yankılanan Nef’i... Hatırınızda mı o geçmiş? “Bize kafir demiş müftü efendi / Tut ben diyem o’na müselman / Yarın vardıkta ruz-ı cezaya / İkimiz de çıkarız orada yalan” demişti Nef’i... Bugün onun bunun dinine ya da dinsizliğine sövenlere söylese bu şiiri; “dine hakaret, müftüye hakaret” diye sallandıracak mıydınız onu da, kalemlerinizin ucunda?

Bugün sosyal medyada paylaşılması bile soruşturma konusu olan Ömer Hayyam’ı hatırlatmak bile abes. Mümkün olsa, “geçmiş”ten silecekler...

Sahi, Fuzuli ne zaman sizin oldu? Yüzyıllar önce “Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar” diyen Fuzuli’ye atıfta bulunup, hem peşine “Oyunlarda Başbakana, hükümete laf söyleniyor” diye yaygara yapmak, bu kadarı fazla...
Bizim geçmişimizde var, hiç de unutmadık, ama siz Tevfik Fikret’i de mi unuttunuz? Sahi, geçmiş ve gelenek ne zamandır “sizden sorulur” oldu? Kendimize “devrimci” diyoruz diye, sanatın “geçmiş”ini size bıraktık mı sandınız? Bu ülkede türkü derlendiyse, bu ülkede geleneksel halk tiyatrosu adına tek bir adım atıldıysa, bakın arkasındaki isimlere... Gelenek ile çağdaş olanı birleştirme çabalarının herhangi birine bakın... Var mısınız sahiden?

Bir Yavuz, bir Mevlana övgüsü; Divan’dan apartılmış bir kaç dizeyle “olup biter” mi bu işler? Ekle bunlara bir Said-i Nursi, bir de Fetih animasyonlarını... Tamamdır!

Sakin beyler... Eyvallah, iktidar sizde! Para da sizde. Yeter mi? Sanatı satın almaya yeter mi; ya da susturmaya? Göreceğiz.

Bir gerçek var orta yerde; geçmiş biziz; bugün biziz, gelecek biziz!
Nedeni çok basit; çünkü eleştirebiliyoruz. Aklımızda, ruhumuzda “tabu”nun sınırları yok. Holdinglerin güdümünde düşünen beyinlerimiz de... Ya sizin?

“Türk aile yapısı, dini değerler, muhafazakarlık” diye ahkam kesip; bir Kapalıçarşı’yı James Bond’a karşı savunamıyorsanız çoktan bitmişsiniz demektir. Anlı şanlı Sultanahmet’in arkasından gökdelenler “kulak” yapıyorsa ve siz susuyorsanız, bitmişsiniz...

“Muhafazakar”mış! Neyin “muhafaza”sı Allah aşkına! Bütün bir tarih, kültür katledilirken susarak, hatta onaylayarak mı “muhafazakar” olunuyor bu ülkede?

Başbakan Erdoğan, daha dün “Trump Towers Mall”ı övgüler eşliğinde açarken, “yeni bir yaşam alanı” tarifi yapıyor, farkında mısınız? Rezidans hayatı mıdır, geleneğinizin öngördüğü “yaşam alanı”... “Ben varken kimse yıkamaz” dediği, holdinglerin sanat merkezi İstanbul Modern midir, “muhafazakar sanat”ınız mabedi?

“Muhafazakar” bile değilsiniz, eğer Başbakan Erdoğan’ın bu açıklamalarına karşı iki çift laf edecek yüreğiniz yoksa! Değilsiniz, Kapalıçarşı’daki Hollywood yıkımına karşı suskunsanız... Fuzuli, Nef’i kadar yüreğiniz yoksa, bırakın ağzınıza almayın adlarını da...

“Günlük Müstehcen Sırlar” oyununda iki sapık varmış, müstehcenmiş; böyle buyurmuştu İskender Pala... Bakın Türkiye’nin dört bir yanındaki toplu tecavüz davalarına... Sanıklarına da bakın... Kasaba eşrafının “muhafazakar” isimlerini görebilecek misiniz? Tiyatro sahnesinde görünür kılmak mıdır sapıklık, yoksa en “muhafazakar” yazarlarınızdan birinin suç dosyası mı?

“Muhafazakârların da bir şeylere itirazları, başkaldırıları, kuvvetli esinleri, estetik algıları olabilir ve sanat üretebilirler” diyor Taha Akyol... “Ah nerede, vah nerede?” diyen Yeşilçam şarkısı geliyor akla... Evet, belki üretebilirler sahiden... Peki neden üretmiyorlar, soru bu?

Peyami Safa’nın gölgesine sığınmanın, Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu” dergisini gazete eki olarak vermenin bugüne faydası yok... “Fetih 1453” rüzgarı da kurtarmaz sizi... “Neoosmanlı hülyalarını sakız gibi “şişirip şişirip arsız arsız patlatmak”tan öte ne var?

Hani itiraz? Hani başkaldırı?

Kıvırmaya hiç gerek yok; tartışma basit... Öne sürdüğünüz argümanlar ortada... “O oyun müstehcen”, “Bunda Başbakana hakaret var”, “Şunda tutuklamalar eleştiriliyor”, “Bu dizi ecdada sövüyor”... Fasa fiso...

Yoksa AKP Hükümetini gerçek sanatın, “Sanatın saldırılarına karşı korumak” gibi ulvi bir görevle mi yola çıktı “muhafazakar sanat”. “Sanat için sanat, toplum için sanat” klişe tartışmasına “İktidar için sanat” diyen anlamlı bir yanıt mı buldunuz?

İktidarı cansiperane savunmanın, “muhafaza” etmenin diyetini mi istiyorsunuz şimdi de? Sanat “sektör”ünün rantına mı talipsiniz yoksa? Yetmiyor mu, üçüncü sınıf sanat eserlerine akıtılan onca para? Fazlası, hep daha fazlasının peşinde misiniz?

Taha Akyol’un “bir ihtimal” olarak söz ettiği o başkaldırı nerede? AKP Hükümetinin bunca icraatı içinde bulamadınız mı, eleştirecek bir tane? “Kuvvetli esinti”yi geçtik, şöyle ufacık bir yel?

Hıncal Uluç soruyor, İskender Pala’nın oyun önerisi Şehir Tiyatrolarınca kabul edilmediği için mi bu hınç! Bu kadar basit mi yoksa? Olamaz, bu kadar basit olmamalı... “Muhafaza” altına aldığınız, almaya niyetlendiğiniz şey sadece “para” ve “paranın saltanatı” olmamalı... Yazık edersiniz, “muhafazakar geçmiş”inize bile...

Söyleyecek laf çok, soracak soru çok; ama lafı uzatmaya gerek yok. “Muhafaza” edilmeyen bir sanatçıya bırakalım son soruyu, “pek sevdikleri” Ömer Hayyam’a:

“Sen sofusun, hep dinden dem vurursun;

Bana da sapık, dinsiz der durursun.

Peki, ben ne görünüyorsam oyum:

Ya sen? Ne görünüyorsan o musun?”

Yetmedi mi? Yine Ömer Hayyam’dan, “muhafazakar sanat” üzerine tavsiye niteliğinde iki satır; anlayana:

“Vazgeç ötelerden, yorma kendini:

O var sandığın şey yok mu, o yok arama!”

(Evrensel-22/04/2012)

Mustafa KARA | Tüm Yazıları
Hits: 1581