GERÇEK GÜNDEM

~ 15.02.2012, Av. Ali Musa SARIÇİMEN ~
Öncelikle, genel olarak hukukun, demokratik hukuk devletinin neresinde olduğumuzu, bu bağlamda mahkemelerin bağımsızlığını doğru tespit etmemiz gerekiyor. Sonra aklı başında, tutarlı bir hukukçu olarak nerde durmamız gerektiğini iyi belirmemiz gerekiyor.
 
Demokratik Hukuk Devletinin neresinde olduğumuz konusuna hiç değinmiyorum. Bu hususta sınıfta kaldığımızı hemen herkes kabul ediyor. Genel mahkemelerin durumu ortada. Onu da geçiyorum. Esas olarak Özel Görevli Mahkeme ve Savcılıkların görev, yetki ve pratikteki işlevleri üzerinde durmak istiyorum.
 
Odatv davasında deniliyor ki, Yalçın Küçük filancasına talimat vermiş, yazı yazdırmış. Talimat verdiği kişi de yazı yazmış ve yayımlanmış.

Yazıda suç unsuru yok. Bunu ben demiyorum savcılık diyor. Yazının kendisi “suç” değil, suç olan Yalçın Küçük’ün talimat vermesi, talimatla yazının yazılması… İşin daha kötüsü yazıyı yazan, Yalçın Küçük’ü takmıyor bile. Adam yerine koymuyor, O kim ki bana “emir, talimat” versin diyor.

Bu davadaki temel argüman, iddia ise hükümete karşı darbe… Davayı açan ve kovuşturmayı yapan kim? Özel görevli savcılar ve mahkeme.

Buraya kadar iyi güzel… Hükümete darbe yapanları soruşturalım, cezalandıralım. Suç işleyen kim olursa olsun araştırıp bulalım. Amenna…

Peki, şimdi soralım. Yıllardır bu ülkede “Cemaat” diye bir yapılanmadan söz ediliyor. Hem de öyle “telefon dinlemeleri” ile falan değil. Açıktan açığa… “cemaat”in muazzam bir mali güce sahip olduğu, polisi ele geçirdiği, askere sızdığı, yargıyı hizaya getirdiği, yüzlerce radyo, tv, gazete, binlerce okul, sayısız dergi vs. kurum ve kuruluşlara sahip olduğu, daha da vahimi, onu bunu, hatta Başbakanı “yasa dışı dinlediği”, Deniz Baykal’ın “benim görüntülerimi onlar çekmemiş” deyip kendilerine teşekkür ettiği vs. yazıldı, çizildi, söylendi ve tüm bunlar hala gündemi belirliyor. Bu ucube her yönüyle gündemde…

Şimdi sorarım size, Yalçın Küçük’ü herkes tanır, bilir. Adam ne söylüyorsa açık açık söylüyor. Fırsatını bulursam “devrim” yaparım diyor. Hadi kabul edelim, talimat vermiş olsun ve “konusu suç olmayan” bir yazı yazdırmış olsun. Buna dava açan ve bunu yargılayan Özel Görevli savcılar, mahkemeler şu malum “Cemaat” hakkında neden bir tek soruşturma açmıyorlar veya açamıyorlar?

Sahi, bu ne iş?

Bu özel yetkili savcılar neden bugüne kadar bu konuya el atmadılar, bir tek soruşturma dahi açmadılar?

“Cemaat”in açıktan icraatlarını medyadan takip ediyorsunuz. Bu cemaatin neler çevirdiğini gizli, saklı işlerini henüz bilmiyoruz.

Geçenlerde “gariban” bir dostum, oturmuş videoları izlemiş, “kafam karıştı” diyor.


Ben de geçenlerde “Bugün” adında bir TV’yi izliyordum. Programı sunan, karşısına üç adam almış, oturmuş. Üçü de birbirinden bilgili, entelektüel. Adamlar açık açık şunu söylüyorlardı:

“Polisin, askerin, yargının ‘bağırsakları’ temizlendi. Şimdi de derhal MİT’in ‘bağırsakları’ temizlenmelidir. “Cemaat”in AKP içindeki yeri ve sandıktaki gücü ortadadır. Başbakan ya bunu görür ve gereğini yapar ya da sandığa gömülür, yok olur gider.”

