Mekân ve Hukuk

~ 20.12.2011, Hilmi ŞEKER ~
Mahkeme ile savunma arasındaki gerilimin, içine sujelerin konumlanmasını alacak denli genişlemesi, gözlerin duruşma salonlarında olup bitene çevrilmesini gerektirdi.
Hümanizmi dilinden düşürmeyen hukukun, bu söylemini mekânlara nasıl yansıttığı veya yerleşkeleri yaratan adli politikanın bu söylemi ne denli realize ettiği sınanmaya muhtaçtır. İnsanı baz alma iddiası, masumiyet karinesince korumaya alınan bireyin, hukuki yardımdan mutlaka ve dilediğince yararlanmasını vaad ederken, kendisini kavrayan kuşkunun verimli ve etkili olanla dağıtılmasından yanadır. Avukatla iletişim kurma ve yardımından istifadeyi, adil yargılanmanın odağına alan sistem, bundan ödün verme titrine mesafe koyar. Savunma hakkının, tavizlerle istisnaya uğratılmasını soğuk karşılayan deneyimler, kırılmanın zorunlu olması halinde, ödünün makul seviyede tutularak, muhtemel kayıpların, alternatiflerle dengelenmesini ister. İma yoluyla ivme kazanan bu üslup, hakka yönelen eylem ve işlemlerin meşru,hukuki ve demokratik yöntemlerle sorgulanmasını önerir.
Avukatın tedarik ettikleriyle ilerlemek, yardımına tutunmak, desteğiyle eylemek gerçek ve doğruya kilitlenen tahkikatın özlemidir. Bu umar, vaad edilen yardımın, teorik veya hayali olmasını reddetmekle yetinmez, olanak ve kolaylıklar zincirinin etkin, verimli ve pratik önlemlerle takviye ve tahkim edilmesini vitrin eşitliğine tercih eder. Savunmanın hukuki yardım ve destek almasına değer atfeden adalet, avukat yardımının tek başına oluşan duraksama ve kaygıları gidermede akim kalacağına inanır. Vekilin, asile vaad edilen yardım ve kolaylığı sunabilecek yeti, güç ve imkâna sahip olması, efkârın ihtiyacı olan huzura, yargılamanın gereksinim duyduğu selamete yaklaşması demektir.
Ortamın ifade olanağını kısması halinde, sağduyunun inisiyatif alarak, savunmayı hükümden düşüren amilleri etkisiz kılması zorunludur. Savunmanın, yakasına yapışan vasatlardan arınabilmesi, çoğulcu yargıya iman eden ve toplum yararını diyalektik yargıda gören demokratik yaşamların beklentisidir. Savunmanın, istisnai deneyimlerle kısıtlanması ya da çekilmeye zorlanması, çekilme veya kısıtlamanın kaçınılmaz veya mutlak olması koşuluna endekslidir. Kısıtlanma veya yok olma tehlikesiyle burun buruna gelen savunmanın, kendine gelebilmesi veya kuşatmayı yarabilmesi, kayıpları önleyecek yığınağın tedarikine bağlıdır.
Etkili ve verimli bir temsil; asille vekil arasındaki bağın kuvveti, iletişimin sıhhati, duruşma atmosferi ve türbinin yarattığı baskıyı emecek bir karşı güce, önlem veya dengeleyici sermayeye ihtiyaç duyar.
Duruşma salonuna çöken ve savunmaya yönelen otoriter havanın, devreye alınacak tedbirlerle dağıtılma düşüncesi, yanların eşit ve özgür koşullarda yarışma fikrinin tezahürüdür. Yarışan düşünler arasında meşru ve hukuki olmayan yöntem ve aparatlarla dezavantaj yaratma yasağı, düşünme, konuşma, tartışma eşitliğini sağlama, konuşma özgürlüğünü çarpıklıkların etkisinden uzaklaştırma ve hükmü, demokratik spektrumla oluşturma ödevinden kaynaklanır.
