Faşizmin sıradanlaşması

~ 28.12.2011, Mustafa TOKDEDE ~
Sıradanlaşma; kelime anlamı olarak bayağılaşma, olağanlaşma anlamına denk düşüyor. Toplumsal olaylarda bir kavramın asıl değerini kaybederek yozlaşmaya, çürümeye başlaması yeni bir hal alması. İnsanın bu yeni duruma zamanla alışarak, şartlanarak hiçbir tepki göstermez hale gelmesi.
 
Aynı durumu  ünlü  Sovyet bilim adamı  İvan Pavlov laboratuvarda bir köpek üzerinde deneyimler. Köpeğin bulunduğu odanın zili birkaç kez çalar ama köpek tepki vermez. Sonradan et verilir. Köpeğin salyaları akar. Sonra et ile birlikte zil çalınır. Daha sonra et verilmediği halde zil çalındığında köpeğin ağzının suyunun aktığı görülür. Ancak et vermeden sadece zil çalarak süren deney bir süre sonra köpeğin zile tepki vermemeye başlamasına yol açar. Yani şartlı ya da şartlandırılmış refleks veya zil sesinin sıradanlaşması bu oluyor.
 
Peki, nasıl oluyor da faşizm bir ülkede güncel sıradan bir olay haline geliyor? En kötüsü de orada yaşayan halk bu sıradanlaşmaya farkında olmadan nasıl ortak oluyor?
 
Elbette faşizm nedir, nasıl oluşur konusuna girmeden kısada olsa kan kardeşi kapitalizmden bahsetmek gerekir. Aslında egemenler bu kelimeden hiç hoşlanmaz ve kullanmazlar. Akıllarınca kapitalizme piyasa ekonomisi diyerek onun talan, yağma ve sömürücü yüzünü korumaya çalışırlar. Ama yüzyılımızda kapitalizmin zulmü kapitalistleri de usandırdı, krizlerinin sıklaşması ve çözümsüzlüğü onları da yeni arayışlara yönlendirdi.
 
Kapitalist devletlerde işlerin iyi gittiği dönemlerde faşizm uykuya dalar. Günümüzde işler iyi gitmiyor. Aslında, krizlerin olmadığı bir kapitalizm düşünülemez. Halkın yaşam şartlarının zorlaştığı, iktisadi krizlerin patlak verdiği, sosyal çelişkilerin keskinleştiği, küçük bir mutlu azınlıkta servet birikimi artarken, emeği ile geçinen büyük bir kesimde  sefaletin arttığı dönemlerdir kriz dönemleri… Böyle dönemler, işçi, öğrenci, halk hareketlerini beraberinde getirir. Kapitalizm, böyle durumlarda düzenin devamını sağlayabilmek için kendine yeni nefes boruları açmak zorunda kalır. Faşizme başvurur.
 
Faşizm bulunduğu ülke ve şartlara göre sömürge tipi, kurumsal, gizli, açık bir çok biçimde görünür. Bilimsel bir tarifi olmasa da Dimitrov faşizmi şöyle tarif eder.  ‘’Faşizm, finans-kapitalin en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğüdür.” Faşizm, doğası gereği, bir yandan ''üstün ahlak ’tan’’ söz ederken, diğer yandan ahlaki düşkünlüğün çukurunda yaşar. 
 
Bu yazıda sıradan faşizme değineceğim. Faşizm, tavırlarını kullandığı dile yansıtırken, söze “ben” diyerek başlayarak  ötekini yaratır. Kendini üstün, ötekini aşağıda görür. Tıpkı Alman faşizminde olduğu gibi bütün iyilikler sadece Germen ırkına mahsus olurken, kötülüklerin anası Yahudi olmaktır. Bu anlayıştaki kişilerin ille de faşist bir örgütle organik bağının olması gerekmez. Bunlar, “vurun kâfire” seslerini duyduğu tarafa koşar, kime niye vurduğunun bilincine bile varmadan vurur ve adam öldürür. Bu yapıdaki insanlar bulundukları ülke burjuvazisi için vazgeçilmez cengâverlerdir. Yoksullukla, eğitimsizlikle, işsizlikle, sadakayla terbiye edilen bu kesime bir de vatan, millet, Sakarya,  hamasetini pompalamak sorunu çözer. Burjuvazinin ne zaman başı sıkışsa toplumsal muhalefeti bastırmak için bu tür faşist çeteleri ve katiller sürüsünü devreye sokar. Sonunda hepsi ‘’ne yaptıysak vatan için yaptık’’  diyerek kendilerini savunurlar. Faşizm, zorla gelir. Sonra o zoru herkes kabullenir ve herkes faşizmin kendisi olur; faşizm sıradanlaşır, içselleşir.  Ülke sınırlarını dikenli tellerle çevirerek kendi halkına savaş açar.
 
Bütün yollar faşizme mi çıkıyor?
 
Evet, nerede ekonomik, sosyal, siyasal çöküntü varsa,  çürüme orada, o kadar derin yaşanır.
Faşizmin sıradanlaştığı bir ülkede yalan, tahrifat, çarpıtma, yok sayma ve hurafeler kanıksanır. Sokakta her gün üç kadın öldürmek, 13 yaşındaki Mardinli  küçük kıza 26 erkeğin tecavüzü sıradanlaşır.  Cinsellik, görsellik, pornografi, taciz, giderek içselleşir.  Kültürel çözülme, yozlaşma çığırından çıkar.
 
