Dava (!)...

~ 03.04.2012, Kemal ULUSALER ~

Bilgisayarı açmış, ellerim klavyede, gözlerim ekranda, nereden, nasıl başlasam durgunluğu ve de dalgınlığı içerisinde iken telefonun sesiyle irkildim. Gazeteden Yaşar arıyor ve son zamlar hakkında konuşmak istiyordu. Gazete için köşe yazımı yazmakta olduğumu, yazı bittikten sonra katkı koyabileceğimi söyledim. Edindiği ön bilgileri kısaca yorumlarken; “yarınki yazının konusu bu zamlara ilişkin mi?” diye sorunca; “ Hayır, Çarşamba günü başlayacak olan yargılama ile ilgili olacak” dedim. Telefonu kapatıp tekrar klavyeye ellerimi uzattığımda, Yaşar’ın sorusu kafama takıldı. 24 Ocak kararları ile start alan yeni liberal uygulamalrın bir sonucu olarak, piyasaya açılmış olan eneji sektöründe fiyat artışlarındaki süreğen durum, sistemin doğası gereği kaçınılmazdı. Yeni Liberal Piyasa Sistemini sorunsuz, çatışmasız ve daha rahat  uygulamak ancak bir darbe ortamında olanaklı olabilirdi ve öyle de oldu. Aslında asıl gündemimiz zorba sınıfın uygulamalarını tartışmak, rotası belli, yalpalayan gemiyi nasıl alabora ederiz üzerine kafa yormak olmalıydı. Yoksa iktidarın “cambaza bak!” oyununa mı geliyorduk.

Elbette ki hayır..

Yapılacak olan; hem “cambaza bak oyununu” hem de “göstermelik yargılama oyununu” bozarak ve hemen akabinde yeni liberal piyasacı yıkım politikalarına karşı direnişi pekiştirerek sürdürmek olmalıdır.

Çarşamba günü başlayacak olan -aslında Türkiye halkları nezdinde hiç bitmemiş ve sürmekte olan- davaya muhatab olduklarını söyleyerek katılma talebinde bulunanlar geçtğimiz hafta bir dilekçe verdiler. Adı geçen dilekçede “İddianamenin sanıkları savunan bir dil ve içeriğe sahip olduğu belirtiliyor ve; “Dönem anlaşılmadan olaylar da anlaşılamaz.” deniyordu. Sözün özü hazırlanan iddianamenin iadesi gereken bir iddianame olduğu idi.

Görülen o ki; bu iddianeme, 12 Eylül 1980 ile 06 Aralık 1983 tarihleri arasına sıkıştırılmış olup sonrasını yok sayan kadük bir iddianamedir. Bütün bir dönemi iki kişinin sırtına yükleyip, dönemin diğer askeri, sivil, siyasi ve idari sorumlularını es geçmektedir.

24 Ocak kararlarıyla startı verilen süreç, anayasası, yasaları ve yeni liberal yıkım politikaları ile sürmektedir. Günümüzde sürecin devamı olan yargı, bir yumurta ve ayakkabı atmayı bile Anayasal düzeni yıkmaya yönelik, ideolojik yapılanmaya esas örgütlü suç kapsamına sokarken, Evren ve Şahinkaya’yı  komşu bahçeden erik çalmış iki sıradan vatandaşmış gibi görmesi davanın  bir dönem aklama davası olduğunun işaretidir. Zaten iddianame de

“Dünyanın ve ortak aklın kabul ettiği liberal ekonomi” saptamasıyla süre gelen dönem hakkında kararını vermiş durumdadır.

Darbenin gerekliliğini, ABD Başkanı Carter’ın milli güvenlik müşaviri Z. Brzezinski belirtmiş, bir diğeri bizim çocuklar başardı demiş, H. Kissinger, darbe sonrası Özal’ı veto edilecek siyasiler dışında tutup Başbakan seçilmesinin önünü açmış, Pentagon Özal’ın Cumhurbaşkanlığını işaret etmiş, yeni liberal politikalara entegrasyondan sapma belirtileri gösteren Erbakan’a yönelik post modern 28 Şubatı onaylamış ve günümüzde Erdoğan’ı Suriye üzerine salmış bir ABD’nin yargılama boyunca hiç görünmeyeceği aşikardır.

Aynı şekilde, Nisan 1978’de olduğu gibi defalarca generallerle toplantılar yapan ve emekli olduklarında holding yönetimlerini kendilerine açan, Sabancılar, Koçlar, Narinler hiç görünmeyecektir. Sermayenin baş aktörleri, aslında bu günlerde TUSİAD’ın önüne postal bırakıp özür bekleyen “ Boş İşler İnsiyatifi” nin dediği gibi “baş destekçi” değil bizatihi içinde yer alan, hazırlayanlarıdır. O günlerde olduğu gibi zorba sınıf; TUSİAD’ı, MUSİAD’ı, TUSKON’u ile yine iş başındadır.

Hemen 12 Eylül sonrası tarikat külliyelerine törenle gömülen şeyhler, bu gün de ‘akıl bali’ oldu diye  kızlarını okula göndermeme ‘hakkını’ yasa ile alarak el üstünde tutulmaktadır.  

Devrimcilere yönelik işkence ve zulmün en yoğun olduğu günlerde Sızıntı Dergisi’nde baş yazılarını sürdüren, yıllarca aranıyor olmasına rağmen ortalıkta dolaşmasına izin verilen darbe şakşakçısı F. Gülen, bu gün ABD himayesinde iktidarın önemli bir parçasıdır.

AKP’nin baskı ve uygulama unsuru olan 12 Eylül ürünü Kurumlar dimdik ayaktadır. Ülke seçilmişler değil atanmışların eline bırakılmıştır. En son örneği Giresun Üniversitesi olup seçilmiş olan değil Cumhurbaşkanınca atanmış olan kişi rektörlüğe getirlmiştir.

Ünlü bir ses taklitçisi kimi istenirse kolaylıkla taklit edebiliyormuş. Bir gün kendisini taklit etmesini istemişler. İşte orada tıkanmış…

Bütün kurum ve kuruluşlarıyla hükmünü sürdüren bir yapıdan elbette kendi kendini yargılaması beklenemez. Bir ihtiyarın dediği gibi; “12 Eylül’ün gerçek yargılaması; ancak kalıntılarıyla birlikte sistemi kökünden değiştirecek bir devrimci irade tarafından gerçekleşecektir."

(Birgün)

Kemal ULUSALER | Tüm Yazıları
Hits: 1432