SURİYE KRİZİ VE AKLISELİME ÇAĞRI

~ 19.04.2012, Yeni Yaklaşımlar ~

Suriye kriziyle birlikte yaşanan gelişmeler ülkemizi savaşın eşiğine getirmiş bulunuyor. Öncelikle ifade edelim ki, savaş; ölümün, kanın, gözyaşının ve yıkımın insanın ve insanlığın üzerinden dehşetle ve ezerek geçmesi demektir. Savaş; masum bebek, çocuk, genç yaşlı, kadın erkek milyonlarca insanın ölümü, sakat kalması, yuvaların yıkılması, bir ülkenin geleceğinin yok edilmesinin aracı olmuştur. Ama daha önemlisi savaşla kurulduğu veya getirildiği zannedilen barışlar sadece bir sonraki savaşların "haklı" gerekçesi olarak tarihte yerlerini almaktadırlar.

İnsanlık tarihi tecrübesi göstermektedir ki, Savaş başladığı anda hukuk, adalet ve vicdan susar ve savaş kendi mantığını ve "adaleti"ni dayatarak başta yaşama hakkı olmak üzere insan haklarını ayaklar altına alır. Nitekim bizzat ülkemizin en son birinci dünya savaşında yaşadığı felaket bunun en ibretli örneğidir.

İşte bundan dolayı savaşın ilk ve en önemli mağduru halk olduğundan savaş yetkisi halka verilmiştir. Demokrasiyle yönetilen ülkelerde halkın sesi olan sivil toplum örgütlerinin en fazla konuştuğu ve konuşması gerektiği zamanlardır, bu tür olağanüstü dönemler. Savaş sırasında konuşmayacak olan hukukun ve hukukçunun bu tehlike öncesinde konuşması, halkı ve yönetimleri uyarması hem insani hem vicdani bir sorumluluktur.

Ancak ne yazık ki, bugün içine itildiğimiz "Suriye Krizi" bakımından bu durumun tam tersi bir yönde ilerlediğimizi üzülerek görüyoruz. Küresel hizmet sözleşmeleri olan bir takım grupların ve medyanın, masum halkın canı ve kanı pahasına kendi konumlarını ve ilişkilerini korumaya soyundukları, çılgınca savaş kışkırtıcılığı yaptıkları, buna karşın muhtemel maktül ve mağdur halkın sivil örgütlerinin sesinin kısılmaya çalışıldığı görülmektedir.

Dünyada ve Ortadoğu'da sayısız diktatörlükler bulunmasına rağmen apaçık bir politik seçicilik sonucu kamuoyunun dikkatine sunulan bir tek siyasi diktatörlük pratiği gerekçe gösterilerek Suriye’ye askeri müdahale yapılması demek, müdahalenin hemen ardından bölge ülkelerinin ve küresel güçlerin taraf olması ve Suriye'nin uluslararası güçlerin "ganimet alanı"na dönüştürülmesi demektir. Daha açık biçimde söylenirse ülkemiz küresel güçlerin bizim canımız ve kanımız üzerinden kendi çıkar savaşlarını yaptıkları bir alan olacaktır. Suriye’de ölecek olan bebek, çocuk, genç yaşlı, kadın erkek sadece Suriye’nin vatandaşları değildir, bunlar aynı zamanda bizim inanç, tarih ve kader birlikteliğimiz olan kardeşlerimizdir. Kaldı ki hiç bir tarihi bağımız olmasa dahi insanlık değerlerimiz bütün insanlıktan sorumlu olmamızı gerektirmektedir.

Müslim-gayrimüslim, Türk-Kürt, Arap, Süryani, alevi, sünni, şii, nusayri vb. gibi hangi kökenden olursa olsun Suriye’li, Lübnanlı, İran’lı kardeşlerimizin ölmesine ve tarihte birlikte kurduğumuz medeniyetlerin unsuru olan en başta Arap, Pers ve tüm diğer ortadoğu kavimleriyle aramıza yüzlerce yıllık bir kin tohumu ekecek her türlü askeri silahlı girişime hayır diyoruz. Savaş kışkırtıcılığına ve Suriye ile savaş tuzağına düşmemeliyiz diyoruz.

Hükümet ve tüm siyasi partiler ile sivil toplum örgütlerini aklıselime, kardeşlik ve insanlık hukukunu işletmeye davet ediyoruz. Sorun silahla değil barışla, aklıselimle çözülmelidir. Vakit geçirilmeden bölge ülkelerinin sivil toplum önderlerinin ve akademisyenlerinden oluşturulacak bir heyet oluşturulmalı ve çözüm için girişimde bulunmalıdır.

Yargı ve ülke kamuoyuna saygıyla duyurulur.

Demokrat Yargı Yönetim Kurulu

Hits: 1219