İşçi Avukatlar

~ 12.11.2010, Av. Ayhan ERDOĞAN ~

Referandumla getirilen değişikliklerinin etkisini çeşitli yazılar yazarak değerlendirmeye çalışmıştım. Bu değerlendirmelerin temelinde, bu evrilmenin iktisadi temellerini ve buna dayalı olarak da üst yapı kurumlarında meydana gelen değişimleri ifade etmeye çalıştım. Bu değişimin Kara Avrupası Hukuku olarak tanımladığımız ‘Kuvvetler Ayrılığı’ sisteminden Anglo-Sakson hukukuna geçişte kavramların ve kurumların üzerindeki etkilerini ele alarak başladığım değerlendirmeye devamla, bu kez avukatlar üstündeki etkileri üzerine yazmak farz oldu.

Avukatlık mesleğinin konumunun Kuvvetler Ayrılığı sistemi ile Hukukun Üstünlüğü kavramıyla izah edilmeye çalışılan Anglo-Sakson sisteminde aynı olmadığı açıktır. Kuvvetler ayrılığı sisteminde ‘yürütme’ ve ‘yasama’ dışında bir güç olarak tanımlanan yargı, sınıfsal bir temeli olmamakla birlikte, sınıf mücadelesinde pat kalan Kral-Soylular ittifakı ile Burjuvazi-Emekçiler cephesinin arasındaki dengenin tezahürü olarak bağımsız bir konum kazanmıştı. Bu bağımsızlık yargısal faaliyet içinde yer alan Avukatlık mesleği açısından da sürecin bir zorunluluğu olarak sunulmuştur.

Yargı bağımsızlığı, sınıflar arasında kurulan bu uzlaşmada çıkabilecek olası ihtilafları çözerken her iki grubunda etkisinden uzak kalması adına sağlanmış bir imtiyazdı. Bu nedenle de Avukatlar efendilerinin olmadığını ve köle çalıştırmayacaklarını ifade eden bağımsız konumlarını ifade etmeye çalışmışlardır.

Ancak iktisadi olarak gelişen sürecin reel sosyalizmin çöküşüne neden olması sebebiyle, meydan uluslararası tekellere kalmıştır. Dolayısıyla ‘kuvvetler ayrılığı’ sistemindeki farklı sınıfların varlığının yerini bu dönemde uluslararası tekellerin tek başlarına bir güç olması alınca, iktidarı paylaşacak başka bir güç tekellerin karşısında olmamıştır. Bu nedenle uluslar arası tekeller iktidarı paylaşmak yerine tüm iktidara sahip olmayı tercih etmiştir.

Ülkemizde de ‘kuvvetler ayrılığı’ esasen tam olarak sınıflara dayanmaktan ziyade Cumhuriyet’in kurucusu felsefesine yönelik olarak 1960 ihtilali ile getirilmiş bir uyarlamadır. Tabii ki sınıflar mücadelesine ve sınıflara dayanmayan bu ‘kuvvetler ayrılığı’na öykünme zorunlu olarak bizde bürokrasiye dayanmıştır.

Ulusalcıların en büyük handikabı, ‘Kuvvetler ayrılığı’nın esasını oluşturan milli burjuvazi ve işçi sınıfının örgütlenmesi yerine askeri ve sivil bürokrasinin konulması olmuştur. Yani bizdeki ‘kuvvetler ayrılığı’nın varlığının sınıflara değil bürokrasiye dayanmakta olması sebebiyle, uluslararası tekellerin ülke yönetiminde yürütme dışındaki başkaca güçlerle iktidarı paylaşmak istememesi ülkemizde referandum ile Anayasa değişikliğini gündeme getirmiştir. İktidarın artık ‘yasama’dan sonra ‘yargı’yı da denetleyebilecek konuma gelmesiyle değişim(!) tamamlanmıştır.

Referandumda mesele bizi söz konusu değişimin önceki dönemden ileriye götürüp götürmediği ile ilgilidir. Öncesi ile ilgili kısaca yukarıdaki eleştirileri yaparak bugüne gelmek gerekmektedir. Öncesinde şekilde de olsa kuvvetler ayrığı ilkesinin getirdiği egemenliğin parçalanması hali bu değişimle ortadan kalkmıştır. Anayasa değişikliği sonrası gerek Anayasa Mahkemesi’nde gerekse HSYK’ daki durum esasen bu değişikliği destekleyen hakim ve savcılar için de bir hayal kırıklığı olmuştur. Bu hayal kırıklığı boşunadır. Bu tutum değişikliğin zorunlu sonucudur.

Avukatlara gelince, yargının yürütmeye tümden bağımlı hale getirilmesini içeren değişikliğin kabulü sonucunda avukatların yargı sistemi içinde bağımsız kalacağını düşünmek mümkün değildir. Avukatların bu değişiklik sonrası önceden başlayan işçileşme sürecini bundan sonra daha süratli yaşayacağını görmeleri gerekmektedir. İşçileşmenin bir yönünün mesleki konumun değişimini içermesi nedeniyle, meseleyi bu yönüyle de ele alarak düşünmeliyiz.

