Hoyratça Gelip Geçenler

~ 29.02.2012, Mine KIRIKKANAT ~

Beyoğlunu keşfettiğimde 20 yaşındaydım. Yeni kurulan Sinema Oyuncuları Derneğinde (SODER) 1 aylık bir iş bulmuştum. Yeni üyelerin kayıt bilgilerini defterlere işleyecektim. Her sabah vapurla karşıya geçer, Karaköyden Tünele biner, sabah güneşinde parlayan bomboş İstiklal Caddesini yürür ve en güzel binasına, SESAMa girerdim. Bugünlerde tartışılan ve pek yakında AVM olacak Cercle Dorient binasına

SESAM, dönemin en etkili sinema kurumuydu. Binadan içeri girdiğimde, mis gibi çikolata kokar, çünkü İnci Pastanesinin kocaman profiterol kazanı odamın birkaç basamak altında gün boyu kaynardı. Pencerem yoktu, ama binanın orijinalinde servis merdivenlerine açılan bir küçük kapı vardı. İstersem İncinin çikolata kazanına, istersem yukarıdaki muazzam balo salonuna kaçabilirdim...

Gizli Bahçe, Alice Harikalar Diyarı gibi romanlar serpilmiş hayal gücüm, beni hep yukarı katlara doğru çekerdi. Öğle güneşinde içeriye dolan ışık, harika parkeler, yıpranmış tavan süsleri, bakımsızlık, toz, pislik hepsi bir arada altüst ederdi ruhumu. Zihnimi zorlar, baloları hayal etmeye çalışır ve çok kısa sürede yokluğum anlaşılır korkusuyla kalbim güm güm atarak aşağıdaki odama inerdim.

***

80’lerin sonuydu. 12 Eylülün izlerini taşıyan yeni bir sinema anlayışı, benim apolitik ergenlikten çıkışıma denk gelen bir sürü yeni bilgi, 20 yaşımın heyecanıyla hayatıma giriyor; yeni insanlarla tanışıyor, sinemaya merak salıyor ve çevrenin sosyal alanlarına hızla dalıyordum.

Öğlenleri Beyoğlu mekânlarını keşfe çıkıyor, akşamları barlara ya da Nevizadeye gidiyordum. Bir aylık iş sürem doldu, ama beni bırakmadılar. Antalya Film Festivali konuk koordinasyon görevini üstlendim. Böylece sadece oyuncuları değil, sektörün tamamını tanıma şansım oldu. Harika insanlardır sinemacılar.

Yine o yıllarda moda olan nostaljisözcüğüyle tanıştım. Herkes eskiden gittiği mekânları anlatıyor, Sinematekten bahsediyor, eski set âdetlerini yüceltiyor,sen bilmezsin o bankanın yerinde bilmem ne vardı,’ diye lafa başlıyordu. Ben bu kırgınlığı çok anlamıyordum, ama Eski Beyoğluna saygı duyuyordum. Onların hiç sevmediği, yaşadığımız Beyoğlu benim için çok güzeldi... Aslında bir tek Portekizcede var olan Saudadegibi bir sözcük bulmalıydık belki, geçmişte kaybettiğimiz, özlediğimiz şeyleri anlatan...

***

Beyoğlu artık o kadar hızla değişiyor ki, yetişmek imkânsız. Bir sürü işletmenin, esnafın, sinemanın yerinde yeller esiyor... Ya da aynı itibarla duran, ama biz gittiğimizde kendimizden bir parça bulamadığımız çok yer de var. Beyoğlu yaşıyor.

Eski Beyoğlu sızlanması yapmayacağım, ama her özel binanın otel ve AVM olduğu bir kent çok sıkıcı değil mi? Emek Sineması en güzel filmleri izlediğimiz, gençliğimizi şekillendiren bir yer değil mi ?

Çok değil 1950den bu yana hizmet veren kaç lokantamız, kahvemiz var? Oysa koca İstanbulda 200-300 yıllık birkaç kahvehane olması gerekmez miydi?

Beyoğlunda herkes yıllarca Markizin yeniden açılmasını bekledi. Keşke kapalı kalsaydı, o harika panolar yengenlere,çift kaşarlılara tanıklık etmeseydi... İlk zamanlarında iyi bir pastane olarak açıldı, ama demek kirayı çıkartamadı.

Kiralar, vergiler o kadar zorlaştırıyor ki tutunmayı, yabancı bir marka, tostçu değilsen, hani biraz denemek istiyorsan ne sokakta, ne AVMde şansın var. Git Frankfurtta aç, sabah git akşam dön, daha ucuza gelebilir.

***

Ya Yeşilçam, sinemanın kalbi Beyoğlunda değil miydi? Bir Sinematek var mı? Kütüphanesi, müzesi, vizyona girememiş ya da klasik filmlerin gösterildiği bir sinema merkezi var mı? Olmadı bir festival merkezi? Yok. Aklına bir şey takılsa soracağın bir kurum yok. Eşten, dosttan, Vikipediden bakarsın... Beyoğlunun sinemanın merkezi olduğuna bizi inandıracak bu bilgiyi, gelecek kuşaklara aktaracak ne var?

Güzel binalarımız, geleneksel lezzetlerimiz, sinemamız uzun yıllar yaşasın, anıtlaşsın. Gelenler getirdiklerini tamam paylaşsın, ama İstanbuldan da bir şey alsın, bir adapla yaşasın, İstanbullu olmak istesin!

EBRU KÖKTÜRK KORALI(*)

 

‘G’ NOKTASI

(*) 1968 İstanbul doğumlu Ebru Köktürk Koralı, Marka Sokak reklam şirketinde çalışır ve Hayal Kahvesi Çubuklunun ortaklarındandır. Adalara Modalara gezmeyi sever, gastronomiyle ilgili ne bulursa okur, marka olmak isteyenlere akıl fikir verir, şöhret olmak isteyenleri kovalar...

Ebrunun İstanbula dair bir başka saptaması da şöyle:

Çelik Gülersoy, İstanbul’da TTOKnin olanaklarıyla Çamlıca Tepesi, Kariye Camisi, Sultanahmetteki Soğukçeşme Sokağı gibi kentsel mekânları yeniden düzenleyerek ve Yıldız Parkındaki Malta Köşkü, Çubukludaki Hıdiv Kasrı, Sultanahmetteki Yeşil Konak, Emirgân Korusundaki Sarı ve Beyaz köşkler gibi tarihsel yapıları onartarak bunlara yeni işlevler kazandırılmasını sağladı. Sonra Beltaş geldi, hepsini bir standarda bağladı. Niye? Beltaş tipi restoranlar, alkolsüz, ekonomik. Kârını, zararını bilen yok…”

Güzelin bir yüzü,

çirkinin bin

yüzü vardır.

VİCTOR HUGO

(Cumhuriyet)

Mine KIRIKKANAT | Tüm Yazıları
Hits: 2453