Meramın yerini bulması, aralarında nesne ve öznelerin yerleşme planının da olduğu birçok kısıtlayıcının tesirinden uzaklaştırılmasına bağlıdır. Değerlerin korunması, yaşamı kolaylaştıran, koşulların varlığına ihtiyaç duyar. Siyaset ile adli kültür arasındaki ilişkinin; aralarında yargılama akıl, yöntem ve süreçlerinin de olduğu bir dizi kurumu politik irade etrafında şekillendireceğini, yaşam alanlarını farklı edenlerin desteğini alan adli kültürün verileriyle oluşturacağını unutmamak gerekir. Meydan, heykel ve yapılarını ulus devlet idealine göre biçimlendirmiş bürokratik, vesayetçi, merkezcil, tekil, homojen ve katı politikanın, adli formlara ilgisiz kalmasını savlamak mümkün görünmemektedir. Adli kanavanın, mimariyle kurduğu saklı ilişki; hakları, kadir kütlenin emrine vermekte, ipleri eline geçiren mimari devasa cüssesi ve erişilmez aklıyla adil yargılamayı psikolojik engellerle tanıştırmaktadır. Geçmişi limana eviren bu tarzın, yargılama şema ve teşkilatına nüfuz edeceğini, hukuku ananelerle biçimlendirerek, hakikati peçeleyeceği muhakkaktır.
Birçok krizi tetikleyen ve savunmayı hükümden düşüren paternal disiplin anlayışı yerini küresel öncüllerle uyumlu, sakin, ağırbaşlı duygudaş ve katılımcı yaklaşıma bırakmayı denemelidir. İnsana özgülediği savlanan yerleşkelerin yanların eşitlik ve özgürlük talebini karşıladığını, görünen adaletin talepleriyle uyuştuğunu ya da mimarinin; ekonomik, sosyal ve idari ilkelerle barışık, estetik, yaratıcı ve işlevsel olduğunu söylemek veya kullanışsız, çirkin ve donuk, bireyi hiçleştiren, çevreyle zıtlaşan ve yarınsız yapısıyla adalet vaad ettiğini savlamak olanaksızdır.
Değerlere oynayan yargıç, yargılama salonunu, demokratik yargının amaçlarıyla uyumlu bir fon ve ortama kavuşturarak, kargaşa yaratan, savunmayı soluksuz bırakan, aşağılayan, aşkınlıkları görenek, gelenek, alışkanlıkla meşrulaştıran ve hırpalayarak yargılama tutkusunu gözden geçirmelidir. Buyurgan yargılama anlayışı, gücü merkez alan, usuli işlemleri ideolojik beklentilerin uzantısı olarak gören, tartışmayı gereksiz addeden, yargıyla işi olanları horgören kendine has bir ayinler zinciridir. Münhasır bu tavır, monoloğa düşkün huyu ve tartışmadan hoşlanmayan benliğiyle, kişisel kanıları hükme dönüştürmekte tereddüt etmez. Dahası birey, toplum ve kamunun fiziksel, biyolojik ve sair gereksinimleriyle yargılama diyalektiği arasındaki ilişkiyi saptamadaki eksiklik, adil yargılanma/görünen adalet veya nitelikli yargılama kurumuyla salon mimarisi ve dağılımın yarattığı olumsuz hava arasındaki çelişkinin teşhisini güçleştirmektedir.
Oluşturulan manzara; yasak delile teveccüh eden, sanıktan delile erişmeyi marifet sayan tutanakları hükme eviren anlayışla sanığın gereksinimlerini hafife alan yaklaşımın ittifak etmelerini kolaylaştırır. Mevzubahis birliktelik; duruşma salonlarındaki eşitsizliğe, özne ve nesnelerin yerleriyle oynamakla başlar. İddia, hükümle aynı yeri paylaşırken, iddianın hükme dönüşme olasılığı kolaylaştırılarak, vizyon ve vitrin eşitsizliğinin tahammülü zorlanır. Savunmayı zeminde ve korkuluklarla tutarak yalnızlaştıran irade, ithama irtifa kazandırarak mekânlar ve mimari üzerinden ortaçağı meşrulaştırır. Nesne olarak telakki ettiği sanık ve uzantılarını, yargılama diyalektiğinden tart etmekte beis görmediği gibi, eşitsizliği ve kuralsızlığı tetikleyerek savunmayı gün ortası, biçare ve yüzüstü bırakmakta tereddüt etmez. Sanığın yemek, su, dinlenme gibi doğal ihtiyaçlarını görmezden gelir, saatlerce ayakta bekletilen sanığın insan olduğu unutulur. Aç, susuz, yorgun ve biçare sanıktan, kürsüyü paylaşan iddiayla baş etmesi beklenirken, suçlamayla gereksinimleri arasında bırakılan savunma özüne ihanete zorlanır.