Özetle adamlar buna benzer epey laf ettiler ve MİT soruşturmasına da tam destek çıktılar. MİT’in de “bağırsakları” temizlenmelidir, dediler. Bu bağırsak lafı yanlış anlaşılmasın, bana ait değil, bizzat onların kullandığı sözler bunlar.

Birincisi, “Cemaat”in adamlarının tabiriyle devletin bağırsaklarına sızmış şu “mikroplar” kim ve onları hangi yöntemle, nasıl “temizleyip, ayıklıyorlar” ? Buna “Cemaat” mi veya adamları mı karar veriyor?

Her seferinde şu “cemaat” arada kaynayıp gidiyor, “özel yasa, genel yasa, yargı bağımsızlığı” tartışmaları içinde gene arada kaynayıp gitmesin.

Her şeye eyvallah, hukuksuzluğa karşı çıkalım, suçla mücadele edelim, kurumlardaki “çürük elmaları” ayıklayıp atalım, bağırsakları temiz tutalım, yargı bağımsızlığına (bu ülkede bu her ne anlama geliyorsa) sahip çıkalım, sahiden kurumsallaşmış kurumlarımız “varmış”, yargı bağımsız “mış” gibi yapıp öyle davranalım da…

Şu adamların şu lafına bir daha göz atalım: “Cemaat”in AKP’deki yeri ve sandıktaki gücü ortadadır. Başbakan ya bunu görür ve gereğini yapar ya da sandığa gömülür, yok olur gider” demek de neyin nesi?

Devletin bağırsaklarını “Cemaat” mi temizleyecek? Kim mikrop, kim değil, ona “cemaat” mi karar verecek?
 
Evet, esas üzerinde durulması gereken işte tam da bu?

Savcılar, mahkemeler bunu görmüyor mu?

Açık açık Başbakana “Arkadaş sandık bizden sorulur, sandığa gömülmek istemiyorsan, ya dediğimizi yaparsın ya da seni sandığa gömeriz” diyorlar. Açıktan açığa söyledikleri bunlar. Bir de söyleyemedikleri, ima yollu göndermeleri var. Henüz ortaya dökmedikleri gerçek gündemleri var.

Soru şu: “Cemaat”in, Başbakanı sandığa gömecek kadar kitlesel gücü gerçekten var mı? Yani halka mı güveniyorlar? Başbakanı demokratik yoldan mı sandığa gömecekler?

Sanmıyorum. Yanlış anlaşılmasın, benim “sanmıyorum dediğim” “Cemaatin”, Başbakanı sandığa gömecek “kitlesel gücü” henüz yok. Yalnız, medyanın neredeyse tamamı ellerinde, ama yetmez. Halk şüpheli, her an ne yapacağı, hangi yöne sapacağı belli olmaz, yön değiştirebilir. Peki, o halde nasıl oluyor da Başbakanı açıktan açığa bu kadar rahat tehdit edebiliyorlar? Sandığa bu kadar güvenebiliyorlar? Ya da tersinden soralım, halkın büyük desteğini almış bir başbakanı nasıl “halk üzerinden” korkutabiliyorlar?

Gizli belgeler ve kayıtlar… Evet, görünen o ki, gündeme “bomba” gibi düşecek epey malzemeleri var ellerinde. Bunu ben söylemiyorum. Yıllardır böyle bir oyun oynanıyor.

Evet, görünen o ki “dinlemenin gücü” devlet kademesini köşeye sıkıştırmış, resmen hapsetmiş durumda.

Evet, henüz o “gizli işler” ortalığa saçılmadı. Anlaşılan o ki, ellerinde Başbakanı uçuracak bilgi ve belgeler var.

Yok canım, hadi sende… Köyün delisi, akılsız işte, ne söylediğini bilmiyor, deyin bana. Bunu siz benden daha iyi biliyorsunuz. Çünkü “devletin içinde” ben değil, siz yaşıyorsunuz.

Herkes bu olan biteni görüyor, bu kanalları, videoları izliyor, bunları dinliyor. Özel görevli savcılarımız da bizden çok daha “önemli bilgilere, belgelere” tanıklık ediyorlar.

