Köklerden kopukluk 'vazo kültürü'dür!

~ 14.12.2011, Nihat BEHRAM ~
Ne başka anlayışlara ‘reddiye’ yapıyorum, ne de ‘olmazsa olmaz’ bir teori öneriyorum! Bu, hayata, şiire ve şiirime ilişkin benim eğilimim: Kültür ve sanatta köklerden kopukluk ‘vazo kültürü’dür. ‘Vazo’yu ‘serum’ olarak da söyleyebilirdim. Yaşamak için nefes alıyor olmanın kültür ve sanattaki karşılığının ‘ruhu köklerden emzirmek’ olduğunu düşünüyorum..
Dal da köklerinden can alır, toprağından ve gökyüzünden. Bu onun hem yeşerip filizlendiği ve yemişe durduğu coğrafya özelini, hem de yeryüzü geneliyle benzerliğini içerir. Nehirler de böyledir. Yeryüzünün bütün nehirlerinin ortak özellikleri kadar, her nehrin, aktığı coğrafya ile açıklanması gereken özgün özellikleri vardır. O özelliklere orada aktığı için sahiptir.
Her coğrafyanın halkı, aynı zamanda o coğrafyanın hayat kuyusu ve birikimidir. Derinliğini tarihte bulur, kültür ve sanatta bulur; damak tadından gelenek ve göreneklere kadar sosyal yapılanmada bulur. Her birinin tarihi vardır ve derindir. Halk yaşadığı coğrafyanın doğasını yorumlamış ve biriktirmiştir. Sesinde soluğunda, yontusunda işlemesinde, masalında destanında, türküsünde ağıtında, yazıtında kazıtında biriktirmiştir. Sazında sözünde biriktirmiştir. Dilinde biriktirmiştir. Acısında sevincinde biriktirmiştir. Özleminde, kavgasında biriktirmiştir. O coğrafyanın kültür sanat nehirleri de bu kaynaklardan can bulup akar.
Sözgelimi: sevdanın bir tarihi yok mu? Sevdanın halkın hayatında biriken denizini yok mu sayacaksın? İşte Karacaoğlan. İnsanoğlunun en yüce değerlerinden biri olan sevda değerini en bilgece söz, yorum ve dizelerle en incelere, en derinlere, en yücelere işlemiş. Köktür, onu soluyacaksın. Ruhunla soluyacaksın. Ufkunu emzireceksin. Varolma temelinde mirasın kılacaksın
Yerellik-evrensellik / güncellik-tarihsellik birbirinden kopuk değil tam tersi birbiriyle ilintili ve iç içedir. Yolları birbirinden geçer. Postmodernizmin ‘uydu yayını’ farklı ‘trafik’ önerse de, evrensele yerelden geçerek gidilir, tarihsele güncelden geçerek gidilir. Başka yolu yoktur. Bütün büyük sanatçıların ortak karakteristiğidir: Yerel oldukları kadar evrenseldirler, güncel oldukları kadar tarihseldirler. Puşkin de böyledir, Zola da, Şekspir de...
Deniz Gezmiş’in darağacının dibinde babasına yazdığı, kurtulması için ‘kimseye boyun bükmemesini’ söylediği mektubun ruhu, ölüme giderken “Benden selam olsun ev külfetine/ Çıkıp ele karşı ağlamasınlar” diyen Pir Sultan’dan mirastır. Ona da ondan öncekilerden. Bu zincirin halkaları böyle eklenegelir. Böyle eklenegider.
Bilgeliğin bir tarihi yok mu? Varsa nerelerde birikmiş? ‘Halkın hayatı’ diye başlamadan bu soru nasıl yanıtlanır? Halk bilgeliği dipsiz bir derinliğe sahip değil mi? Şiir sonuçta dizelerden oluşan bir şey, yani temelinde dize ise, hayatın bilgece yorumunu içermeyen söz dize olabilir mi? Halk kültürü ki, her halk kendi özgünlüğüyle o bilgeliğin denizidir. Bunu görmemek, ‘şiir teorileriyle geviş getirmek’ten öteye gitmez.