İradesi ihtiyaçlarına teslim olan savunmanın, kendine yontması, yarışanıyla baş etmesi, hükmün inşasındaki paydaşlığını ve hükme kaynak aktarma işlevini gerçekleştirmesi hayal olur. İradesi fesada uğrayan, törpülenen, iştahı kesilen, hevesi kursağında bırakılan, korkuluklara hapsedilen, ruhu teslim alınan, eşiğe konulabilen, susmaya zorlanan, sesi kısılan, dilinden mahrum, söylediklerini duyuramayan, aşağılanan, taciz ve tecride maruz kalan bireyin işlevini gönlünce gerçekleştirmesi, rolünü dilediğince oynaması bir başka bahara kalır. Yabancısı olduğu bir ortamda, belki de ilk defa karşılaştığı usul ve süreçlerle ilerlemenin güçlüğüne yenilerini ilave eden sanığın, omuzlarına binen onca yükle bir başına yürümeye zorlanması aşkınlıktır. İddiaya direnmek, söyleme karşı koymak, kuşkuyu çürütmek yerine, ihtiyaçlarının uğultusunu dinlemeye zorlanan aklın “hakka” katkı vermesi mümkün olmaz.
Usuli rasyonalitenin özgür bir savunma için tasarladığı teminatları çelmelemek, ajandasını ilama dönüştürmek, yöntem, seçenek ve süreçleri hiçleştirmek, ötekinin gerçek ve doğrusunu dışlamak totaliter yargının idealize ettiği bir ahlak anlayışıdır. Genetik özelliklerini; Yıldız, Divan-ı Harb-i Örf-i, İstiklal, Yassıada, Sıkıyönetim, DGM üzerinden Özel Yetkili Mahkemelere aktaran gelenek; malına, özgürlüğüne ve canına yönelen iddiayı, tüm varlığıyla göğüslemeye ve püskürtmeye çalışan savunmayı, örtülü amaçlarından aldığı destek ve istisna hukukuyla tedip, tenkil ve itaate zorlar. Savunmayı, akıntıya karşı kürek çekmeye icbar eden ve özgürlüklere gözünü diken ikircikli ruh hali sürdükçe, mekân ve yasalarda devrim, reform ve revize olarak lanse edilen her değişiklik, geleneksel mimariyle tökezleyecek, güncelle bağını koparan bu fiiliyat emek, mesai ve kaynak kaybını kamuya yüklemekte sakınca görmez. Ayakta yargılamayı genetik aktarımla izaha yeltenen bu mantaliteyle kol kola yürümekten haz duyan örgütlenme tarzı, resmi olanı bilgiye tercih edecek ya da bilgiyi hiyerarşinin emrine vererek, hukukun yurttaş mekânından çekilmesine göz yumar.
Güvenliğin savunmayı alt etmesine seyirci olmak, güvenlik bağlamlı çözümlerden medet uman, otoriter menşeli çözümlerle yürümeyi meziyet zanneden, gücü yücelten düzenlerin dört elle sarıldığı yaşam tarzıdır. Yargılamayı ezaya, sanığı çilekeşe mahkemeyi cefahaneye dönüştüren duruşma anlayışının yerini, çoğalarak yürüyen, tartışarak eleyen, özgürlük, eşitlik ve adalete oynayan, yargıcı kürsüde tutan, uyuşmazlığı nesnel yöntemlerle yürüten, enteraktif, ekonomik, seri, çevresiyle barışık, sulha eğilimli, gücü frenleyen yargılama vizyonuna bırakma zamanıdır. Bu perspektif, hâkimi yanlarla özdeşleştirmekten sakınan, duruşma yerine yargılamayı, saymak yerine tartmayı, birey ve toplumla ödeşmenin gereği sayar.
Yerleşme planını, insani değerlerin yönetimine bırakan bakış, yargılama salonlarını birey ve toplumun yaşam alanı addederek, demokratik tercihlerle şekillenmesini, çoğulcu yargının hevesi olarak belirlerken, kürsüler arasındaki irtifa farkını ve dağılım eşitsizliğini sıfırlayarak, marangoz hatası veya tecrit kültüründen nemalanan yerleşimi yakınma sebebi olmaktan çıkarır. Mefruşat, koruma ve ulaşım üzerinden yargıçları sınıflandıran ya da mekânlar üzerinden hiyerarşiyi perçinleyen, yaşam alanlarını erişilmez kılan düzenin, tahrik ve teşvik ettiği eşitsizlikle kürsü barışının sağlandığını savlamak abesle iştigaldir. Genetik huyların tetiklediği çelişki ve iç çekişlerle halden düşen bünyenin, fetret haliyle eşitlik vaad etmesi, özgürlük borcunu ödemesi, yargıyı yönetmesi, birey ve toplumu demokratikleştirmesi ve adalet dağıtması inandırıcı değildir. Yapıları saraya dönüştürmek; insani olana meyleden, sahici ihtiyaçları saptayan, hak ve özgürlükleri özümseyen, mimariyi yargının eşi ve eşitine dönüştüren, kürsüler arası muvazeneyi koruyan, yargıyı teknolojiye havaleden kaçınan anlayışla kaimdir.
