ANKARA BAROSU BAŞKANI AVUKAT METİN FEYZİOĞLU'NUN "ANKARA BAROSU ULUSLARARASI HUKUK KURULTAYI 2012" AÇIŞ KONUŞMASI

~ 11.01.2012, Yeni Yaklaşımlar ~

 1-Türk toplumuna darbeler büyük zarar verdi. Sivil toplum örgütlenmeleri her seferinde büyük yaralar aldı. 1980 darbesinde siyasi partiler kapatıldı, toplumun zar zor oluşturduğu siyasi kültür silindi. Parti örgütlerinin dağıtılması, gençlik kollarının, kadın kollarının lağvedilmesi, devlet memurlarına ve üniversite öğrencilerine siyasi partilere üye olma yasağı getirilmesi bütün bir toplumu siyasetten uzaklaştırdı. Daha da vahimi, yeni yetişen nesillere siyaset ve siyasi partiler “toplum zararlısı” olarak tanıtıldı. Diğer yandan dernek kurma ve derneklere üye olma zorlaştırıldı, sendikal haklar kısıtlandı, sendikal örgütlenmeler budandı, üniversiteler YÖK aracılığı ile siyasi iktidara bağımlı kılındı, yargı HSYK eliyle siyasi iktidarın etkisine açık hale getirildi.   Sivil toplum örgütlenmelerinin bu denli zayıflatıldığı, üniversitelerin bilimsel özerkliğini yitirdiği ve sustuğu, demokratik protestoların önce polis tarafından sonra da yargı tarafından ağır şekilde cezalandırıldığı bir ülkede 4 yılda bir sandığa gidiyoruz diye demokratik bir düzen içinde yaşadığımızı sanmak tam bir hayal değil mi?

2- Bu ülkede insanlar haklı bir paranoya yaşıyor. Neredeyse simitçiler çaycılar bile telefonunun dinlendiğinden şüpheleniyor. Gerçekler kadar algılamalar da önemlidir. Toplumda böyle bir algılama varsa, bu algılamayı giderme sorumluluğu siyasi iktidardadır. “Yargıya güvenelim” veya “Bu korkuları birileri maksatlı olarak yayıyor” şeklinde geçiştirmelerle, topluma güven duygusu aşılanamaz. Resmi rakamlara göre 70 binin üstünde kişinin telefonu dinleniyor. Herkesin 3 ay içerisinde ortalama 100 farklı kişi ile konuştuğunu düşünürseniz 7 milyon kişinin telefonu dinleniyor demek. Bu da ülke nüfusunun 1/7’sine denk geliyor. Gayri resmi dinlemeleri hesaplamanın imkanı bile yok. En acısı, bir şekilde tehdit unsuru olarak görülen kişilere ait olduğu ileri sürülen özel görüşmelerin ve görüntülerin internette ya da basında dolaşıma çıkarılmasının artık mutad kabul ediliyor olması. Topluma yol göstermesi, öncülük etmesi beklenen saygın kişiler dahi bu kaydı kim, hangi hakla yaptı diye sormak yerine “özel hayata saygımız sonsuz ama…” diye başlayan ikiyüzlü cümleler kuruyorlar. Bu, suça ortak olmaktır. Kimin kaydettiği belli olmayan, suç teşkil eden bir kasetin içeriğinin doğru olduğunu varsayarak insanları nasıl siyaseten linç edersiniz!

3- Türkiye’de, iddia ediyorum, tutuklamaların %99’u evrensel hukuk standartlarına aykırıdır. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, Anayasanın, Ceza Muhakemesi Kanunun emredici hükümlerine rağmen tutuklama kararlarında gerekçe yer almaz; kanunda yazılı soyut ifadelerin mahkeme kararına yazılmasıyla iş geçiştirilir. Tutuklanan kişi, kararda gerekçe yazmazsa niçin tutuklandığını nereden bilecek ve nasıl savunma yapacak? Zaten tutuklama maalesef peşin verilen keyfi bir ceza şeklinde uygulanıyor çoğu zaman. Suçsuzluk karinesi ne yazık ki yalnızca Anayasada yer alan hoş bir sedadan ibaret. “Birine 100 TL borçlusun” dendiğinde, “İddia eden ispatlasın” diyebilen toplum, “Suçlusun” dendiğinde, kişinin suçsuzluğunu ispatlamasını bekliyor. Kişi özgürlüğü, kişinin değeri işte bu kadar ucuz. Ben Ergenekon diye bilinen sürecin, bu anlamda, toplumsal bir silkinmeye yol açacağını umut ediyorum. Yıllardır Anadolu insanının çektiği çile, adliyelerde yaşadığı sıkıntı maalesef bu vesile ile basının gündemine geldi ve böylece toplum, savunma hakkını, suçsuzluk karinesini, tutuklamanın sadece bir tedbir olduğunu olumsuz örnekleri görerek öğrendi. Keşke öğrenme süreci olumlu, çağdaş, güzel örneklere dayansaydı.
 
