SABAHIN SOLUĞU

~ 09.02.2012, Av. Muazzez ÇÖRTELEK ~
Günlük yaşamımızı, lunaparklardaki çarpışan otomobillere benzetiyorum, iyimser bir yaklaşımla. İyimser diyorum, çünkü günlük yaşamımızdan farklı olarak, lunaparka giderek çarpışmaya karşı donanımlı bu araçlara binenlerin başlıca amacı eğlenmek yada o araçlara binerek küçük bir heyecan yaşamak isteyen çocuklarını neşelendirmektir çoğunluk. Eğlenme süresi bellidir, iradidir, parasını öder biner, düdük çalar, inersiniz; en fazla iki, üç tur yaparsınız pek tuhaf biri değilseniz. Benzetiyorum, çünkü yolu, izi, kuralı yoktur, her çarpışmada içi dışına çıkar insanların, ama herkes kendi iradesiyle gelmiş olduğundan ve bunun bir eğlence biçimi olduğunu bildiğinden kimse kimseye bir şey söylemez, gülüp, deşarj olup inerler otomobillerden. 
 
Günlük yaşamımıza biraz daha gerçekçi bir yaklaşımla baktığımızda ise durumun lunaparka göre çok daha iç karartıcı olduğu ortada. Örneğin ister kendiniz kullanın ister bir başka aracın içinde bulunun, trafiğin içinde yer aldığınız andan itibaren nasıl bir ülkede yaşadığınız tabak gibi anlaşılıverir. Gerek yaşadıklarımız, gerekse yönetenlerin yaşanan olumsuzluklara bulduğu çözümler hayranlık uyandırıcıdır.
 
Temel trafik kurallarından biridir, araçların düz çizgilerle ayrılmış yollarda belirlenmiş olan uygun bir hız ile giderken sinyal vererek bile olsa, şerit dışına çıkamayacağı değil mi?  Ama asla böyle bir şey yaşayamayız. Belki bu cümleyi okurken içlerinden güçlü bir “evet, evet” geçirenlerin bir bölümü de dahil olmak üzere, her yöndeki aracın sağdan sola, soldan sağa, hatta birkaç şeriti bir hamlede aşarak yolu darmaduman edivermesinde, genellikle de bu davranışından dolayı da herhangi bir yaptırım ile karşılaşmamasında hiçbir beis yoktur. Trafik polisleri tam da o sırada belki, hiçbir trafik kuralını ihlal etmeyen bir aracı çevirerek ehliyet, ruhsat kontrolü yapıyor olacaklardır.
 
Şerit ihlalleri öyle sıradan bir durumdur ki, araçlar hemen her zaman uygun olmayan bir hızla ve sadece kendini düşünen sürücüleriyle bir başka yöne direksiyon kırar, herkes birbirinin üzerine akar, bu arada kornalar çalınır, selektörler yakılır, eller, kollar arabaların camlarından çıkar, araçların içindeki insanların tansiyonları fırlar, kimse kimseye yol vermez, küfürler bazen duyulur, bazen duyulmaz, kendi yolunda akması gereken trafik, saç örgüsü misali birbirinin üstüne yığılarak tek kanal olup çıkar;  üstelik herkes haklıdır ve kimsenin canı kurala uymak istememektedir. Kurala uyanlar ise, bu hengamenin içinde kurallara uymuş olmalarının anlamsızlığı ile baş başa kalırlar. Toplum olarak bir güruh halinde böylesine şuursuz davranmamızın nedeni nedir? Cehalet mi? Akılsızlık mı? Vurdumduymazlık mı? Bencillik mi? Eğitimsizlik mi? Nedir?
 
Bu konularda özel, genel hükümler içeren yasalarımız var mı, var, hem de oldukça kapsamlı düzenlemeler. Ama yasalara uyma ve onları hukuk devletinin öngördüğü anlayış içinde uygulama iradesi var mı? Hukuk normlarını uygulamak, hukuk kurallarının uygulanmasını sağlamak, bu bilinci oluşturmak, yöneten iradenin görevlerinden biridir kuşkusuz. Diğer yandan, hukuk normlarını uygulamak bireyler açısından öğrenilebilir, akla dayalı bir süreçtir. Toplumumuzun bunu becermesi, doğru dürüst araç sürmesi, insan gibi ilişki kurması,  gerçekten de pek mi zordur?
 
Bakın, trafik kurallarının uygulanmasındaki sorunlar hakkında Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı hangi çözümleri öneren nasıl bir açıklama yapmış (*).Açıklama uzun, kısa bir alıntı yapıyorum. Başkan, “Konulmuş bir kurala uymadığı için birinin ölmesine neden olan kişinin, kasten adam öldürmüş gibi bir sorumluluk taşıdığını” belirterek “….yasaklanmış, kanunların izin vermediği bir şeyi yapan kişinin kanun nazarında büyük suç işlediğini, dini açıdan da bir hayata mal olanın cezasının çok büyük olduğunu, trafik kuralları, uyuşturucu kullanmak gibi konularda Emniyet Genel Müdürlüğü ile Din İşleri Yüksek Kurulu üyelerini bir araya getirip, bu konuları konuşacağız. İnsanımızı bu yönde eğitip, mesela kırmızı ışıkta geçmenin asla caiz olmadığını, bunu yaptığında bir kişinin hayatına mal olmuşsa, bu insanın aslında ömür boyu bunun vebalinden kurtulamayacağını ve aynı zamanda çok büyük bir ceza alması gerektiğini anlatacağız, bizim yapacağımız bu. Kanundan kaçabilirsin, ama Cenab-ı Hak bunun hesabını soracak” demiş ve devam etmiş, “Cana, mala mal olan, insanların hayatını karartan şeylerin dinen affedilmez kusurlar olduğunu söylemek rahatlıkla mümkün. Bu trafik kuralı da olsa, dinin yasak, haram kıldığı bir şeyi kullanmak da olsa böyle”. Hayrola sevgili ülkem, nereye?
 
Hukuk kurallarını uygulamak nice zor bir işmiş ki ancak dini vecibelerle harmanlanarak uygulanabilir bir hale dönüştü öyle mi? İyi niyetli bir yaklaşım bile olsa, hukuk kurallarını dinin normları ile öğretmeye, kutsala dair kurallarla insana dair değişebilir kuralları birbiriyle yarıştırmaya kalkmak, hukuk ile dinin bütünleştirilmesi gibi bir çabanın içine girmek, çağdaş hukuk sistemlerinde ve bir hukuk devletinde uygulanabilir bir yöntem midir? Bu ve benzeri birçok sorunun günümüz koşullarında artık anlamını yitirdiğini söyleyenler olacaktır biliyorum; haklı da olabilirler onu da biliyorum ama sormaya da, daha kötümser olanlarla şu küçük dizeleri paylaşmaya da devam etmek istiyorum izninizle.
 
Eski Kış (**)
 
Alevlerin alacakaranlığında
aydınlık elerini özlüyorum:
meşe kokan, gül kokan,
ve ölüm. Eski kış.
 
Kuşlar yem ararken, birden,
karın altında kaldılar;
sözcükler de öyle.
Biraz güneş, aylası bir meleğin,
sonra inen sis, ağaçlar ve biz,
sabahın soluğundan yaratılmış. 
 
 
(**)      Salvatore Quasimodo, İtalyan şair, (Çinden Peru’ya – Dünya Şiirinden Seçmeler, Cevat Çapan, Çan Yayınları,1966, s. 30 )
Av. Muazzez ÇÖRTELEK | Tüm Yazıları
Hits: 2732