Mimariyi, ilgisi açılışla sınırlı bürokrasi ve adliyeden bihaber teknokratlara temlik eden politikanın, emek ve mesaisini mahkemelere erişime, yargılama diyalektiğine ve hükmün selametine özgülediği söylenemez. Yargının, sağlamlık, işlevsellik ve güzellik standardından habersiz, adliyeleri işletmelerle yarıştıran anlayışın, adli kaygılarla hareket ettiği veya küresel öncül, destek ve değerlerden ilham aldığı görülmemiştir. Erişim hakkını pas geçen, ulaşımı erişim engeline dönüştüren, erişimi mali olanağa endeksleyen plazavari oturum anlayışının, savunma olanak ve kolaylığını öne çıkarma, ihtiyaçları karşılama, ekolojik demokrasiyle anılma derdi olmadığı gibi, adliyelerin yapı elemanlarıyla, devasa girişiyle vitrine çıkması ya da kafe, resturant, lostra salonu ve devasa lobisiyle yarışması tanrıça Themis’in gözlerini açıkta bırakmıştır.
İnsani değerlere küs, mekandaşları nefes almaktan alıkoyan, ışık ve renkten yoksun, suni solunumla yaşayan tabiattan bihaber mekânları sarayla özdeşleştirmek ciddi bir yanılgıya tekabül eder. Adliyeleri toplulaştırmak, erişimi kısıtlamakla yetinmez, erişilmez kılınan yargıç giderek tanrılaşır. İlahlaşmayı önlemek, yargıca ulaşımı kolaylaştırmak veya yurttaş ile mahkeme arasındaki zaman ve mekân engellerini örselemekle mümkündür. Adım mesafesinde olmak, erişimin önündeki psikolojik engelleri hükümden düşürerek, adil yargılanma hakkını yakınlık ölçüsünde sorun olmaktan çıkarır. Savunmayı sembollerle yücelten hukukun yarını, yargı camiası ve yanların psikolojisine nüfuz eden ve yargıcı erişilmez addeden tayfla vedalaşma yeteneğine bağlıdır.
İthamın yakıcılığına direnen sanık; güce yaslanan, kürsüyü yargıçla üleşen, elindeki olanaklar zinciriyle, avantaja yürüyen, sanıkla arasındaki mesafeyi açan iddiayla insani koşullarda baş etmenin olanaklarına kavuşturulmalıdır. Fısıltıyı hiçe sayan, sır saklama ödevinden bihaber, buhrana yatkın, tribünün ilgisini dezavantaja dönüştüren, görme açısını kısan, yorulmayı tetikleyen, anlaşılmaz gelenek ve formalitelerle sanığı bunaltan, avukatlarla istişare ve işbirliğini reddeden bir yerleşme planının, sonu malum yargılama pratiğiyle adil yargılamayı kucakladığını savlamak inandırıcı değildir.
Gerilimi tetikleyen usulün hüküm sürdüğü bir ortamda; hakim, metin, sakin, mekin ve fehime muhtaç gerçeğin hükümle buluşması hülyadır. Otoritenin hiyerarşiyle ittifakı, bilgiyi dışlayarak hak ve özgürlükleri esir alır. Gerçek, bilgiye muhtaçtır. Bilginin horlandığı bir mekânda, gerçeğin uç vermesi mümkün olmaz. Gücü arkasına alarak kabadayılık etmeye, vicdanın sesi ve bilginin mazisi izin vermez. Katlardan medet uman bir aklın, patinaja yatkın dinamikleriyle toplumsal ve bireysel barışa yaşam alanı yaratması birey, devlet ve toplumu demokratikleştirmesi olanaksızdır. Siyaset mesai, kaynak ve zamanını adlileşmeyi tetikleyen, konaklarda keyif çatan ve birey, toplum ve kamusal değerlere ilişmeyi huy edinen patojenleri demokratik yöntemlerle çevrelemeye özgülemelidir. Arşa meraklıların, arza dağılanları ve orada olup bitenleri yeterince görmesi ya da içtimai devinimin adli yansımalarını kâfi derecede okuması mümkün olmaz.
