El insaf Ahmet Altan!

~ 18.04.2012, Nihat BEHRAM ~

“Şu anda toplum, oksijen borusuna basılan bir hasta gibi çırpınıyor. Toplumun oksijeni kesildi. Hâlbuki daha bir buçuk yıl önce burası dünyanın hayranlıkla izlediği bir ülkeydi.

Dünyanın en büyük ekonomik mucizelerinden birini gerçekleştiren, yanı başında Avrupa çökerken başarılarıyla pırıl pırıl parlayan, askerî vesayeti geriletmiş, kendini yeni ve özgürlükçü anayasa heyecanına kaptırmış, Kürt sorununu çözmekte, savaşı bitirmekte kararlı, demokrasiyle Müslümanlığı birleştirerek bütün İslam âlemine örnek hale gelmiş, Avrupa Birliği’nin üyeliğin eşiğine varmış, başbakanı dünyadaki insan haklarına sahip çıkan, Batısı’yla Doğu’suyla bütün dünyanın saygısını kazanmış bir Türkiye vardı.

Yakın tarihimizin bu en parlak günlerinin önderliğini ve orkestra şefliğini Başbakan Erdoğan yapıyordu, karizması ve kararlılığıyla hem Türkiye’de hem dünyada büyük bir destek kazanmıştı, gittiğiniz her ülkede ilerici aydınlar Erdoğan’ı övüyordu.

Sonra, ne olduysa oldu, Erdoğan bu kadarının yeterli olduğuna, bunların hepsini kendisinin tek başına kazandığına ve bu başarılardan kendine yeni bir siyasi kariyer inşa etme hakkına ulaştığına karar verdi. Çankaya hayali, “muhteşem Türkiye” hayalinin üstünü örttü. Putin’leşme sürecine girdik, demokrat Erdoğan gitti yerine “Putin Junior” geldi, küçük boy bir Putin’imiz oldu. Felaket de başladı...” (Sabrınızı taşırmadan alıntıyı burada kesiyorum! 14.3.12 tarihli ‘Taraf’taki yazıyı okumayı ben de zaten ‘El insaf!’ deyip burada kestim.)

Çok açık yüreklilikle söylemeliyim ki Ahmet Altan, geçenlerde bu yazını okurken, duygum küfüre dönük öfke falan değildi. Tam tersi üzüldüm. Hem de derinden. Acıma duygusuyla üzüldüm. Bu satırlara da o üzüntüyle başladım. Dile getirdiğin o görüşlere lanet yağdırma hesabıyla değil, ‘belki tutar’ diyerek, aklına ve zekana çağrı olarak yazıyorum. Çünkü senin en başta onlara, yani kendi aklın ve zekana ihanet ettiğini düşünüyorum. Çok iyi bilirsin ki bu ihanet, peşi sıra vicdana ihaneti de sürükler.

Savunduğun düşüncelerin politik çözümleri umurumda değil. En azından bu yazı için. Bu sözüme inanıp inanmamak sana kalmış bir şey, üzüntüm içtenliklidir. Görüşler olarak birbirine zıt konumda olduğumuz kesin, ama üzüntümün sesi düşmanca değil. Bunu algılayıp algılamamak da sana kalmış bir şey.

Alıntısıyla başladığım şu yazında bile, son bir buçuk yılı hariç, öve öve bitiremediğin, yere göğe sığdıramadığın kişi sana “Müzik kutusu!” dedi. Yani, ‘parasını atana onun istediği şarkıyı söyleyen alet’ anlamıyla. Bu bir sanatçıya yapılabilecek en büyük hakarettir. Bir iktidarın bir sanatçıya yapabileceği bundan daha büyük bir hakaret olur mu? Bak mesela iktidar sahipleri bize “kansızlar, vatan hainleri, bozguncular” türünden çok ‘yakıştırmalar’ yaptı. Nâzım’ın tavrıyla ‘Vatan hainliğine devam’ diye gülüp geçtik. Ama sana yakıştırılan sıfat, öyle üstünden geçilecek bir yakıştırma değil. Yine çok açık söylüyorum, seni adınla muhatap almamın nedeni ülke kurtarmaya soyunmuşluğun ve teorisyenliğin değil, sanatçı kimliğin. Ondan ki Başbakan’ın yakıştırması senin hesabına benim de çok ağırıma gitti.

Senin yine de, o kişi ve temsil ettiği sistemi yere göğe sığdıramayışınla, merak ediyorum, kendi aklın, mantığın ve onurun cebelleşmiyor mu? Böyle olduğunu düşündükçe, Ahmet Altan, ister inan ister inanma, sana kat kat daha fazla acıyor ve üzülüyorum. Sana göre her şey “mucizeler yaratma” derecesinde doğru gidiyordu! Yine sana göre, birdenbire “ne olduysa oldu” Erdoğan “İyi gidiş artık yeter” diye karar verdi ve “felâket de başladı”! Şu çözümlere kendin inanıyorsan, sığlıkta boğulurken okyanusta yüzdüğünü sanma halin daha da hazin!

