2011'in Değerlendirilmesi...

~ 04.01.2012, Alev COŞKUN ~

Telefon dinlemeleri, bilgisayardaki yazıların ele geçirilmesi, yayımlanmamış kitapların düşünce suçu kapsamında değerlendirilmesi bir “korku toplumu” ve bir “suskunluk” yaratmıştır. İleride bugünlerin tarihini yazacak olan siyasal tarihçiler, kanımızca özellikle bu “korku ve suskunluk” olgusu üzerinde duracaklardır.


2011 yılı Ortadoğuda ve Türkiyede hareketli geçti. Biten yılın iç ve dış politika yönünden makro düzeyde bir bakışla özetini vermeye çalışacağız.

2010 yılının son aylarında, CHPde daha önce başlayan güçler savaşı sona eriyor, Baykal-Sav ikilisinin egemen olduğu Parti Meclisi Kılıçdaroğlunun etkinliğine geçiyordu.

2011 yılının ilk aylarından itibaren iç politika ısınmaya başladı. AKP iktidarı, öncelikle 2010 yılında yapılan referandum sonuçlarına dayanarak Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulunun yapısını tamamen değiştirdi.

Nisan ayında, Ergenekon ve Balyoz davalarına paralel yeni bir Odatv iddianamesi ortaya çıktı. Yeni tutuklamalar başladı. Nedim Şener, Ahmet Şık, Soner Yalçın, Yalçın Küçük ve birçok gazeteci tutuklandılar.

Bu tutuklamalar, liberal yazarlarla AKP iktidarını ilk kez karşı karşıya getirdi. Yetmez ama evet diyenler ilk kez AKP iktidarını sorgulamaya başladılar. Hatta kendilerinin kullanıldığını yazanlar oldu. Taraf gazetesinde yazdığı yazı için Başbakan Erdoğan, Ahmet Altana 50 bin TLlik manevi tazminat davası açtı. Baba Çetin Altan bu durumu nankörlük olarak tanımladı. Şener ve Şıkın tutuklanmasıyla gelişen yeni durum, AKP-liberal aydınlar arasındaki kırılma noktasını simgeliyordu.

Genel seçimler

Kuşkusuz 2011 yılının iç siyaset açısından en önemli olayı 12 Haziran 2011de yapılan genel seçimlerdir.

AKP yüzde 50ye yakın oy olarak 3. kez iktidarını perçinledi. Oy oranı yükselmekle birlikte milletvekili sayısı 341’den 327ye düştü.

Oysa AKP seçim sonuçlarıyla, temel olarak Mecliste anayasayı tek başına değiştirecek sandalye sayısına ulaşmak istiyordu. Bu durum gerçekleşmedi.

Seçime Yeni CHP sloganıyla giren ana muhalefet partisi, oylarını yüzde 26ya yükseltti, Meclisteki sandalye sayısını da 101den 135e çıkardı.

Siyasal iktidarın, basın, TV ve güçlü halkla ilişkiler ağı karşısında CHPnin seçimlerde aldığı bu sonuç hiç de küçümsenemez. CHP bu seçimlerde kendisine verilen oyların sayısını 3.5 milyon artırdı ve12 Eylül 1980den bu yana en yüksek oy oranını yakaladı.

Ancak seçim öncesi CHP için beklentiler yüksek olduğu için, bu sonuçlar bir ölçüde burukluk yarattı.

MHP seçimlere bir serikaset skandalı gölgesinde ve zor koşullarda girdi. Aday listeleri açıklandıktan kısa bir süre sonra, patlak veren kaset skandalı nedeniyle partinin üst düzey 9 yöneticisi adaylıktan istifa etmek zorunda kaldılar. MHPnin 2007 seçimlerinde aldığı yüzde 14.3lük oy oranı yüzde 13ler düzeyine geriledi.

Aslında AKPnin temel seçim hedefi MHP seçmeninin oyunu alarak MHPyi yüzde 10 barajının altına düşürmek, böylece kazanacağı ilave milletvekilliğiyle Mecliste anayasayı tek başına değiştirmeye yeterli bir güce ulaşmaktı.

Başbakan bu nedenle, seçimlerde Türkiye üzerinde operasyon yaptırmam gibi milliyetçi sloganlara ağırlık vermiş, milliyetçileri etkileyerek MHP oylarına göz dikmişti. Ancak her türlü çabaya karşın AKP bu sonucu elde edemedi. Tarafsız kesimden ve CHPden MHPye oy kayması olduğu kamuoyu anketi yapan kuruluşlar tarafından belirtiliyor. Bilinçli seçmen, MHPnin Meclis dışında kalmasına razı olmadı. Sonunda MHPnin milletvekili sayısı 71’den 54e gerilese de grup olarak Mecliste yerini aldı.

