Solla kavga eden 'solculuk'

~ 07.03.2012, Zafer AYDIN ~
Bir vesileyle Barış Uygur'dan dinlemiştim: Uzay Mekiği dünyadan gönderildiğinde belli bir mesafeye kadar arıza çıkarsa bir düğme aracılığı ile geri dönebiliyormuş. O mesafeyi geçtikten sonra arıza çıktığında düğmeye basılsa dahi artık geriye dönüş mümkün değilmiş. 26 Şubat 2012 tarihli Radikal İki'de yayınlanan Doğan Tarkan imzalı “Hâlâ yetmez ama evet” yazısı, Ufuk Uras'ın “Kenan Evren ‘hayır’ diyenleri tanık gösterecek” açıklaması bazı arkadaşlar için, arıza çıksa bile geriye dönüş çizgisinin aşıldığını gösteriyor. Demek ki bazıları için mesele Anayasa Paketine ilişkin tercih belirtmekten ibaret değilmiş. “Hayırlı ayrışma” diye sevinç çığlıkları arasında kodlanan bölünme “gelenekçi/yenilikçi” farklılaşmasın ötesinde solda durmak ile solla kavga etmek, ilişkileri koparmak, “AKP'nin solunda durmak” arasında tercih yapma anlamına geliyormuş. Eğer öyle olmasa “Şeriat tehlikesine karşı Kemalist CHP'yi desteklemenin” absürtlüğünü fark ederek bu çizgiyi terk eden arkadaşlar aynı şeyi şimdi de yapabilirlerdi, ama yapmıyorlar. Ya AKP tarafından finanse edilmiş kampanyanın diyet borcu ya Sosyalist İşçi'de tarif edilen “AKP'nin solundaki boşluğu” doldurma hevesi, ya da her ikisi birlikte onlara engel oluyor.

12 Eylül 2010'da Anayasa değişikliklerini, kamuoyu önüne götüren irade için referandum bir bakıma vaatti. Solda duran bazı yapılar ve isimler bu vaade bir şans tanımak gerektiğini düşündüler, görüşlerini, fikirlerini açıkladılar ve sandığa gidip oylarını verdiler. Tutumları da pozisyonları da bununla sınırlı kaldı. Referandum sonrasında Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu'nun oluşma biçimindeki sorunları gördükleri andan itibaren de, olup bitenler karşısında eleştirel bir yaklaşım sergilediler. Doğan Tarkan'ın da aralarında olduğu kimileri ise referandumda önlerine konan pakete, demokrasi vaadine sıkı bir biçimde angaje oldular. AKP ve muhafazakar kesimlerle dil, argüman birliği oluşturarak ikna kapasitelerini ve güçlerini AKP lehine - hatta kimi zaman doğrudan onların adına- kullandılar. Önünü arkasını düşünmeden, maliyetine aldırmadan AKP'ye kefil oldular. Ufuk Uras ise önce hayır diyeceğini açıklamasına rağmen sonra “evet”çi oldu. Tutumundaki bu keskin dönüşe dair tatmin edici bir izahat yapmak yerine hayır diyenleri “Ergenekoncu” ilan ederek işin içinden çıktı. Beklenti AKP'nin demokrasi yolunda ilerleyeceği ve bu ilerlemenin gölgesi altında, sağlayacağı avantajlarla “solculuk” yapmaktı.

İşin dramatik hal alması da bu noktada başladı. AKP referandum sonrasında attığı adımlarda kendine umut bağlayan, hatta “devrim” bekleyen bu çevrelerin heveslerini kursaklarında bıraktı. AKP'yi olumlamak, aklamak en azından krediyi yeniden yapılandırmak için “evet ama” diye gösterilebilecek örnekler ortaya koymadı. Tersine vesayet rejiminin yönetim aygıtlarını ele geçirdikçe askeri vesayet rejimini aratmayacak uygulamalara imza atarak yeni rejimin antidemokratik niteliği üzerine yapılan saptamalara daha fazla maddi temel kazandırmaya başladı. AKP'nin otoriter karakteri daha belirgin hale geldikçe, AKPlilerin resmi söyleminde “demokrasi”, “statüko” gibi kavramların son kullanma tarihi geçtikçe iktidarın demokrasi vaatlerini teorize edenlerin arasında farklı, ancak birbiriyle çelişmeyen iki tavır gözlendi. Heyecanları azalan, umutları kırılan, AKP muhiplerinin bir bölümünde “Demokraside işler iyiye gitmiyor” gibi öznesiz eleştiri cümleleriyle vaziyet idare edilmeye, eleştiri yapmadan yapılmış gibi bir hava yaratılmaya başladı. İktidarla arasına mesafe koymadan koyuyormuş gibi yapma hali her şeye rağmen AKP'den beklentilerin korunduğunun utangaç bir göstergesi. Buram buram oportünizm kokan bu tavrın yanında ikinci kesim oldukça militan. AKP'ye toz kondurmamak için kanının son damlasına kadar çarpışacağı izlenimini veren bu kesimde yer alanların ayaklarının ne kadar yerden kesildiği, ne kadar desteksiz sallayabildikleri Doğan Tarkan'ın Radikal'deki yazısında ve Ufuk Uras'ın açıklamasında iyot gibi açığa çıktı.