Herkesin, meşru ve hukuki usullerle yargılanma hakkı vardır. Tartışma metodolojisi, hükmün beklenen sonuçları doğurmasını doğru ve sahici usullerle oluşması koşuluna endekslerken, bu hedefin sapmalarla ıskalanmasını yasaklar.
Güvenlikle savunma özgürlüğü arasında seçime zorlanmak, duruşma salonlarını gerilime bırakmak, savunmayı hafife alan otoriter hukuk anlayışlarının inşa ettiği duruşma kültürünün sabıkalı türüdür. Kendisini kılıflamakta mahir bu tarz, coğrafi dostluklardan aldığı ilhamla, savunmayı özel araçlarla çevrelenmesi gereken bir nesne olarak görür.
Bu sürüm, spor, toplantı ve düğün salonlarını yargılama mekânlarına devşiren, sanıkları numaralandıran, hizaya getiren, üniforma giydiren ve marş söyleten, yoran, ehlileştiren, ihtiyaçlarıyla terbiye eden, far ışığında yargılayan, kanun yolunu etkisiz kılan, nedametten yoksun, kibirli, uyumlu ve yücelten anlayışla soydaştır.
Siyah beyaz görüntülerle belleğe kazılan, etki ve sonuçlarıyla hak ve özgürlükleri bir ömür uhdesinde tutan, yarattığı tahribatlarla toplumu takatten düşüren, kitlesel cinnete çağrılı, ruhlarda, vücutlarda sağaltılmaz yaralar, silinmez izler bırakan, yargıcı merkezin uzantısına indirgeyen, cezaya tapan zihniyet ve üslubun vestiyere gitme zamanıdır.
Güncel salonlar, yargılama yönetimini yanlara bırakmakta, işaret parmağını şakağına götürerek, gerçeği hukukla tartıp salonu fehim, mekin, metin ve sakin bir iklimin hâkimiyetine bırakmayı köklü dönüşüm ve anlamlı katkı olarak telakki eder. Böyle bir bakış, savunmanın empati talebini, gerçek uğruna çırpınışını, kılı kırk yaran uğraşını içtihatlarla çeliştiğinden ötürü lüzumsuz ve boşa çaba olarak telakki etmez. Yükselen adli politika mekânlarla kan tazelerken yaşlanan yargının, küresel değerlerin gerisinde kalmanın havliyle, ayartıcı ve kışkırtan dilini sermayeye dönüştürerek, çelişkiyi derinleştireceğini unutmamak gerekir.
Barışa arkasını dönen politika, gerisinde huzursuzluğu tetikleyen bürokrasi, kavgadan nemalanan toplum ve soluk soluğa kalan mimariler bırakır. Homurdanan bir toplum, adlileşmeye mahkûmdur. Siyaset, kavgayı tetiklemek yerine, kavgayı sönümleyecek eş, eşit, özgür, barışçı, plüral ve demokratik bir toplum yarattığı ölçüde çağdaştır. Gerilimde gözü olanlar adlileşmeyi teşvik ederken, huzurda sebat edenler barışçı politikalarla memleketi yaşanılır, mutlu ve müreffeh bir iklimin bereketine bırakır. İlki davalaşmanın gerisinde bıraktığı envanterin yaratacağı etki ve sonuçtan habersiz, kütlelerle övünürken, diğeri; yarının barışla, toplumun sağduyuyla, aidiyetlerin dengeyle, geçmişin sığınak olmaktan çıkarılmasıyla, modernliğin içselleştirilmesiyle mümkün olacağının ayırdına vararak, yapıları mimari ve mühendislik harikası, barışın güvencesi saraylara dönüştürür. Adliyelerle övünmek, en yalın haliyle huzursuzluğu ikrar etmektir. Huzursuzluğa, mekânların yetişmesi hayaldir. Didişen bir toplumda, özgürlük ve demokrasinin uç vermesi, emeğin değere dönüşmesi mümkün olmadığı gibi, böyle bir teşekkülün adalet, kardeşlik, eşitlik ve özgürlükle buluşması veya sosyolojiyle inatlaşan adli siyasetin akıbet vaat etmesi mümkün değildir.
Hilmi Şeker/Yargıç/İstanbul
Hilmi ŞEKER | Tüm Yazıları
Hits: 2277