İlker Başbuğ-Mit Soruşturması Gelişmeler ve Muhtemel Sonuçlar

~ 15.02.2012, Av. Hilmi HANTA ~

Bilindiği üzere Genelkurmay eski başkanlarından İlker Başbuğ hakkında CMK.250. maddeye göre görevli İstanbul Cumhuriyet Savcılığı tarafından bir soruşturma yürütülmüştür. Bu soruşturma sürecinde İlker Başbuğ tutuklanmış ve hakkında düzenlenen iddianame CMK.250.md göre görevli 13.Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilmiştir.

İlker Başbuğ’un avukatının, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na soruşturmanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülmesi istemiyle yaptığı başvuru ise reddedilmiştir. Basında yer alan haberlere göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı red gerekçesi olarak, atılı suçların “görev suçu” olmayıp “terör suçu” olduğunu göstermiştir.

CMK.250/3 maddesine göre; Millete ve Devlete Karşı işlenen suçlardan (“Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar”, “Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar”, “Milli Savunmaya Karşı Suçlar”, “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar”) işleyenler sıfat ve memuriyetleri ne olursa olsun bu Kanunla görevlendirilmiş ağır ceza mahkemelerinde yargılanır. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler...saklıdır.

1982 Anayasasının referandumla kabul edilen değişiklikle yeniden düzenlenen 148. Maddesine göre Anayasa Mahkemesi “Genelkurmay Başkanını” görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar. Ve Yüce Divan’da savcılık görevini (Yargıtay)Cumhuriyet Başsavcısı veya Cumhuriyet Başsavcı Vekili yapar.

Anayasa Mahkemesi’nin Yüce Divan olarak hakkında yargılama yetkisine sahip olduğu kişilerle ilgili yargılama görevindeki sınır, bu kişilerin “görev suçlarıdır”. Görev suçundan kasıt elbette bu kişilerin bulundukları görev nedeniyle meydana gelmiş bir kısım suçlardır. Bu suçlar usulsüz ve yolsuz işlemlerle yani kanunsuz davranışlarla görevlerini ihmal veya görevlerini kötüye kullanmaları sonucu ortaya çıkan suçlardır. Nitekim emsal davalarda Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla bir kısım Bakanlar Kurulu eski üyelerini bu şekilde yargılamıştır.

Görev suçu, görevli kişinin yalnızca haksız menfaat sağlayarak kamuyu zarara uğratmasından ibaret olarak kabul edilemez. Görevli kişiye, görev gereği tevdii edilmiş olan kamu otoritesinin kötüye kullanılması hali “görev suçu” kavramının dışında tutulamaz. Zira bu konuda görevle ilgili nelerin görev suçu sayılıp-sayılmayacağına ilişkin sınırlayıcı veya ayırt edici bir yasal düzenleme yoktur.

Hakkında suçlamada bulunulan kişi olarak İlker Başbuğ, Genelkurmay eski Başkanıdır. Yani Türk Silahlı Kuvvetlerinin başında bulunan kişidir. Hakkında düzenlenen İddianamenin sonuç kısmında;
“Soruşturma dosyası kapsamındaki deliller bir bütün olarak değerlendirildiğinde; Şüpheli Mehmet İlker Başbuğ'un Ergenekon Silahlı
Terör Örgütünün amaçları doğrultusunda, askeri bir darbe ortamı oluşturmak amacıyla, belirtilen internet siteleri ve bu siteleri meşrulaştırmak amacıyla düzenlenen andıç vasıtasıyla kara propaganda ve dezenformasyon faaliyetlerini icra ve organize ettiği, örgütün amaçları doğrultusunda yapmış olduğu basın
açıklamaları ve değişik faaliyetlerle devam eden Ergenekon Silahlı Terör
Örgütüne yönelik soruşturma ve kovuşturmaları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunduğu, Devlet yöneticilerini baskı altına almak,
Devlet otoritesini zaafa uğratmak, bu hususta gerektiğinde kamu düzenini bozup ülkede kaos ve düzensizlik ortamı oluşturmak, halkı Devlet yöneticilerine