Solda 12 Eylül'ün yargılanmasında rahatsızlık duyanlar varmış gibi bir hava yaratarak kendi tutumlarının doğruluğunu kanıtlamaya çalışıyorlar. Ama daha çok da AKP'yi temize çıkartma gayreti içindeler. Çünkü esas olarak AKP’nin demokratikleşme perspektifine sahip olduğu ve 12 Eylül’ü tasfiye ettiği fikrinden hareket ediyorlar. (Bu konuda Marksist.org’da  yayınlanan “12 Eylül AKP ile mi sürüyor?” yazısını hatırlatıp geçelim)Açılan dava da demokratikleşmenin 12 Eylül’ün tasfiyesinin en önemli kanıtı olarak  abartılırken, vesayet rejiminin yeni sahiplerinin, eski sahiplerinin yanında staj yaptığı, uygulamalarına ortak olduğu, aynı uygulamaları bugün de  sürdürdüğü ya küçümseniyor, ya da görmezden geliniyor. Yeni rejimin bir tür silahlı propaganda faaliyeti olarak cereyan eden Uludere Katliamı’nın, KCK tutuklamalarının, imal edilmiş delillerle açılan davaların, en küçük aykırı sesin bile kısıldığı bir ortamda 12 Eylül davası üzerinden demokratikleşme rüyası görmek, isteyenler için elbette mümkün. Tıpkı referandumdan önce  liberal bir partinin grev hakkını genişleteceği, sendikal hakları geliştireceği rüyası görüldüğü gibi.  Ancak kendisiyle aynı rüyayı görmüyor diye Kenan Evren'in, 12 Eylül'ün yargılanmasına, 12 Eylülle hesaplaşmaya karşı çıkacak solcu olabileceğini düşünmek, bunu aklın sınırlarını zorlayan argümanlarla ileri sürmek  “protein eksikliğinden” kaynaklanmıyorsa ciddi bir tahrifattır.

Yeni rejimin ideolojik, politik ve kültürel olarak 12 Eylül’ün yasal ve bürokratik mekanizmaları eliyle devam ediyor olduğu ortamda bu dava yeni rejimin imaj tazeleme faaliyeti olarak kalma ihtimaline rağmen, eski ve yeni rejimin kadrolarının, kurumlarının uygulamalarının teşhir edildiği, hesaplaşıldığı bir zemin olarak solcular tarafından kullanılacaktır. Bunun böyle olacağını bile bile sırf kendilerinin durduğu yerde durmadığı, öngörülerini beklentilerini paylaşmadığı için eski arkadaşlarına gözünü kırpmadan “12 Eylülcü”, “Kenan Evrenci” diyenlerin niyeti bir tartışma yapmak değil. Esas olarak solla konuşmayı bırakmak, soldan kopmak. AKP söz konusu olduğunda seçilen nazik dil, usturuplu ifadeler, seçilerek kullanılan cümleler sola sıra geldiğinde öfke, kızgınlık, hoyratlık taşıyan bir hal alıyorsa bunun başka bir anlamı olamaz.

Bu dil ve tarzla solda yeni bir saflaşma yarattıklarını zannedenlere hatırlatmakta yarar var: Ortada yeni diye tarif edilecek bir saflaşma yok. YDH artıkları, likidatörler, piyasacılar, “liberal demokrasiden başka seçenek yok” diyenler, açık açık soldan/sosyalizmden kurtulmak gerektiğini yazıp çizenler, NATO’ya, IMF’ye, güler yüzlü kapitalizme methiye düzenler, işveren örgütlerinin hizmetkârları çok uzun süredir zaten bir safta duruyordu. Kendilerine eskiden “demokrat” şimdi “solcu” demenin, ANAP’ın yerine AKP’yi desteklemenin dışında görüşleri de fikirleri değişmedi. Biz, “İnadına aşk, inadına devrim, inadına sosyalizm” diye yürürken de onlar bugün bulundukları yerdeydi. Şimdi bu saflara dahil olmayı tercih edenlere, onlarla politik birliktelik kararı alanlara, beraber dergi çıkarıp altüst olanlara kimsenin bir diyeceği olamaz.  Ancak bilsinler ki bu yeni bir saflaşma değil,  onların safından sola yüklenmek de.  Geçmişlerini, kişisel prestijlerini, inandırıcılıklarını, arkadaşlıklarını AKP ve AKP’nin güdümündeki liberaller için feda edenler,düğmeye basıp geri dönme şansını da büyük ölçüde kaçırdılar galiba.
 
(Birgün - Forum)
Zafer AYDIN | Tüm Yazıları
Hits: 1607