4-Bugün Özel Görevli Ağır Ceza Mahkemeleri adıyla Devlet Güvenlik Mahkemeleri aynen devam ediyor. Mahkemede gerçek aranır, adalete ulaşılmaya çalışılır. Bir mahkeme, bireye karşı devleti korumak amaçlı kurulamaz. Devleti veya iktidarı korumak amaçlı kurulan mahkemeler orta çağın engizisyon mahkemelerinin devamıdır. Geldiğimiz noktada, özel görevli savcılar ve mahkemeler, Anayasa’nın 148. maddesinde sayılan makamlardaki kişileri de, Anayasa’nın Yüce Divanı ve Yargıtay Başsavcısını görevlendiren emredici açık hükmünü görmezden gelerek soruşturmaya ve tutuklamaya başladı. Bu hukuksuzluk, bütün tevil etme çabalarına rağmen çuvala sığmayacak kadar vahim ve tehlikeli. Çünkü artık Anayasa’nın 148. maddesinde sayılmış olan başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, TBMM Başkanı, bakanlar kurulunun bütün üyeleri, Yargıtay ve Danıştay’ın başkan ve üyeleri, HSYK’nın başkan ve üyeleri ve sayılan diğer herkes, özel görevli bir savcı tarafından soruşturulabilir, özel görevli bir mahkeme tarafından tutuklanabilir hale geldi. Bu, yasama, yürütme ve yargının üzerinde 4. kuvvet olarak “özel görevli savcı ve mahkeme birliği”nin yerleşmesidir. 4. kuvvet, basın dışında bir kuvvet olursa o ülkede demokrasiden değil ancak faşizmden söz edilebilir.
 
5- Demokrasinin ilerisi gerisi olmaz. Az demokrasiden, çok demokrasiden söz etmek anlamsızdır. Demokrasi ya vardır ya yoktur. Bugün yaşadığımız, bir demokrasi illüzyonudur. Referandum’da yargıyı baştan sona şekillendiren hükümler oldu bittiye getirilip geçirildi. Açıkçası “evet” diyen de “hayır” diyen de neye oy verdiğini anlamadı. Oysa toplumun gelecek 100, 150 senesini, daha doğmamış çocukların geleceğini etkileyecek değişikliklerin ne anlama geldiğini tarafsız bir şekilde anlatmak siyasi iktidarın göreviydi. Siyasi iktidar bu sınavı geçememiştir. Referandumdan evet veya hayır çıkmasından söz etmiyorum. Siyasi iktidarın, demokrasinin temel gereklerini yerine getirmediğini anlatmaya çalışıyorum.
 
6- Türkiye’de basın özgürlüğü kalmamıştır. Düşüncesini açıklayan onlarca gazeteci sonu ne zaman geleceği bilinmeyen ucu açık soruşturmalarda tutuklanmıştır. Gazeteler, televizyonlar, radyolar oto sansür uygulamaya zorlanmaktadır. Vergi denetimleri, ceza soruşturmaları, mülki amirlerin uygulamaları basın üzerinde büyük bir baskı yaratmaktadır. Ankara ve İstanbul’dan çığlıkları duyulmayan yerel basın “Ya biat et ya yok ol” ikilemi arasında bırakılmıştır. Basın özgürlüğünün bulunmadığı bir ülkede aslında düşünce özgürlüğü yoktur. Basın, insanların düşüneceği, tartışacağı verileri sunmaz ise biz nasıl düşünebiliriz? Deniyor ki “istikrar” var. Düşünce özgürlüğünün olmadığı yerde istikrar olur mu hiç! Basın özgürlüğünün yok edildiği, insanların siyasi iktidarı eleştirmekten korktuğu bir ülkede, kişi, istikrarın olmadığını, ancak işten atıldığında, aç kaldığında, sokağa düştüğünde, haksız yere tutuklandığında anlar. Anlamasına anlar da çok geç olur! Bakınız, Türkiye’de basın özgürlüğünün olmadığına inanmıyorsanız, Gazetecilere Özgürlük Platformunun davetlisi olarak Türkiye’ye gelen 8 uluslararası basın örgütünün yöneticisini dinleyin. Onlar söylüyor “Türkiye’de basın, siyasi iktidarın baskısı altındadır” diye. “Amerika, Avrupa güzel şeyler söylediğinde dinlerim, eleştirdiğinde ‘sen kim oluyorsun’ derim” olmaz. Anadolu insanı, evrensel standartlarda bir demokraside yaşamaya layıktır. Hiç kimse, bu hakkı bizden alamaz.
 
7- Demokrasinin korunması adına orduya güvenmek kadar anlamsız, çelişkili bir şey olamaz. Bünyesinde demokrasi olmayan bir kuruma demokrasi emanet edilemez. Demokrasi adına darbe istemek kadar çelişkili bir düşünceyi aklı başında kimse kabul edemez. Demokrasinin koruyucusu, sivil toplum ve siyasi partilerdir. Ancak sırf ezmek, yok etmek, belini kırmak düşüncesi ile orduya saldırılamaz. “Dokunulmazlara dokunduk” demek, marifet değildir. Marifet, dokunulması gerekenlere dokunabilmektir. Bugün Türkiye’de sivil toplum susmuştur; üniversiteler susmuş ve susturulmuştur. Basın susturulmuştur. Yargı, yüksek yargı dahil olmak üzere siyasi iktidarın etkisine açık hale getirilmiştir. Öyleyse demokrasi için, hukuk devleti için, özgürlük için siyaset demokratik bir çözümü el birliğiyle üretmek, ortak akla ulaşmak zorundadır. Bu noktada ilk görev Sayın Cumhurbaşkanına ve Sayın TBMM Başkanına düşmektedir.
 