İyi de, bu ne iş?

Yalçın Küçük talimat verdi, yazı yazdırdı diye hükümete darbe oluyor da, açık açık seni sandığa gömeriz diyen, onu bunu dinleyen, gözetleyen (en azında iddia bu) bu adamlar kimin nesi, kimin adına ve hangi güçle sandığa gömmeyi garanti ediyorlar?

Başbakan, seçilmiş biri, perdenin önünde. Her an hesap verecek durumda. Dahası bütün faturalar ona kesiliyor. İyi de, perdenin arkasından konuşan bu adamlar kim? Başbakanı açıktan açığa tehdit eden, onu sandığa gömecek güçteki şu “cemaat” ve onu hesaba çekecek pehlivanlar nerde?

Bırak sormasını, soruşturmasını, açıktan açığa medyadan Başbakana tehditler yağdıran cemaati ağzına almaya dahi korkuyorlar.

Hadi gene soralım, bağımsız dediğiniz yargı bu mu?

Hatırlatırım size, formaliten dahi “Cemaate” bir tek soruşturma açamayan bir yargıdan söz ediyoruz.

Doğrudur, kural olarak yürütmenin her türlü eylem ve işlemi yargı denetimine tabidir. Buna “devlet sırrı” da dâhildir. Hukuk devletinin gereği budur. Peki, bu yeter mi?

Yani, anayasanıza soyut haliyle böyle bir hüküm koyduğunuzda hukuk devleti olduğunuzu iddia edebilir misiniz?

Bu denetimi yapacak yargıyı, siz alır yürütmenin boyunduruğuna sokarsanız, “idarenin her türlü eylemi ve işlemi yargı denetime tabidir” deseniz ne, demeseniz ne olur?

Yargı bağımsızlığından söz ediyorsanız, öncelikle ortada “elle tutulur bir yargı” yargı teşkilatı olmalıdır. İliklerine kadar yürütmenin boyunduruğuna girmiş bir yargı teşkilatı tüm haşmetiyle ortada dururken, elinize mum alıp yargı bağımsızlığını aramadaki komiklik ortada değil mi?

O halde, tek tek pratik “abesliklerle” uğraşacağımıza, Yargının bir bütün olarak nasıl teşkilatlandığına, şekillendirildiğine bakmamız gerekmez mi?

Son anayasa değişiklikleri yoluyla Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay gibi yüksek mahkemeler, Hakim-Savcıları bir bütün olarak “kucaklayan ve denetleyen” HSYK gibi kurum ve kurullar gene “hukuk içinde” iktidarın arzuladığı şekliyle formüle edilip, “sağlam” bir zemine oturtulmadı mı?

Bu “Anayasal ve yasal değişikliklerle” birlikte HSYK başta olmak üzere, Yargıtay ve Danıştay başkanlığı, daire başkanlıkları ve üyelikleri, keza yerel adli komisyon başkanlıkları, başsavcılıkları, özel yetkili mahkeme başkan ve üyeleri, özel yetkili savcılar “tazelenip”, yeniden belirlendi veya ek ilaveler yapılmadı mı? Böylece özellikle köşe başları “emin ellere” teslim edilmedi mi?

Özel Görevli Mahkemelerde görev yapan ve sırf şüphelileri “salıveriyor” diye hâkimler görevlerinden alınmadı mı, başka yerlere sürülmedi mi?

Uzatmayalım, Özel Görevli Mahkemelerin şu anki halini soruyorum. Bu mahkemeler başında Adalet Bakanının bulunduğu ve Bakanlık Listesiyle Seçilmiş Üyelerin görev aldığı HSYK tarafından “özel olarak” yeniden yapılandırılmadı mı? Bugün için Özel Görevli Mahkemelerde görev yapan hâkim-savcılar hakkında kamuoyunda doğru veya yanlış belli bir “önyargı” söz konusu değil mi?

O halde tam da burada bir daha soralım… Baştan aşağıya, aşağıdan yukarıya idarenin, yürütmenin hükümranlığı altına girmiş bir yargının nesinden söz edeceksiniz, bu yargının neresinde “bağımsızlık” arıyorsunuz?