İşçi öğrenci, memurların normal demokratik hakları protestolar lüks olur. Maraş ve diğer katliamlarda ölenlerinize ağlamak, anma törenleri yapmak suç sınıfına girer. Ülke genelinde sağlık emekçileri ile kamu emekçilerinin öncülüğünde gerçekleşen GREV devlet televizyonu tarafından görülmez ama katılımcı personele sorgulama başlar. Sansür, yanılsama ve yalan devreye girer. Düşünceye  pranga  vurularak emek ve insan karşıtı yasalar uygulamaya geçirilir. Mizah dergilerine konu olacak suçlamalar, düzmece operasyonlar, sahte delillerle büyük Türkiye hapishanesi kurulur. Akıl almaz tekniklerle suç üretilir, düşünmenin adı terör olur.
 
ABD’nin Türkiye’yi  kan gölüne çevirme projelerinden biri olan ve tamamıyla İsrail’i koruma amacı taşıyan Malatya’ya kurulması istenilen Füze Kalkanı anlaşması TBMM’den kaçırılarak imzalanır. Ülke emperyalistlere pazarlanırken siz öğrenci olarak, halk olarak yurdunuza sahip çıkarsanız akıbetiniz TV’lerde görüldüğü gibi karga tulumba götürülmek, biber gazı, polis copu ve son durağınız  zindan olur. Çünkü Faşizmin temel özelliklerinden biri ağır cezalar vermek, başkalarına ibret olsun diyerek korkutmaktır.
 
Öyle bir an gelir ki artık ölümler sıradanlaşır, en acısı da budur. Doğal hakkınız,  yaşamanız  için iki temel ihtiyaç olan ‘’hava ve su’’ elinizden alınmaya kalkılır. Bu projenin adı HES (Hidroelektrik Santral). Bu projenin adı suyunuzun borulara hapsedilerek havanızın zehirlenmesi. Bu projenin adı köylünün, üç-beş zengine feda edilmesi. Bu projenin adı 2007 santral için Anadolu’nun bütün dereleri satılarak, milyonlarca ağaç kesilmesi. Karadenizli yurttaş Kazım yıkım dozerlerinin önüne dikilmiş haykırıyor:  “Suyun sahibi olur mu? Ahmet’in Hasan’ın suyu  denir mi hiç, Orada bir su akarken, adamın biri oradan su alırken, ona alma içme diyebilir misin?’’
 
Faşizm, kolektif kötülüğe ihtiyaç duyan bir sistemdir.  Suç ve ceza kavramları değiştirilerek insanların hak araması,  yaşam alanları daraltılır. Neticede Faşizm; yurttaş Kazım’ın sesini keser, ona suyumu alma, havamı zehirleme dedirtmez. Böyle bir ortamda, tek bir insan bile, bu ülkede ırkçılığa ve faşizme dayalı kitlesel kırımlar, katliamlar yapıldığını kabul etmez.
 
 
Suçlu Kim?
 
Nazım Hikmet ‘’Dünyanın En Tuhaf Mahlûku isimli şiirini şu mısralarla bitiriyor. Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer - ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak - kabahat senin - demeğe de dilim varmıyor ama - kabahatin çoğu senin, canım kardeşim’’. Değerli okurlar Hitler faşizmi, Mussolini faşizmi dalga dalga gelirken Alman ve İtalyan halklarının bir biçimde masum olduğunu düşünebilir miyiz?  Çünkü Hitler’de, Mussolini’de kendi halkları tarafından iktidara taşınmıştır. Politikada insanların söylemleri değil yaptıkları önemlidir. Her dönemde kapitalizmin yarattığı yoksulluk ve eşitsizlik toplumlarda büyük tepki çeker. Bunu çok iyi bilen burjuva  partileri genelinde antikapitalist sloganlarla yola çıkarlar. Tıpkı tarihe ‘’ istibdat devri- hafiye ağı’’  olarak geçen 2. Abdülhamit ‘in söylemleri gibi. Abdülhamit  33 yıl padişahlık yaptığı dönemde muhaliflere olmadık eziyetler yaparken diğer tarafta  “Siyasi Hatıralarım” adlı kitapta, politikasını “Kurtlarla beraber ulumak” olarak ifade eder. Muhalefeti;  onlar gibi düşünüyormuş gibi yaparak, onların söylemlerine sahip çıkarak etkisizleştirir.
 
Günümüze gelirsek, yaşananların tesadüf olmadığını görürüz. Açılım, ileri demokrasi denilerek ülkede gazeteci, yazar, avukat, düşünür, öğrenci ne var, ne yok tasfiye edilip zindanlara dolduruldu. Unutmayalım, baskıyı baskı yapanlar değil, baskıya boyun eğenler getirir. Elinden havası-suyu alınırken sinip sessiz kalanların masumiyetinden söz edemeyiz.
Mustafa TOKDEDE | Tüm Yazıları
Hits: 2364