8-Biz hiçbir zaman umudumuzu kaybetmedik. Umudunuzu kaybettiğiniz gün mücadeleyi bırakmanız gerekir. Her sabah yeni bir umutla kalkıyoruz, güne heyecanla başlıyoruz. Huzurluyuz; çünkü ülkemizin insanları için, çocuklarımızın geleceği için başta yönetim kurulumuzun her biri can dostum olan dava arkadaşlarımızla, halka halka milyonları bulan özgürlüğe susamış kitlelerle birlikte mücadele ediyoruz. Umudumuzu hiçbir zaman kaybetmedik. Anadolu’nun her köşesine gittik. Öyle protokol gezileri değil;  biz daima halkın içindeyiz. Bazıları “halka inmek” derler ya. Halkı tanırsanız, halka inmeye değil, halkın seviyesine çıkmaya uğraşırsınız. İnsanlara değer vermeyen, insanlardan öğrenmeye açık olmayan bir kişi, topluma hizmet etmeye kalkışmasın. İnsanı seven, halka hizmet etmek isteyen kişi, kendisiyle birlikte, çalışanlarla topluca hedefe kilitlenmek zorundadır. Hedefine kilitlenen başarır. Ekip çalışması, herkesin birbirini desteklemesini gerektirir. Birbirimizi aşağı çekerek hiçbir yere varamayız.     
 
9-Yeni Anayasa çalışmalarını yakından takip ediyoruz. Komisyonlarımızı aylar önce kurduk. Ancak endişemiz şu: Değişiklik isteyen siyasi partiler neyin nasıl değişmesini istediklerini bir türlü masaya koymadılar. Anayasa değişikliği bir pazarlık gibi yürütülmez; (a) planları, (b) planları olmaz. Herkesten tam bir samimiyet beklemek hakkımız var.
 
10. Başkanlık sistemi Türkiye açısından bir felakettir. Başkanlık sisteminin, ABD dışında demokratik sonuçlar doğurduğu hiçbir ülke yoktur. ABD dışında uygulandığı bütün ülkelerde başkanlık sistemi diktatörlüklere yol açmıştır.
 
11. Son olarak Avukatlık Kanunu değişikliği gündemdeyken ve Ankara Barosu’nun bu sürece somut ve etkili katkıda bulunma gayreti, yaptığımız bütün çalışmalar ortadayken, Hukuk Kurultayı’nda bir oturumun bu konuya neden ayrılmadığı bazılarınca sorulabilir. Kurultayımızın başlığı “Hukuk Devleti ve Demokrasi”dir. Avukatın olmadığı, avukatın ekonomik yönden bağımlı, hukuki yönden güçsüz, fiilen de etkisiz kılınmak istendiği, kadı sisteminin yeni yüzü avukatsız bir arabuluculuğun dayatıldığı, yabancı avukatlık ortaklıklarının serbestçe faaliyet göstermesine izin verilmesine gayret gösterildiği, avukatlık stajının Adalet Bakanlığı gözetiminde yapılması yoluyla uslu avukat modelinin yaratılmak istendiği bir süreç, hukuk devleti ve demokrasiyle ilgili değil midir?
Avukatın olmadığı, sistemden dışlandığı bir hukuk/devlet/toplum düzeninde hukuk devleti ve demokrasi olmaz; böyle bir yerde hakim ve savcılar cüppe giymiş bürokratlara dönüşürler.
 
Şu halde konusu Hukuk Devleti ve Demokrasi olan bir kurultayın her günü, her oturumu, her konuşması aslında avukatlıkla ilgilidir. Yeter ki belirli pozisyonlarda görev yapan kişiler, avukatın ve baronun işlevini bilsinler; içlerine sindirsinler; yeter ki avukatlığın, hukuk devletinin,  demokrasinin dışında başka amaçlara hizmet etmesinler, avukatlarla el ele versinler ve avukatlığı merkez alarak, hukuk devleti ve demokrasi mücadelesinde etkili bir yürüyüşe çıkmaya karar versinler.
 
Ankara Barosu Uluslararası Hukuk Kurultayı’nın ülkemize ve dünyadaki tüm hukukçulara faydalı olmasını diliyor, tüm katılımcılara ve dinleyicilere ve Kurultayımızı yapmamızda bize büyük destek olan sponsor kuruluşlara ve Av. Faruk Erem, Av. Eralp Özgen, Av. Özdemir Özok gibi efsanevi başkanların elinde yükselmiş olan Türkiye Barolar Birliği’nin kurumsal kişiliğine en içten teşekkürlerimi sunuyorum.
 
Avukat Metin FEYZİOĞLU
ANKARA BAROSU BAŞKANI
Hits: 1625