İran için vakit çok geç (Davutoğlu için de...)

~ 08.01.2012, Kadri GÜRSEL ~

İran’a karşı şimdiye kadar tasarlanmış en radikal ekonomik ve mali yaptırımlar Batı ittifakı tarafından önümüzdeki aylardan itibaren uygulanmaya konmak üzere.
AB, İran’dan petrol ithalatını durdurmak için harekete geçti. Bu konuda nihai kararın en erken ocak sonunda alınması bekleniyor.
ABD Başkanı Barack Obama, İran Merkez Bankası ile işlem yapan şirketler ve bankalar gibi üçüncü taraflara yaptırım öngören bir Kongre kararını geçen hafta onayladı.
İran Merkez Bankası, ülkenin petrol gelirlerinin toplandığı tek istasyon ve dünya petrol ticaretinde geçer akçe Amerikan Doları. Bu hususlar ABD’ye benzersiz bir denetim ve yaptırım imkânı sağlıyor.
Amerikan yaptırımı tam kapasiteyle uygulanır hale geldiğinde ki bunun için altı aylık bir süre öngörülüyor, İran, petrol ihracatında ciddi sorunlarla karşı karşıya kalacak ve petrol gelirlerine bağımlı ekonomisi bu durumdan ağır biçimde etkilenecek.
AB ve ABD’nin yaptırımları, üçüncü taraflara İran’la ilişkilerini kesmek için yeterli zamanı tanımak açısından elbette ki aşamalı olarak icra edilecek.
Diğer taraftan İran, Türkiye’nin çok önemli bir ticaret ortağı... Türkiye petrolünün yüzde 30’unu İran’dan ithal ediyor. İki ülke arasındaki toplam ticaret hacmi 2011’de 15 milyar dolar seviyesine yaklaşmış idi.
AB’nin yaptırım kararı tabii ki Türkiye’yi bağlamaz ama ABD’ninki kötü etkiler. Bu bakımdan Türkiye’nin, İran Merkez Bankası’yla işlem yapan bankalarını ABD yaptırımlarından muaf kılmak için Washington nezdinde girişimlerde bulunuyor olması mantık icabıdır.
Bundan bağımsız biçimde, Batı ittifakını kendisine karşı yaptırımdan caydırmak maksadı ile İran’ın dünyayı Hürmüz Boğazı’nı kapatmakla tehdit etmesi ve tüm bunların neticesinde bölgede artan sıcak çatışma ihtimali, daha şimdiden petrol fiyatlarını artırıcı bir gerilime neden olmaya başladı. Tek başına bu bile Türkiye’nin ciddi biçimde endişelenmesi için yeterli.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun geçen çarşamba Tahran’a yaptığı iki günlük ziyareti her şeyden önce bu bağlamda değerlendirmek gerekir.
Ve nihayet, bütün bu gerilimin kaynağında İran’ın gizli nükleer silah programı var.
Ambargo ve yaptırımların amacı da İran’ın canını azami derecede acıtmak ve böylece uranyum zenginleştirmeyi ve silah programını durdurmasını sağlamak... Dolayısıyla bu ambargo ve yaptırımların gündemden düşmesinin yegâne koşulu, İran’ın söz konusu faaliyetlerine hemen şu anda son vermesinden başka bir şey değil.
“İran’la önkoşulsuz müzakere”, miadı dolmuş, hükmü kalmamış bir kavramdır. Uranyum zenginleştirmeyi durdurmasını önkoşul olarak getirmeyen herhangi bir müzakere formatı, uluslararası gözlemcilerin öngörüleri doğrultusunda, İran’a nükleer eşik ülkesi olmak için gereken asgari beş-altı aylık son derece kritik zamanı kazandırmaktan başka bir amaca hizmet etmeyecektir.
2009’un ekim ayında İran’ın 1200 kilo düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyum (LEU) stokuna sahip olduğu tahmin ediliyordu. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın (UAEA) Kasım 2011 tarihli son raporunda ise bu miktarın 4922 kiloya yükseldiği belirtildi ki uzmanlara göre bununla en az dört adet nükleer silah imal etmek mümkün.
Sayın Davutoğlu’nun Tahran’da edindiği, “İran tarafının müzakerelerin yeniden başlatılmasında mutabık olduğu” yolundaki izlenim, işte bu nedenlerden ötürü boşlukta kalmaktadır.
UAEA’nın son raporunun ışığında artık görülmesi gereken şudur: İran bir nükleer eşik ülkesi olmaya doğru ilerlemektedir. 2012’nin ikinci yarısı bu açıdan en kritik dönem olacaktır. Önümüzdeki dönemde İsrail’in İran’ın nükleer programını hedef alan bir saldırı düzenlemesi ihtimali de buna bağlı olarak ciddi biçimde artıyor.
Yumurtanın kapıya dayandığını idrak eden Batı ittifakının ilk kez İran’ın petrol ihracatını hedef alan bu tek taraflı ağır yaptırımları önümüzdeki birkaç ayda İran’ın nükleerleşmesini durdurabilirse, İsrail’in de saldırmaktan alıkonulmasına hizmet edecek. Diğer taraftan, bu yaptırımlar henüz kuvveden fiile geçmeden görüldüğü gibi Basra Körfezi’ndeki çatışma dinamiklerini de kışkırtıyor.
Türkiye’nin İran açısından önemi yine artıyor. Türkiye için de İran’la her şeye rağmen konuşabildiğini üçüncü taraflara göstermek önemli. Ancak bütün bu hususlar, Tahran’ın Ankara ile stratejik çıkar çatışması içine girdiği Suriye ve Irak’ta yumuşayacağı beklentisine yol açmamalı.
Büyük denklemde, Türkiye ve İran’ın 2009-2011 döneminde sahip oldukları manevra alanları yok artık. İki taraf da sermayelerini ve dolayısıyla çoklu seçeneklerini büyük ölçüde tüketmiş durumdalar.
Bölgede büyük bir kırılmaya doğru yol alıyoruz.

(Milliyet)

Kadri GÜRSEL | Tüm Yazıları
Hits: 1538