Hitler'in toplama kampı ve Silivri.

~ 10.04.2012, Orhan AYDIN ~

7 yıl önce Alman faşizminin insanlığı yok ettiği Dachau toplama kampını gezdim.

Dachau,“siyasi esirler için ilk toplama kampı” olarak yapılmış.

Kamp Almanya'nın güneyinde, Münih'in 10 mil kuzeydoğusunda bulunan Dachau kasabasının güney doğu bölgesine yakın, terk edilmiş bir mühimmat fabrika arazisinde kurulu.

Savaşın ilk yılında, kampta 4.800 esir varmış. Bu esirlerin büyük çoğunluğunu Alman komünistleri, demokratları, sendika liderleri, işçiler, muhalif aydınlar, yazarlar ve sanatçılar oluşturuyormuş.

Faşizmin iğrenç yüzüne tanıklık ederken, hiç bir şeye dokunamadan bir karanlığın ortasında yol almaya çabalarken, yüreğim daralmıştı.

Kampı dolaşmayı bitiremediğimi anımsıyorum.

İşkence odalarının açıldığı, insan yakılan fırınların bulunduğu o kararmış kayın ağaçları altına gizlenmiş alanda fenalık geçirmişim.

Yanımdaki oyuncu arkadaşlarımın, “şu an faşizme yenik düşüyorsun, kendine gel” demeleriyle gözlerimi açtığımda, artık tanıklığımı sürdüremeyecek durumdaydım.

Yalnızca komünist ailelerin, sosyalist yazarların, sanatçıların, işçilerin çocukları oldukları için fırınlarda yakılan küçücük bedenlerin gözbebekleri, elleriyle dokunmuşlardı yüreğime.

Orada gördüklerimi akıl kaydımdan silmek için yıllarca uğraştım ama başaramadım.

6 Nisan 2012 günü bir toplama kampı daha gördüm.

Bu kez ülkemde ve içinde insanlar varken.

Adı Silivri Zulümhanesi.

Alman faşizminin toplama kamplarına öykünen bir anlayışın AKP tarafından kopyalanmaya çalışılmış hali!

İnanın birçok şeyi ile benzerlikler taşıyor.

İnsan hayatından saklanmış, gizlenmiş olmaları en ortak özelliği.

Gaz odaları ve insan yakılan fırınları, insanı insanlığından utandıran uygulamaları elbet 20. yüzyılda kaldı.

Bu ayıbın bu kadarı bile insanlığa fazla.

Alman halkı, tüm dünya halklarından özür dileyerek, bu kampları insanlık için ibret müzelerine dönüştürdü ama tarihindeki kara lekenin izleri silinmedi.

Ülkemdeki Mamak, Ulucanlar, Bayrampaşa, Diyarbakır ve bugünkü Osmaniye gibi işkencehaneler birer ölüm ve zulüm evleri olarak anılıyorlar.

Sistem bekçileri bu ölüm evleriyle övünüyor olabilirler mi?

Silivri Cezaevi sizi uzaklardan karşılıyor.

Yargılamayı yapan mahkeme üyeleri için yükselen lojmanlar, Silivri zindanlarının bekçileri askerlerin konaklama yerleri ve gudubet bir cami.

Açıldı kapılar, arandık, tarandık.

Bizleri tanıyan askerlerin utangaç gözlerine bakmamaya çabalayarak içeri alındık.

Küçücük bir barakanın içine tıkıştırıldık.

Mustafa Balbay’ın bizleri görünce gülen gözleriyle selamlaştık.

Yumruklar kalktı havaya, “Hoş geldiniz arkadaşlar, hoş geldiniz”

Donuk bir mavilik çöktü içime.

İtiş-kakış oturduk.

Şaklabanlık başladı.

Daha önce kaydı yapılmış bir tanık konuşuyor ekranlardan.

“Yaptım, oradaydım, tanırım, o da oradaydı, hayır o ben değilim, paralar geldi hesaplarıma, çektim harcadım” diyerek her haliyle kurgu olduğu anlaşılan ifadelerle âdete şakıyor.

Gülüyoruz.

Mahkeme heyeti betondan duvar.

Balbay gülüyor; Özkan gülüyor.

Bu adamın anlattıklarıyla bizimkilerin ilgisini, ilişkisini kuramıyoruz. Belli ki karşılarındaki betondan duvar da kuramıyor.

Ama savcı, adamı ‘tanık’ diye çağırmış, şaklabanlık sürüyor.

Tahammül sınırım zorlanınca dışarı çıkıyorum.

Bir avuç insan gökyüzünün maviliğine esir edilmiş gibi tünemişler duvar diplerine bekleşiyorlar.

Rutkay Aziz çıkıyor dışarıya, “görüldüğü gibi, yalancı ve yandaş tanıklarla uzatılıyor tutukluluk süreleri, biri bitiyor diğeri başlıyor” diyor.

Hiç utanmıyorlar mı diyorum ben.

“Hayır, hiç utanmıyorlar bu gördüğümüz tel örgülerle çevrili kampta, utanma duygusu dışarıda bırakılmış” diyor o.

Ara veriliyor içerdeki müsamereye.

Açıklama yapmak istiyoruz, kampın dış kapısına doğru yöneliyoruz.

Ataol Behramoğlu, Erol Toy, Yavuz Top, Sadık Gürbüz, Rutkay Aziz, Bilgesu Eranus, Orhan Kurtuldu, Arif Keskiner, Umur Bugay, Ümit Zileli, Bedri Baykam, Mehmet Güleryüz, Levent Kırca ile birlikte onlarca dostumuz; ‘Sanatçılar Girişimi’ adına hukuksuzluğu, adaletsizliği ve eşitsizliği yerinde görerek tanıklığımızı kayda geçirdiğimizi paylaşıyoruz basınla.

Mustafa Balbay’ın elimize tutuşturduğu mektubu okuyorum.

mektup-1.jpg
mektup-2.jpg
mektup-3.jpg

Kendimi Balbay’ın yerine koyuyorum. Ellerim titremeye başlıyor, gözlerim doluyor ve hıncım büyüyor.

Faşizmin kazdığı mezarın üstünde durduğumuzu algılıyorum.

Küfrüm çoğalıyor.

Şimdi sırada Ragıp Zarakolu ve Büşra Ersanlı’nın duruşmalarına katılmak var; ardından tutuklu 600 öğrencinin duruşmalarından birine katılacak ve genç kardeşlerimizi tutuldukları cezaevlerinde ziyaret etmeye çalışacağız.

KCK adıyla yürütülen ve seçilmiş belediye başkanları, meclis üyelerinin tutuklandığı davaları takibe alacağız.

Adaletsizliği, hukuksuzluğu, eşitsizliği yerinde göreceğiz ve dünya insanlığı ile paylaşmak için çabalayacağız.

Ülke susacak!

Yandaşlar yaftalayacak, kin ve nefret kusacaklar, kirli bilgilerle akıl kurcalayacaklar.

Uşaklıkta sınır tanımayanlar kahkahalarla sırıtacaklar!

Ataol Behramoğlu’nun sözcükleriyle yanıtlayacağız onları.

“Nereye kadar susacaksınız, zulme ne zaman hayır diyeceksiniz? Ey insanoğlu yetmedi mi, durma-susma artık vicdanının sesine kulak ver.”

(SolHaber)

Orhan AYDIN | Tüm Yazıları
Hits: 2087