Yargının yürütmenin denetimi altına girmesi, yargı bağımsızlığını ortadan kaldırırken avukatlık mesleğini de yeniden düzenlemektedir. Avukat yeni dönemde artık teknisyendir. Yargıç ve savcının bağımsız olmadığı bir sistemde avukatın bağımsız olamayacağı gerçeğini görmek gerekmektedir. Eski dönemin süjelerinin yeni dönemde hukukun öznesi değil nesnesi olmaları durumuyla karşı karşıya oldukları gerçeğini görmemiz gerekmektedir. Teknisyen olan avukat artık önceden belirlenen usulü işlemleri yerine getiren bir ara elemandan başka bir şey olmayacaktır. Bazı avukatlar belirli işleri yapmayı taahhüt edecekler ve bu taahhütlerini yerine getirmek için yanlarında avukat çalıştıracaklardır. İsterseniz bu yaptıkları işe kısaca ‘takip elemanı’ demekle yetinelim.

Bu dönüşümün iktisadi bir değişime dayalı olması sebebiyle, Anayasa değişikliğinden önce başlayan bir sürecin tamamlanması belirli bir zamanı içerecektir.

İşçi avukatlar bu süreçte ne yapmalı?

İşçi avukatlar açısından bulundukları durum hemen kesin kararlar vererek sonuçlar çıkartılacak bir süreci içermemektedir. Bu nedenle ‘tip sözleşme’ kısa süre için bir ‘ağrı kesici’ etkisi yapabilir. Ancak bu süreç içinde kamuda çalışan ‘bağlı avukatları’, büyük avukat bürolarında çalışan avukatları ve şirketler bünyesinde çalışan avukatları ele alarak bir değerlendirme yapmak gerekmektedir.

Bağlı avukatlar açısından Avukatlık Kanununun düzenlemesine aykırı olarak baroya kayıtlı olmadan avukatlık yapmaları ve disiplin hukuku yönünden ayrıca Devlet Memurları Kanunu veya benzeri kanunlara muhatap olmaları ele alınmalıdır. Ayrıca işveren vekillikleri durumu da dikkate alınarak bir değerlendirme yapılmalıdır.

İşçi avukat tanımı ile bağımsız bir meslek olmanın bir arada olamayacağı gerçeği karşısında, bu avukatların kendilerini nasıl ifade edecekleri ve nasıl konumlandıracakları meselesini tartışmak gerekmektedir. Esasen avukatlık mesleği artık bağımsız bir meslek olmaktan çıkmakta ve teknik bir ara sınıf olmaya evrilmektedir demekle meslek olmanın getirdiği özellikleri yitirmeye başladığını da söylemiş olmaktayız. O halde işçileşme süreci ile avukatlık mesleğinin meslek olmaktan çıkması süreci esasen iç içe yürümektedir. Süreç tamamlandığında patron avukat da esasen bu güne kadar anladığımız manada bağımsız bir mesleğin erbabı olmayacaktır. Olsa olsa mühendis çalıştıran müteahhit benzeri olacaktır.

Avukatlık sendikası

Avukatlık sendikası üzerinden de birkaç cümle etmek gerekmektedir. Meslek sendikacılığı gerek ülkemizde gerek dünyada her zaman tartışıla gelmiş bir meseledir. KESK’e bağlı sendikaların kurulması sürecinde aktif olarak yer almam sebebiyle 1990′lı yıllarda da ‘meslek sendikacılığı’nın bolca tartışıldığını ifade etmeliyim. Ancak hemen ifade etmeliyim ki, meslek sendikacılığı toplumsal hayata etkin bir müdahalenin önünü kesen bir örgütlenme modelidir. Bir işyerinde grevin başarıya ulaşmasının en önemli yolu o iş yerinde dolayısıyla o işkolunda tüm çalışanların işi bırakması ile ilgili bir tutumu zorunlu kılmaktadır. Meslek sendikacılığında bu hususun sağlanması neredeyse imkansızdır. Ayrıca aynı işyerindeki diğer emekçilerden kendilerini soyutlamayı getirir ki, bu sınıf dayanışmasının önündeki en büyük tehlikelerden biridir. Mevcut sendikanın bir platform olarak kullanılması amacıyla kurulduğu da söylenebilir, ancak bence adının platform olarak değiştirilmesinde bu nedenlerle yarar vardır.

Bu tartışmanın ÇAG içinde sınırlı tutulması doğru olmadığı gibi İstanbul’la sınırlı tutulması da doğru değildir. Dolayısıyla bu sürecin işçileşme, işveren vekilliği, sır taşıma, mesleğin bağımsız icra özelliği gibi tüm yönlerinin ele alınarak sonuçlandırılması gerekmektedir.

İşçileşmenin geri dönüşümü mümkün mü diye düşünülecek olunur ise meselenin temelinde iktisadi değişimin olmasını göz önüne almak gerekmektedir. Dolayısıyla bunun mümkün olmasının bir yolunun da iktisadi değişimin söz konusu olmasına bağlı olduğunu söylemeliyiz. Yani siyasi iktidarı alan gücün iktisadi hayata dair bazı değişiklikler yaratacak bir düzenleme yapması gerekmektedir.

Bu durumu gerçekleştirebilecek, halkta kabul görmüş etkin bir siyasi yapılanmanın varlığına en azından şu an yer vermek mümkün görünmemektedir.

(SolHaber 11.11.2010)

Av. Ayhan ERDOĞAN | Tüm Yazıları
Hits: 2181