Bir sürü insan, bu gidişin nasıl bir gidiş olduğunu, nereye varacağını yıllardır ve yıllardır yazmış da yazmış! Sonuç tam da öyle olmuş, onların söylediği aşamalardan geçip ‘gelecek’ diye uyardıkları yere gelmiş. Yine de, onlar değil, “Ne olduysa oldu” diye sorup, bu soruna getirdiğin ‘çizgi roman kurgusu’ yanıtlarınla sen mi haklı oluyorsun? El insaf Ahmet Altan!

Akıl tutulması başka nedir? AKP’yle gidilen yerin bu olduğunu yıllardır yazanların bilgileri, lotoda numaraları bulmak anlamındaki ‘bilmek’ yani, ‘müneccimlik’ mi? Buna nasıl ‘Evet!’ denir? Tabi, eğer bir zeka tutulması, aklı yitirme (ya da bilmediğimiz bir hesap) yoksa!

Zeka yoksunu olmadığın da kesin, yeteneksiz olmadığın da. Ülkenin kaderiyle ilgili siyaset yorumculuğun dışındaki alanlarda bunun kanıtları az değil. Belki ‘memleket kurtarma’ işine de o özelliklerine güvenerek girdin. (‘O nedenle seçildin’ demeye dilim varmıyor.)

Sen, “Ne oldu da?” diye soruyorsun. Sorunun muhataplarından biri olarak ben de “Kör müsün?” diye yanıtlıyorum. Hadi körsün diyelim! Bu gidişin nasıl bir gidiş olduğu ve nereye varacağı konusunda hem de yüksek sesle onca uyarı ve uyaran varken neden sağır davrandın? Bu görmezlik, duymazlık bilinçli mi bilinçsiz mi? Yetenek ve bilgi sahibi entelektüel birinin bilinçsizliğine inanmak durumunda kalmak da benim için kolay değil.

Devşirme liberalliğin çiçek açma mevsimi geçti Ahmet Altan. ‘Meyveye durma özelliği’ de yoktu. Sahteydi. Artık kuruma, dökülme mevsimi. Bak kardeşin uyanık! Punduna getirip tüydü! Zaten ne körlenecek sanatçılığı vardı, ne fişlenecek solculuğu; baştan beri sistemin kolcusuydu! Yani tuzu kuru, ona koymaz! O süreçte sen, Hoca efendi için, “Sırat Köprüsünde sırtımda taşırım!” dedin. Nerdeyse insanları sırat mırat gibi köprülere inancın olduğuna da inandıracaksın! Bence sanatçıya, hayali bir köprüde sırtında yobaz taşımak değil, gerçekliğin sırtından o yükleri atmak yakışır. Sanatından seni bilen biri olarak soruyorum: Öyle değil mi?

Tek çaren Ahmet Altan, ‘Ne oldu da’ türünden sorular ve toplumsal olaylar için ‘aptal sorusu’ olan bu türden sorulara aynı türden ‘aptal avutma’ yanıtları aramayı bir an evvel bırakıp, ‘Ne olacağını’ yıllar öncesinden söylemiş insanların hakkını teslim etmen ve vicdanınla hesaplaşmandır. Şahıs olarak senin için olduğuna ben ihtimal vermiyorum ama eğer varsa ve yapılmışsa ‘pazarlıklar’ı da açık yüreklilikle halka açıklamalısın! Çok geç olmadan, çünkü liberaller için bir sonraki süreç faşizmin açık ve tam ortaklığıdır. İhanetin dönüşsüz noktası.

Bu kez sana, kaptanlığını yaptığın geminin tayfaları ‘bozulacak’! Boş ver! Çoğunun yapısında zaten, ne ‘vicdani hesaplaşma’ hamuru, ne de efendiye yaslanmadan ayakta durabilme onuru var! Çoğu geldiği yere ihanetle gelmiş. Bir kısmı zaten açık seçik ‘istihbarat’ güdümlü. Faşizmin, dinci softalığın, emperyalist saldırganlığın davulcusu, bavulcusu! Yalakalık yapacak yeni kapı bulurlar. “Şimdi ne oldu da” diye soruyorsun ya, işte o soru bir de bakmışsın “Şimdi ne yapacağım”a döner. Bu kaçınılmaz! En yakının, kardeşin ortada.

Başbakan sana “Müzik kutusu!” dedi. Bu sözde “Paranı attığımız sürece bizim için öttün!” anlamı gizli değil mi? ‘Liberal müzik’ eşliğinde “Yaşasın AKP!” diye tempo tutarak gerici sistemin ruhunu okşayan “solcu-demokrat” tipler havadan mı düştü? Gericileşmenin, Başbakan’ın kişiliği ötesinde, sistemle ilgili derinliği yok mu? “Ne oldu da”nın yanıtı orda. Kör değilsin! Öyle kişilerle sınırlanmış sahte diklenmeyle değil, toplumu tehdit eden faşizm gerçeğiyle sahiden hesaplaş! Ama önce vicdanınla! En önemlisi vicdanın gözleridir. Şimdi 18 yaşında olanlar, yıllar ve yıllardır yere göğe sığdıramadığın AKP geldiğinde 8 yaşındaydı!

El insaf Ahmet Altan! Bırak laf yutma ve yuvarlanmayı! Kalk, vicdanınla bak!

(SolHaber)

Nihat BEHRAM | Tüm Yazıları
Hits: 2046