Eğitim sistemimiz, MEB’in başına geçenlerin siyasasına göre biçimleniyor. Aklın öncülüğü, bilimsel veriler göz ardı edilerek sistemin orası burası oyuluyor. 12 Eylül darbesi eğitim birliği ilkesini bozdu, sistemde öyle büyük ve karanlık delikler açtı ki, bugünkü iktidar, bu delikleri bilimsel değil, dinsel ve ırksal yamalarla kapatmaya çalışıyor.
15 yıldır süren 8 yıllık ilköğretim, bir ölçüde başarılı oldu; ancak imam hatiplerin orta bölümlerinin kalkması, Kuran kurslarının sınırlanması, imam hatibi bitirenlerin meslek seçimi gibi durumlar, “milliyetçilik”te dinsel ve ırksallığı baskın kılanları, 1940’lardan bu yana rahatsız ediyordu. “Milliyetçi muhafazakârlık”ın Türkçesi, “ulusçu tutuculuk”tur. Bu kesim, Türkçesini kullanmaktan kaçınır; çünkü “ulus, ulusçuluk, ulusal” gibi kavramlar, Türk devriminin kazanımlarıdır. Türk devrimi tutuculuğu reddeder; ulusal ve evrensel değerleri evrensel ve çağdaş bilgiyle harmanlamayı amaçlar. İlkin kavramların içi boşaltıldı; “muhafazakârlık”a olumlu anlam yüklendi. “Ulusçuluk, ulusallık, ulusalcı” gibi kavramlar, “darbecilikle, Ergenekoncu” olmakla eşleştirildi; iktidarın akademik sanlı ağızları söz oyunlarıyla bu kavramları çirkinleştirdi; sözde aydınlar da bu yemi yuttu. Aynı ağızlarda Atatürkçü ve ulusalcı olmak, suça dönüştürüldü.
Önce “sosyal bilim liseleri” açıldı; eğitim sisteminin bir yerine eski yazıyı sokmak için bunlara yapay savlarla “Osmanlıca” ve “eski yazı” dersi kondu. Bu arada cumhuriyet dönemi, öğrenci andı, Atatürk’ün gençliğe seslenişi vb. tartışmaya açıldı; ulusal bayramlar ya ertelendi ya da okullarda ve alanlarda tören yapılmaması kararlaştırıldı. Birdenbire ilköğretimlerin 4. sınıfından başlamak üzere Arapça dersi programa alındı; arkasından “4+4+4 ucubesi” geldi. Bir kısım aydınımsılar (çoğu gazeteci), çoğunun da eğitim konusuyla ilgisi ve bilgisi kısıtlı; ama her gece TV’lerde eğitimbilim uzmanıymış gibi şakıyorlar. 8 yıllık eğitimin 28 Şubat’ın dayatması olduğunu, hiç tartışılmadığını söylerken utanmıyorlar. Ne dünü biliyor, ne bugün dayatılan tuzağı görebiliyorlar. Örneğin kimi liselere konan eski yazı ve dil dersi, ilköğretimin 4. sınıfına sokulan Arapçayla “4+4+4” modeli arasındaki bağı kuramayacak kadar alıklaşmış durumdalar. İktidar, 8 yıllık eğitimin büyük zararlar verdiğini açıkladı. Neresi yanlış, neresi zararlı; sözde aydınlar ve “medrese” özlemli üniversite de susuyor. İktidar açısından eğitimbilimin kuralları değil, kendi siyasasının tamyol ilerlemesi önemli. MEB’in bir telaşı var; çünkü iktidarın geleceğe ilişkin tasarıları bu bakanlıkta biçimleniyor.
MEB’in birçok uygulaması; amacın sağlıklı eğitim olmadığını gösteriyor. “Dindar” gençlik yetiştirmek için bir an önce Atatürkçü düşüncenin silinmesi, devrimlerin ve devrimci ruhun yok edilmesi, “kindar” olunması gerekiyor. Yazık ki Türk devrimi ve Atatürk’le hesaplaşma, laik eğitimi silme noktasına geldi; bu hesaplaşmaya destek verenlerin çoğu ise “dindar ve kindar kavganın” değil, Türk devriminin sağladığı olanakların ürünü. Gelin görün ki bunun ayrımında değiller.
Ulusunu yayılmacının, yobazın elinden kurtaran; bireylerin akılcı ve bilimsel doğrularla eğitilip düşüncesi ve vicdanı özgür yurttaşlar olmasını isteyen Atatürk, “dindar ve kindar” aymazlığın ulusu nerelere sürükleyeceğini; saltanat ve hilafet düşkünlerinin, hızla yükselen devrimler karşısında kılık değiştireceğini, ilk fırsatta gerçek kılıklarıyla su yüzüne çıkacağını biliyordu. Gençliğe armağan ettiği “sesleniş”te söyledikleriyle yaşadıklarımız çelişiyor mu?
Yıllarca gizli hesaplarla biçimlenen Türk İslam Sentezi, eğitim sisteminin kılcal damarlarına dek indi; geriye inanca göre yürütülecek gençliğin kafasına girmek kaldı. “4+4+4” modelinin anlamı açık. MEB, ilköğretimde Arapça dersiyle Kuran kurslarını okullaştırmak; eski yazı ve dili yaygınlaştırarak “dille din” arasındaki bağı yeniden kurmak; imam hatiplerin orta bölümlerini açarak çocukları dinsel eğitim seçeneğine zorlamak ve kızları yavaş yavaş eğitim kurumlarının dışına taşımak istiyor. Eğitimi dinselleştirecek “4+4+4 ucubesi” akılcı olmakla kurnazlık arasındaki farkı gözler önüne sermiştir. Ancak kurnazlık pek “hayırlara vesile” olmaz; gerçekleri çarpıtmak da her zaman her yerde “edep dışı”dır! Çünkü ulusa yalan söylemekle sövmek arasında büyük fark yoktur; ikisi de aynı kapıya çıkar; saygısızlıktır. Fildişi kulesine tüneyip dürüstçe inananı değil dinciyi; başörtüsünü değil türbanı savunan sözde aydınlar, eğitimsiz bırakılan, inancı ve köken farkı siyasaya araç yapılan yoksul halkı hiç düşünmediler; merak ediyoruz; şimdi sokağa bakınca ne görüyorlar? Köprüyü geçene dek dayı sayılmak, herkesi incitir; ama kimse unutmasın, “4+4+4 ucubesi” yaşama geçerse, herkesi “ulusalcı” sayarak dışlayabilir! Dışlayacaktır da. Çünkü amaç, eğitim iyileştirmek değil, Türk devrimini sonlandırmaktır!
(Cumhuriyet)