Seçimlere 61 bağımsız adayla giren BDP, 35 bağımsız adayı seçtirmeyi başarmıştı.

Seçimlere girmesine Yüksek Seçim Kurulunca (YSK) izin verilen bağımsız Milletvekili Hatip Diclenin, seçimler sonrasında milletvekilliği yine aynı kurum (YSK) tarafından düşürüldü.

BDPden seçilen 5 milletvekili KCK davasından tutuklu oldukları gerekçesiyle, MHPden seçilen emekli General Engin Alan Balyoz davası ve CHPden seçilen Prof. Mehmet Haberal ve gazeteci Mustafa Balbayın Ergenekon davası nedenleriyle tutuklulukları sürdürüldü. Bu durum özellikle milli irade konusunda yıllardır duygusal konuşmalar yapan AKPyi tarih önünde soru işaretliduruma soktu.

Yeni anayasa

Meclis açılınca, ilk önemli olay, CHP ve BDPnin Meclise katılıp ancak yemin etmemeleri olayıdır. Seçilmiş oldukları halde salıverilmeyen tutuklu milletvekilleri için yapılan bu simgesel direnişten bir süre sonra vazgeçildi.

Yeni Meclisin birinci gündem maddesi, yeni anayasanın yapılması sürecidir. Bu konu ile ilgili olarak, Mecliste temsil edilen 4 parti, 3er temsilci göndererek Meclis Başkanı Sayın Çiçekin başkanlığında bir Anayasa Uzlaşma Kurulu oluşmasına katkıda bulundu.

Komisyon, çalışmalarını 2012 yılı sonuna kadar bitirmeyi planlamış bulunuyor. Ancak bu konuda ciddi bir sıkıntı baş gösterdi. Meclis Başkanı ne kadar gayret gösterip, özendirici konuşmalar yapsa da, anayasa için sivil toplum kuruluşları ve üniversitelerden yeterli katkı ve desteği bulamıyor.

Üniversiteler, sendikalar ve sivil toplum kuruluşları görüş açıklamaktan çekiniyorlar. Bu suskunluğun temel nedeni, yaratılan korku sürecidir”.

Telefon dinlemeleri, bilgisayardaki yazıların ele geçirilmesi, yayımlanmamış kitapların düşünce suçu kapsamında değerlendirilmesi, bir korku toplumuve bir suskunluk yaratmıştır. İleride bugünlerin tarihini yazacak olan siyasal tarihçiler, kanımızca özellikle bu korku ve suskunluk olgusu üzerinde duracaklardır.

Öte yandan YAŞ ve Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında toplantı oturma düzeninin değiştirilmesi çok önemli bir sivilleşme hamlesi olarak sunuldu.

Tutukluluk mu, ceza mı?

2011 yılında, Ergenekon, Balyoz I, Balyoz II ve Odatv davaları sürüyor, bu gidişle daha yıllarca süreceği de anlaşılıyor... Yüzü aşkın muvazzaf general ve amiralin tutukluluk durumları sürüyor. Tutukluluk sürelerinin bir ceza haline dönüşmesi sadece içeride değil, bütün dünyada eleştirilir bir durum yaratmış bulunuyor. Bir başka tartışma konusu, tutuklu gazetecilerin sayısıdır. Bu sayı gazete emekçilerine göre 96, siyasi iktidara göre 8dir. En sonunda Gazeteciler Cemiyeti, 8 gazetecinin içeride tutuklu olmasının bile çok büyük bir sayı olduğunu belirtmek zorunda kaldı.

Bu durumlar, AKPnin yıllardır en önemli sloganı ileri demokrasi kavramını içeride ve dışarıda tartışmalı bir noktaya getirdi.

Son aylarda, Cumhurbaşkanının görev süresinin 5 ya da 7 yıl oluşunun kesinleşmemesi, AKP içinde de tartışmalara neden oluyor.

Belirsizliği devam eden cumhurbaşkanlığı süresi, Erdoğan cumhurbaşkanı olursa AKPnin başına kimin geçeceği, yeni anayasanın içeriği, süren davalar ve tutukluluklar, Kürt realitesi ve anayasal gelişmeler ağırlıklarını 2012 yılında da sürdüreceklerdir.

Bir sonraki yazımızda 2011de dış politikada neler oldu, onun üzerinde duracağız.

(Cumhuriyet)

Alev COŞKUN | Tüm Yazıları
Hits: 1378