Lorca’yı Lorca yapan, Neruda’yı Neruda, Nazım’ı Nazım...ruhlarını kendi köklerinden emzirmeleridir. Evrensellikleri yerellikten, tarihsellikleri güncellikten can alır. Nerede, yeryüzünün hangi coğrafyasında, hangi doğada, hangi çağda yaşadıkları yazdıklarında bellidir. Köklüdür. Nefes alırlar. İthal değildir, Montaj değildir. Sığ değildir. Taklit değildir.
Kendi düşüncemi, duygumu söylüyorum: Masalları, halk şiirini, destanları özümsemenin hayat ufkumdaki yerini görüyorum. Ruhumu yaşadığım coğrafyanın halk kültürü deryasında soluyup, ruhlarını yaşadıkları coğrafyanın deryasında soluyanlarla harmanladım. Ondan ki Karacaoğlan’ı da Lorca’yı da amcaoğlum bilirim.
Modernizm diyorlar. Şiirde söz, insanı insan yapan değerlerin seçkinliğiyle ölçülecekse, sormak isterim, halk türkülerinin ince erotizmi mi, postmodernizmin müstehcenliği mi cinselliğin düzey ölçüsüdür?
Halk kültürünü küçümsemek, yoksamak, topraktan yolunan çiçek misali mirastan yolunmaktır. ‘Folklorun şiire düşmanlığı’ kurusıkı edilmiş bir sözdür. Fantazi babından bir sözdür ve edenin de ‘etme amacı’ dışında anlamlar yüklenmiş bir sözdür. Şahsen bana, “Folklor şiire düşman” sözü değil, “Ne zaman bir köy türküsü dinlesem yazdığım şiirden utanırım” sözü anlamlı gelir..
‘Halkçılık’ kavramına da ‘kurusıkı halkçılık’ olarak yaklaşmak yanlıştır. Kültürel derinliğiyle değerlendirilmezse, sığ biçimde ‘popülizm-köylücülük’ olarak kalır. Bu bakış, şiirin gereksinimi olan derinlikten yoksundur. Sığ ve yüzeyselden, hayatın kurusıkı solunmasından şiir can almaz. Basmakalıp slogancılığın, devrimci derinlikten yoksunluğu gibi.
Şiir gönüllüsü genç kardeşler halk kültürü mirasını solumalıdır. Hele ki Anadolu halk kültürü, çok renkten değer ve derinliğiyle bu coğrafyanın şairleri için eşsiz bir olanak ve şanstır. Dikkatli bakan görür: Nazım’dan Dağlarca’ya, A. Arif’ten Külebi’ye kadar şiirimizin seçkinleri ruhlarını bu deryadan emzirmiştir.
Anadolu, 13.yy Yunus’undan 20.yy Veysel’ine dek, yüzlerce halk ozanının yetiştiği bir coğrafyadır. Bunların Yunus, Dadaloğlu, Karacaoğlan gibi birçoğu, söz-ses gücüyle, yaşam, felsefe, doğa yorumlarıyla, sözcük uyumları, tanım zenginlikleri ve bilglikleriyle derin güçlü ozanlardır. Yanısıra halk kültürünün türküden destana nice başka unsurları var. Bu kaynaktan habersiz ve onu yok sayma temelinde, isterse modern dünya şiirini ‘yalamış yutmuş’ olsun, ‘iyi şair’ gösteremezsiniz. Yazmak istediği şiir, ‘yalayıp yuttuğuna’ gömülü kalır. Bu temeli almadan, ‘iyi şiir çevirmeni’ olmak bile güçtür.
Genç arkadaşlara önerim, derin halk kültürünü mirasları sayıp, ona sahip çıkıp solumalarıdır. Kuşkusuz ki, yeteneğini derinleştirmek, gelişmek isteyenler için. ‘Analarından büyük şair doğmuş’ olduğunu düşünenlere bir diyeceğim yok. Ben öyle doğmadım. Hayatı kavramak için yüreğimin izini sürüyorum. Halk kültürünü ışığım saymam bunun sonucudur.

(SolHaber)

Nihat BEHRAM | Tüm Yazıları
Hits: 2730