Emel Sayın insanın aklına yalnızca ses olarak gelmiyor, daha doğrusu önce ses olarak gelmiyor. Yeşil gözleri, biraz ‘ecnebi’ dokusu, sonra ‘sahnesi’ ve elbette hareli sesiyle, bir bütün olarak geliyor. Tıpkı modern şiir gibi. Sesi hareli olanlar, gözlerinden sözcük çalmış sayılmazlar. Hareli gözler olağandır, hareli bir ses ise ya imgedir ya da az bulunur.
Konumuz Emel Sayın değil, keşke o olsaydı! Şarkıyı yazıya başlık yapınca, yıllar öncesinden Emel Sayın çıkıp geliverdi “paramparça dünyam benim” dizesiyle. Arabeskin parçaladığı ve sarmadan gittiği içimiz ise ortada dünya gibi, şarkı gibi paramparça kalıverdi.
Martin Luther King’in ırkçılığa ve siyahlara uygulanan ayrımcılığa karşı yaptığı ve “Bir hayalim var” cümlesiyle başlayan konuşmasının üstünden yarım yüzyıl geçti. Galiba o konuşmanın da etkisi, zamanı geçti. Şimdi sevimli haliyle ‘bir fikrim var’, sevimsiz haliyle ‘bir projem var’ diye başlıyor tüm konuşmalar. Hanımların, kadınların yerini ‘bayan’ın alması gibi rüyaların, hayallerin yerini de ‘proje’ler aldı. ‘Bayan’, yeni dönemin, yeni ruhun icadı bir sözcük, ‘proje’ ise ‘vizyon, misyon’ gibi kavramlarla ‘büyük’ düşünmemizi öğütleyen Özal’ın üstümüze attığı bir kavram. Bazı kirler, çamaşır ve bulaşık lekeleri böyledir, ne yapsanız çıkmaz. Hele ‘dil kiri’yse hiç çıkmaz! Sonra gönül kiri, göz kiri...
Özal dönemi soldan gelen pek çok insanın da ‘doğru’ yolu bulduğu dönemdi! Eski ağırlıkları atmak, yüklerden kurtulmak, eski arkadaşlarla, yoldaşlarla yolları ayırmak, kafayı temizlemek, boşaltmak, ‘yahu dünya varmış’’ demek, ki bunun karşılığı aslında ‘yahu para varmış!’ demektir, iş kollamak, iş kapmak, insanın burnunun da, gözünün de ne kadar önemli olduğunu keşfetmek, gözünü açacaksın, burnun da işin ve paranın kokusunu alacak icabında, nasıl olsa kafayı çekince ‘biz eskiden...’ diye anlatacak kadar hatıran kalmıştır geçmişten. İstanbul hatırası gibi sol hatırası!
Öyle ya koskoca Berlin Duvarı yıkılmış, sen mi içindeki duvarları yıkamayacaksın? Vur kazmayı Ferhad, vurdu kazmayı Ferhad, yıktı çıktı içindeki duvarı, feraha çıktı, dünyaya çıktı, insan içine çıktı canım! Çıkış o çıkış, bir daha da onu, onları gören olmadı. Olduysa da tanımadı. Tanısaydı da ziyadesiyle üzülürdü zaten. Tanınacak bir şeyleri kalmayanların adı aynı kalsa ne olacak ki, ruhu gitmiş adı kalmış, solu gitmiş solgun kalmış... Demeyeceğim hayır, solu gitmiş yüzüne kan gelmiş!
İyi şeyler unutulur, kötü olanlar hatırlanır klişesi ne yazık ki bizim memlekette yazıldıkça, söylendikçe daha çok hatırlanan klişelerden. Söylemeyeyim diyorum ama, öbür türlü de anlatması uzun sürüyor. Kısacası, bizim eski yoldaşlar iş güç, para pul ve en önemlisi de proje sahibi oldular! Projenin girdiği akılda ne düş kalır ne hülya! Uçtu gitti devrim düşleri, isyan denemeleri, itirazlar, retler... Hem zaten Lenin de bunun bir ‘çocukluk’ olduğunu söylemişti!
Yazının son dönemecine girerken, yazarınız sizden biraz yaklaşmanızı istiyor. Gelin şöyle, kulağınızı uzatın, dinleyin: “Kimseye söylemeyin ama, bu yazının başlıkla ilgisi yok!” Doğrusu şu güneşli cuma öğle sonu yazının başına oturduğumda bir ıslığım eksikti, onu da yazının sonuna saklıyordum, şöyle keyifli keyifli çalmak için. Fakat radyoda konuşan bir entelektüelin “proje” dediğini duydum ve o anda... Koptum! (Bir yazımda ‘çakma’ sözcüğünü ne çok beğendiğimi söylemiş miydim, galiba bu ‘kopmak’ fiili de öyle “cankurtaran” sözcüklerden, hatta “havalara uçuran” filan...)
Böylece bu yazı tam anlamıyla “içimden gelen”, daha da ötesi “içimden dökülmesine engel olamadığım” bir yazı oldu.
Ne yapalım, bu seferlik böyle oldu. Hem Emel Sayın’ı hatırlamış olduk, 60-80 yaş arası “bay”ların sesine ve görüntüsüne “bay”ıldığı, o zamanlar ‘hanım’ken şimdi “bayan”lığa yükselmiş kadınların da tek kanallı TRT Televizyonu’na içinden söylenerek baktığı günlerde... Aynı rüyayı gördüğümüz yoldaşları hatırladım da birden, “Tanrım beni baştan yarat” demek geldi içimden!
(Cumhuiyet)