karşı kışkırtmak ve anarşi ortamı oluşturmak, böylece cebir ve şiddet yöntemleriyle hükümetin görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen
engellemeye teşebbüs ettiği, suç tarihi itibariyle konumu ve diğer şüpheliler üzerindeki etkisiyle ara yönetici sıfatıyla psikolojik harekat faaliyetini yönettiği, örgüt üyelerini yönlendirdiği”

suçlamasında bulunulmuştur. İddianamede ki anlatımla dahi İlker Başbuğ’a atılı suçlama İlker Başbuğ’un “Genelkurmay Başkanı” olma sıfatı/görevi dışında gerçekleşme olanağı bulunmayan bir suçlamadır. Kısaca İlker Başbuğ, Genelkurmay Başkanlığı görevinde olmasa, atılı suçlar İlker Başbuğ tarafından işlenemez nitelikte suçlardır. Yani görevinden bağımsız olarak İlker Başbuğ bu suçlamalara muhatap olmayacaktır.

O halde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın İlker Başbuğ’a yönelik olarak gerekçe gösterdiği “görev suçu yoktur” nitelemesinin hukuki bir dayanağı yoktur.

Bu saptamayı yaptıktan sonra, hemen hemen eş zamanda meydana gelmiş olan ve KCK soruşturması nedeniyle CMK.250.md. göre görevli İstanbul Cumhuriyet Savcılığı tarafından Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarının şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılmasında hiçbir yasal engelin bulunmadığının da altını çizmek gerekmektedir. Böyle bir yasal engelin bulunmaması nedeniyle Hükümet tarafından MİT yasasında “koruyucu/önleyici” değişikliğe gidilmektedir.

MİT Müsteşarlığının doğrudan Başbakanlığa bağlı olduğu ve Başbakanlık emir ve talimatlarıyla görev yürüttüğü gerçeği karşısında, MİT Müsteşarına “şüpheli” sıfatıyla çıkartılan davetiyenin asıl adresinin Başbakanlık olduğu çok açık ve nettir.

Başbakanlık ya da Hükümet MİT Müsteşarı için yasal koruma getirirken bu durumda yürüyen soruşturma da bizzat Başbakan “şüpheli” sıfatıyla yapılacak davetin doğrudan muhatabı olacaktır.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “Terör Suçunu” görev suçu saymamasının ardında yatan asıl sebep Başbakanın, Genelkurmay Başkanı gibi “Terör Suçlaması” ile karşı karşıya kaldığında Yüce Divanda yargılanması yerine CMK. 250. maddesine göre görevli ağır ceza mahkemesinde yargılanmasının önünü açmaktır. Anayasanın 14. maddesi hükmü nedeniyle Yasama Dokunulmazlığı dışına kolayca çıkartılabilinecek olan bu durumda; “Başbakanı özel görevli Cumhuriyet Savcısı ve özel görevli Ağır Ceza Mahkemesi önüne çıkartma” niyeti kolayca gerçek olabilecektir. Bunun önünde yasal bir engel kalmamış gözükmektedir.

Bizzat kendi ifadeleriyle, bir koalisyon durumunda bulunan AKP’nin yargıyı yeniden dizayn etmesinin sonuçlarından birisi olarak gerek Yargıtay’a yapılan seçimler ve gerekse Yargıtay da yapılan yönlendirilmiş organ seçimleri nedeniyle Başsavcılığın neyin ve kimin etkisiyle hareket ettiği burada önem kazanmıştır. Başsavcılığın İlker Başbuğ’un istemini reddetmesinden anlaşılan odur ki, Hükümet Başsavcılık üzerinde bir etkiye sahip değildir.

Bu da demektir ki, muhaliflerini bertaraf etmek isteyen hükümetin, yeniden dizayn ettiği ve artık “cemaatin kontrolünde olduğu herkes tarafından açıkça söylenmeye başlayan” yargının karşısında, kendi muhaliflerinden daha korunaklı olmadığı artık bir gerçektir. Hükümetin korkulu rüyası artık muhaliflerinden daha fazla “koalisyona girdiği cemaatçi ortaklarıdır.

Hukukun asla siyasi hesaplaşmaların bir aracı haline getirilmemesinin gerektiği her geçen gün biraz daha anlaşılmaktadır.


Hilmi Hanta
Avukat

Av. Hilmi HANTA | Tüm Yazıları
Hits: 2746