Yargının genel olarak mevcut yapı içinde bağımsız olmadığını biliyoruz, bu tartışmasız biçimde ortada…

Özel Görevli Mahkeme ve Savcılıkların, zaten genel olarak bağımsız olmayan bu yapı içindeki "özel" durumu ve bugüne kadar sergiledikleri pratikteki, üstlendikleri işlevleri, atama, terfi durumları ve bunun yürütme bağlamındaki yeri vs. düşünüldüğünde bu yapıların yargı içinde gerçekten "özel ve bağımlı" bir yeri olduğu tartışmasız biçimde ortaya çıkmıyor mu?

Keza bu mahkemede görev yapan hâkim ve savcıların son dönemde nasıl seçildikleri ortada. O halde, daha baştan rotası belirlenmiş olan bu yapıların sırf adı mahkeme veya savcı- hâkim diye mi, yargı bağımsızlığı çerçevesinde değerlendirip söz edeceğiz? Yargı teşkilatının nasıl şekillendirildiğinin hiç mi önemi yok?

Daha açık söyleyeyim, açıkça yürütmenin boyunduruğu altına girmiş biçimde, şu veya bu gücün telkini, yönlendirmesiyle soruşturma ve yargılamalara imza atmış bir yapının neresinde, hangi iş ve işlemlerinde hukuka uygunluk veya bağımsızlık arayacağız?

Bu yapı, Özel Görevli Mahkemeler toptan lağvedilmelidir. Bu mahkemeler, savcılıklar derhal kaldırılmalıdır demek varken, tutup sırf "teorik" bir yaklaşımla bunların "bağımsızlığı" üzerinde durmak nasıl izah edilebilir? Böylesi bir yaklaşımın kabul edilebilir olması için bir defa ortada bu yapılarla ilgili gerçekten yürütmenin boyunduruğu dışında şekillenmiş "kabul edilebilir, sindirilebilir, elle tutulur" ortalama bir yargı teşkilatından söz etmemiz gerekmez mi?

Ortada böyle bir yargı teşkilatı yokken, iktidar güçleri arasında çıkan kavganın içinde yer almış bir yapının bağımsızlığından dem vurmanın anlamı nedir?

Yargı bağımsızlığından söz etmek için ortada ilkin hukuk devletine yakışır "ortalama” bir yapıdan, yargı teşkilatından söz etmemiz gerekir. Daha sonra hukuk devletinin gereklerine göre şekillenmiş bu yapı içinde gene “ortalama” bir hâkim-savcı teminatına, bağımsızlığına sahip görev yapan kişi ve kurullardan söz etmemiz gerekir. İlki olmadan, bireysel kahramanlıkların yargı bağımsızlığı olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.

Doğrudur, tabelaya bakarsak DGM'ler gibi Özel Görevli Mahkemelerin tabelasında da "Mahkeme" yazıyor. Ancak bu yapıların bugün önümüze koyduğu enkaza bakıp artık bu tabelayı oradan derhal sökmemiz gerekiyor. Çünkü bu yapılar bu haliyle yargıyı temsil edecek düzeyde değildir. Bunu söylemek için bu yapılara yapan atamaların nasıl yapıldığını bilmek yeterlidir. Hukuk devletinde bu tür atamaların nasıl yapıldığının da önemi yoktur. Yalnız başına bu ihtimalin varlığı dahi bu mahkemeleri “hukuk dışı” yapar. Zira bu ihtimalin varlığı başlı başına yeterlidir. Artık tek tek kimin nereye atandığının bir önemi yoktur.

Sonuç olarak, O Savcı şunu, şu mahkeme veya hâkim bunu yaptı gibi “ilkel ortaçağ hukukunun” mecrasından çıkıp, gerçek manada hukuk devletine yakışır bir yargı teşkilatına sahip çıkmak için öncelikle ve ivedilikle Özel Görevli Mahkemelere toptan karşı koymak gerekiyor. Aksi halde Özel Görevli Mahkemelerin süreç içinde yarattığı ve yaratacağı enkaz altında hepimiz ezilip kalacağız.
 
Av.Ali Musa SARIÇİMEN
Av. Ali Musa SARIÇİMEN | Tüm Yazıları
Hits: 2218